Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- عَبَسَ وَتَوَلَّى “Yüzünü ekşitti ve döndü.”
2- أَن جَاءهُ الْأَعْمَى “Kendisine âmâ geldi, diye.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayet edilir ki, (âmâ bir zat olan) İbnu Ümmi Mektum Hz. Peygamberin yanına gelir. Hz. Peygamberin yanında Kureyşin önde gelenleri vardı ve onları İslâma davet etmekteydi. İbnu Ümmi Mektum, “Ya Rasûlallah, Allahın sana öğrettiklerinden bana öğret” dedi. O’nun kavmiyle meşguliyetini bilmediğinden bu talebini ardı ardına tekrarladı. Hz. Peygamber, O’nun sözünü kesmesinden hoşlanmadı, yüzünü ekşitti, yüz çevirdi. Bu münasebetle bu ayetler indi.
Hz. Peygamber İbnu Ümmi Mektumu gördüğünde kendisine ikram eder ve şöyle derdi: “Merhaba ey kendisinden dolayı Rabbimin beni itap ettiği kişi!”
Hz. Peygamber iki defa bu zâtı Medineye kendi yerine vekil olarak bırakmıştır.
Ayette “âmâ” şeklinde İbnu Ümmi Mektumun nazara verilmesi, Hz. Peygamberin kavmine konuşurken sözünü kesmesinde özrünü hissettirmek ve şefkat ve merhamet gösterilmeye ehil olduğuna delâlet etmek içindir.
Veya “âmâ” olduğunun nazara verilmesi böyle bir yüz ekşitmenin uygun olmadığını daha kuvvetli bir şekilde anlatmak içindir. Nitekim devamında doğrudan hitap ile seslenilmesinde de böyle bir incelik vardır:
3- وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى “Nerden biliyorsun belki o temizlenecek?”
Onun halini nereden biliyorsun? Belki de Senden öğrendikleriyle günahlardan temizlenecektir.
Ayetin ifadesinde, Hz. Peygamberin O’ndan yüz çevirmesinin, başkasını günahlardan temiz kılmak için olduğuna bir ima vardır.
4- أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى “Veya öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek.”
Denildi ki: “Nerden biliyorsun belki o temizlenecek?...” ayetinde zamir kâfire râcidir. Yani, “Ey Peygamber! Sen İslâma girerek onun temizlenmesini ve verilen öğütten faydalanmasını umdun. Bundan dolayı diğerinden yüz çevirdin. Ama umduğun şeyin gerçekleşeceğini nereden biliyorsun?”
5- أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى “Ama bundan istiğna gösterene gelince.”
6- فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى “Sen ona yöneliyorsun.”
7- وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى “(İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!”
Onun İslam ile tertemiz hâle gelmemesinde Sana bir beis yoktur ki onun Müslüman olmasına karşı gösterdiğin hırs, Müslüman olan birinden yüz çevirmene neden olsun! “Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bir muhafız olarak göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir.” (Şûra, 48)
8- وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى “Ama sana koşarak gelen”
9- وَهُوَ يَخْشَى “Korkarak gelmişken”
Korkarak gelmesi,
-Allahtan,
-Peygambere gelmesinden dolayı kâfirlerin eziyetinden,
-Veya âmâ olup kendisinin o anda elinden tutan biri de olmadığı için yolda düşmekten olabilir.
1ّ0- فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى “Sen onunla ilgilenmiyorsun.”
11- كَلَّا “Hayır!”
Hayır, bir daha böyle yapma!
إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ “Çünkü o bir öğüttür.”
12- فَمَن شَاء ذَكَرَهُ “Artık dileyen onu tezekkür eder.”
Ayetteki iki zamir Kur’ana racidir.
Veya bahsi geçen uyarıyla alâkalıdır.
13- فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ “O, değerli sahifelerdedir.”
Kur’an, Allah nezdinde mükerrem, kıymetli sahifelerdedir.
14- مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ “Yüksektir, tertemizdir.”
Bunların kadri yüksektir, şeytanların elleri bunlara uzanamaz.
15- بِأَيْدِي سَفَرَةٍ “Elçilerin elleriyle gelmiştir.”
Bu Kur’an, vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiyde ise Allah ile rasûlleri arasında elçilik yapan melekler vardır.
Gelen vahiy, Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine yazdırılmıştır.
16- كِرَامٍ بَرَرَةٍ “Değerli, iyi yazıcıların.”
Bunlar, Allah nezdinde itibarlı, takva sahibidirler.
Şayet meleklerin özelliği olarak düşünülürse şunu bildirir: “Bunlar mü’minlere karşı çok şefkatlidirler, onlarla konuşurlar, onlar için mağfiret talebinde bulunurlar, müttakidirler.”
17- قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ “O kahrolası insan, ne kadar da nankör!”
Ayette, nankörlük yapan kimselere en çirkin bir beddua ve küfründe bu derece aşırı olmasına bir hayret bildirme vardır. İbare gayet kısa olmakla beraber, büyük bir gadaba ve etkili bir kınamaya delâlet eder.
18- مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ “(Allah) onu hangi şeyden yarattı?”
Allahın insana olan nimetini ve özellikle de yaratılışının başlangıcını beyan eder. Ayetteki soru, tahkîr içindir. Bundan dolayı ayetin devamı, sorunun cevabını da vererek şöyle der:
19- مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ “Nutfeden, onu yarattı da biçime koydu.”
Allah onu bir nutfeden yarattı, tam bir insan haline gelinceye kadar onu tavırdan tavra intikal ettirdi, hikmetli azalar, şekiller verdi.
20- ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ “Sonra yolu ona kolaylaştırdı.”
Sonra rahmi genişleterek ve rahimdeki bebeğe başını aşağıya çevirmesini ilham ederek ana rahminden çıkışını kolaylaştırdı.
Veya “ona hayır ve şer yolunu kolaylaştırdı.”
Yol anlamındaki “sebîl” kelimesinin elif-lâmlı gelmesi, bunun umumî bir yol olduğunu hissettirmek içindir.
Bu son manaya göre, dünyanın bir yol olduğuna, asıl menzilin bundan başka olduğuna bir ima vardır. Bundan dolayı devamında şöyle denilmiştir:
21- ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ “Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu.”
Ayet, öldürmeyi ve kabre bırakılmayı da birer nimet olarak saydı. Çünkü ölüm, ebedi hayata ve halis lezzetlere kavuşmaya bir vesiledir.
Kabre bırakılması ise, insana hem bir itibardır, hem de cesedini vahşi-yırtıcı hayvanlardan korumaktır.
22- ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ “Sonra dilediği zaman onu (tekrar) diriltir.”
Ayette “dilediği zaman (tekrar) diriltir” denilmesinde, diriltme vaktinin hadd-i zâtında muayyen olmayıp Allahın meşietine bağlı olduğunu hissettirmek vardır.
23- كَلَّا “Hayır!”
Bu ifadede, insanı böyle bir nankörlükten sakındırma vardır.
لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ “Doğrusu o, O’nun emrini tam olarak yerine getirmedi.”
Âdem zamanından şimdiye kadar, Allahın emrettiği gayeyi insan henüz yerine getiremedi. Çünkü herkesin mutlaka bir kusuru vardır.
24- فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ “İnsan, yiyeceğine bir baksın!”
Önceki ayetlerde insanın zâtı ile ilgili nimetler anlatılmıştı. Burada da haricî nimetler nazara verildi.
Bu kısım, insanın yediği şeylerin nasıl meydana geldiğini açıklamaktadır.
25- أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا “Biz yağmuru yağdırdıkça yağdırdık.”
26- ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا “Sonra toprağı yardık da yardık.”
Sonra toprağı bitkilerle yardık.
27- فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا “Derken orada hububat bitirdik.”
Orada buğday, arpa gibi hububat bitirdik.
28- وَعِنَبًا وَقَضْبًا “Üzümler ve yoncalar.”
29- وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا “Zeytinlikler, hurmalıklar.”
30- وَحَدَائِقَ غُلْبًا “İri ve sık ağaçlı bahçeler.”
31- وَفَاكِهَةً وَأَبًّا “Meyveler ve çayırlar bitirdik.”
3ِِ2- مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ “Siz ve davarlarınız faydalansın diye.”
Çünkü, bahsi geçen türlerin bir kısmı yiyecektir, bir kısmı da yemdir.
33- فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ “Kulakları sağır eden o gürültü geldiğinde.”
34- يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ “O gün kişi kaçar, kardeşinden.”
35- وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ “Anasından, babasından.”
36- وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ “Eşinden ve evladından.”Kişinin bu en yakınlarından kaçması, kendi derdiyle meşgul olmasından ve onların fayda veremeyeceklerini bildiğindendir.
Veya onların kendisi üzerinde hakkı olduğundan, bunu talep etmelerinden sakınmak içindir.
Ayette daha ziyade sevilenlerin derece derece geride zikredilmesi, o günün dehşetini daha etkin anlatmak içindir. Sanki şöyle denilmiştir: O gün kişi kardeşinden kaçar. Hatta anne-babasından da kaçar. Hatta hanımından ve çocuklarından da kaçar.
37- لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ “Onlardan her biri için, o gün başından aşkın işi vardır.”
38- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ “O gün bazı yüzler parıl parıldır.”
39- ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ “Güleçtir, sevinçlidir.”
Gördüğü nimetler karşısında güleç ve sevinçlidir.
40- وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ “Bazı yüzler ise o gün toz toprak içindedir.”
41- تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ “Bir karanlık onları bürür.”
O yüzleri bir siyahlık ve zulmet bürür.
42- أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ “İşte bunlardır kefere-i fecere.”
İşte bunlar küfür ve fücuru cem eden kimselerdir. Bundan dolayı yüzlerinin siyahlığına toz ve is de ilâve edilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Abese sûresini okuyan kıyamet gününe yüzü güleç ve sevinçli gelir
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
2- أَن جَاءهُ الْأَعْمَى “Kendisine âmâ geldi, diye.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayet edilir ki, (âmâ bir zat olan) İbnu Ümmi Mektum Hz. Peygamberin yanına gelir. Hz. Peygamberin yanında Kureyşin önde gelenleri vardı ve onları İslâma davet etmekteydi. İbnu Ümmi Mektum, “Ya Rasûlallah, Allahın sana öğrettiklerinden bana öğret” dedi. O’nun kavmiyle meşguliyetini bilmediğinden bu talebini ardı ardına tekrarladı. Hz. Peygamber, O’nun sözünü kesmesinden hoşlanmadı, yüzünü ekşitti, yüz çevirdi. Bu münasebetle bu ayetler indi.
Hz. Peygamber İbnu Ümmi Mektumu gördüğünde kendisine ikram eder ve şöyle derdi: “Merhaba ey kendisinden dolayı Rabbimin beni itap ettiği kişi!”
Hz. Peygamber iki defa bu zâtı Medineye kendi yerine vekil olarak bırakmıştır.
Ayette “âmâ” şeklinde İbnu Ümmi Mektumun nazara verilmesi, Hz. Peygamberin kavmine konuşurken sözünü kesmesinde özrünü hissettirmek ve şefkat ve merhamet gösterilmeye ehil olduğuna delâlet etmek içindir.
Veya “âmâ” olduğunun nazara verilmesi böyle bir yüz ekşitmenin uygun olmadığını daha kuvvetli bir şekilde anlatmak içindir. Nitekim devamında doğrudan hitap ile seslenilmesinde de böyle bir incelik vardır:
3- وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى “Nerden biliyorsun belki o temizlenecek?”
Onun halini nereden biliyorsun? Belki de Senden öğrendikleriyle günahlardan temizlenecektir.
Ayetin ifadesinde, Hz. Peygamberin O’ndan yüz çevirmesinin, başkasını günahlardan temiz kılmak için olduğuna bir ima vardır.
4- أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى “Veya öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek.”
Denildi ki: “Nerden biliyorsun belki o temizlenecek?...” ayetinde zamir kâfire râcidir. Yani, “Ey Peygamber! Sen İslâma girerek onun temizlenmesini ve verilen öğütten faydalanmasını umdun. Bundan dolayı diğerinden yüz çevirdin. Ama umduğun şeyin gerçekleşeceğini nereden biliyorsun?”
5- أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى “Ama bundan istiğna gösterene gelince.”
6- فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى “Sen ona yöneliyorsun.”
7- وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى “(İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!”
Onun İslam ile tertemiz hâle gelmemesinde Sana bir beis yoktur ki onun Müslüman olmasına karşı gösterdiğin hırs, Müslüman olan birinden yüz çevirmene neden olsun! “Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bir muhafız olarak göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir.” (Şûra, 48)
8- وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى “Ama sana koşarak gelen”
9- وَهُوَ يَخْشَى “Korkarak gelmişken”
Korkarak gelmesi,
-Allahtan,
-Peygambere gelmesinden dolayı kâfirlerin eziyetinden,
-Veya âmâ olup kendisinin o anda elinden tutan biri de olmadığı için yolda düşmekten olabilir.
1ّ0- فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى “Sen onunla ilgilenmiyorsun.”
11- كَلَّا “Hayır!”
Hayır, bir daha böyle yapma!
إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ “Çünkü o bir öğüttür.”
12- فَمَن شَاء ذَكَرَهُ “Artık dileyen onu tezekkür eder.”
Ayetteki iki zamir Kur’ana racidir.
Veya bahsi geçen uyarıyla alâkalıdır.
13- فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ “O, değerli sahifelerdedir.”
Kur’an, Allah nezdinde mükerrem, kıymetli sahifelerdedir.
14- مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ “Yüksektir, tertemizdir.”
Bunların kadri yüksektir, şeytanların elleri bunlara uzanamaz.
15- بِأَيْدِي سَفَرَةٍ “Elçilerin elleriyle gelmiştir.”
Bu Kur’an, vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiyde ise Allah ile rasûlleri arasında elçilik yapan melekler vardır.
Gelen vahiy, Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine yazdırılmıştır.
16- كِرَامٍ بَرَرَةٍ “Değerli, iyi yazıcıların.”
Bunlar, Allah nezdinde itibarlı, takva sahibidirler.
Şayet meleklerin özelliği olarak düşünülürse şunu bildirir: “Bunlar mü’minlere karşı çok şefkatlidirler, onlarla konuşurlar, onlar için mağfiret talebinde bulunurlar, müttakidirler.”
17- قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ “O kahrolası insan, ne kadar da nankör!”
Ayette, nankörlük yapan kimselere en çirkin bir beddua ve küfründe bu derece aşırı olmasına bir hayret bildirme vardır. İbare gayet kısa olmakla beraber, büyük bir gadaba ve etkili bir kınamaya delâlet eder.
18- مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ “(Allah) onu hangi şeyden yarattı?”
Allahın insana olan nimetini ve özellikle de yaratılışının başlangıcını beyan eder. Ayetteki soru, tahkîr içindir. Bundan dolayı ayetin devamı, sorunun cevabını da vererek şöyle der:
19- مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ “Nutfeden, onu yarattı da biçime koydu.”
Allah onu bir nutfeden yarattı, tam bir insan haline gelinceye kadar onu tavırdan tavra intikal ettirdi, hikmetli azalar, şekiller verdi.
20- ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ “Sonra yolu ona kolaylaştırdı.”
Sonra rahmi genişleterek ve rahimdeki bebeğe başını aşağıya çevirmesini ilham ederek ana rahminden çıkışını kolaylaştırdı.
Veya “ona hayır ve şer yolunu kolaylaştırdı.”
Yol anlamındaki “sebîl” kelimesinin elif-lâmlı gelmesi, bunun umumî bir yol olduğunu hissettirmek içindir.
Bu son manaya göre, dünyanın bir yol olduğuna, asıl menzilin bundan başka olduğuna bir ima vardır. Bundan dolayı devamında şöyle denilmiştir:
21- ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ “Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu.”
Ayet, öldürmeyi ve kabre bırakılmayı da birer nimet olarak saydı. Çünkü ölüm, ebedi hayata ve halis lezzetlere kavuşmaya bir vesiledir.
Kabre bırakılması ise, insana hem bir itibardır, hem de cesedini vahşi-yırtıcı hayvanlardan korumaktır.
22- ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ “Sonra dilediği zaman onu (tekrar) diriltir.”
Ayette “dilediği zaman (tekrar) diriltir” denilmesinde, diriltme vaktinin hadd-i zâtında muayyen olmayıp Allahın meşietine bağlı olduğunu hissettirmek vardır.
23- كَلَّا “Hayır!”
Bu ifadede, insanı böyle bir nankörlükten sakındırma vardır.
لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ “Doğrusu o, O’nun emrini tam olarak yerine getirmedi.”
Âdem zamanından şimdiye kadar, Allahın emrettiği gayeyi insan henüz yerine getiremedi. Çünkü herkesin mutlaka bir kusuru vardır.
24- فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ “İnsan, yiyeceğine bir baksın!”
Önceki ayetlerde insanın zâtı ile ilgili nimetler anlatılmıştı. Burada da haricî nimetler nazara verildi.
Bu kısım, insanın yediği şeylerin nasıl meydana geldiğini açıklamaktadır.
25- أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا “Biz yağmuru yağdırdıkça yağdırdık.”
26- ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا “Sonra toprağı yardık da yardık.”
Sonra toprağı bitkilerle yardık.
27- فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا “Derken orada hububat bitirdik.”
Orada buğday, arpa gibi hububat bitirdik.
28- وَعِنَبًا وَقَضْبًا “Üzümler ve yoncalar.”
29- وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا “Zeytinlikler, hurmalıklar.”
30- وَحَدَائِقَ غُلْبًا “İri ve sık ağaçlı bahçeler.”
31- وَفَاكِهَةً وَأَبًّا “Meyveler ve çayırlar bitirdik.”
3ِِ2- مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ “Siz ve davarlarınız faydalansın diye.”
Çünkü, bahsi geçen türlerin bir kısmı yiyecektir, bir kısmı da yemdir.
33- فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ “Kulakları sağır eden o gürültü geldiğinde.”
34- يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ “O gün kişi kaçar, kardeşinden.”
35- وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ “Anasından, babasından.”
36- وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ “Eşinden ve evladından.”Kişinin bu en yakınlarından kaçması, kendi derdiyle meşgul olmasından ve onların fayda veremeyeceklerini bildiğindendir.
Veya onların kendisi üzerinde hakkı olduğundan, bunu talep etmelerinden sakınmak içindir.
Ayette daha ziyade sevilenlerin derece derece geride zikredilmesi, o günün dehşetini daha etkin anlatmak içindir. Sanki şöyle denilmiştir: O gün kişi kardeşinden kaçar. Hatta anne-babasından da kaçar. Hatta hanımından ve çocuklarından da kaçar.
37- لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ “Onlardan her biri için, o gün başından aşkın işi vardır.”
38- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ “O gün bazı yüzler parıl parıldır.”
39- ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ “Güleçtir, sevinçlidir.”
Gördüğü nimetler karşısında güleç ve sevinçlidir.
40- وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ “Bazı yüzler ise o gün toz toprak içindedir.”
41- تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ “Bir karanlık onları bürür.”
O yüzleri bir siyahlık ve zulmet bürür.
42- أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ “İşte bunlardır kefere-i fecere.”
İşte bunlar küfür ve fücuru cem eden kimselerdir. Bundan dolayı yüzlerinin siyahlığına toz ve is de ilâve edilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Abese sûresini okuyan kıyamet gününe yüzü güleç ve sevinçli gelir
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren