Neler yeni

Welcome to Cidar - Hak Yolunda... Hak üzere...

Forumumuza hoş geldiniz, burada birçok faydalı içerik ve aktif bir topluluk sizi bekliyor, ancak tüm özelliklerden yararlanabilmek ve paylaşımlara katılabilmek için kayıt olmanız gerekmektedir.

Ahkaf Suresi Tefsiri

Admin

Yönetici
Katılım
19 Şub 2025
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1- حم “Hâ, mîm.”







2- تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ “Kitabın indirilişi, Azîz – Hakîm olan Allah tarafındandır.”







3- مَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى “Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak üzere ve belirli bir süre için yarattık.”



Göklerin ve yerin hak üzere yaratılması
, hikmet ve adaletin gerektirdiği şekilde yaratılmasını ifade eder. Böyle bir yaratılışta, daha önce de defalarca dikkat çektiğimiz gibi, Sani-i Hakîmin varlığına ve insanların amellerinin karşılığını almaları için ahiretin lüzumuna bir delalet vardır.



“Belirli bir süre”den (ecel-i müsemma’dan) murat, bütün varlıkların kendisinde eceli tadacağı kıyamet günüdür veya her bir varlık için belirlenmiş sürenin sonudur.



وَالَّذِينَ كَفَرُوا عَمَّا أُنذِرُوا مُعْرِضُونَ “İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çeviriyorlar.”Onunla ilgili düşünmüyorlar, uyarıldıkları ahiret konusunda bir hazırlık yapmıyorlar.







4- قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ “De ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü?”



Yani, ilahlarınızın durumu hakkında düşündükten sonra bana haber verin bakalım!



أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ “Gösterin bana, yeryüzünden neyi yarattılar?”



Onların âlemin cüzlerinden herhangi bir şeyin yaratılmasında herhangi bir katkıları olmasını akıl kabul eder mi, ta ki bununla ibadete layık olsunlar!



أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ “Yoksa göklerde onların bir ortaklığı mı var?”



Ayette şirkin semavatla bağlantılı söylenmesi, semavî sebeplerin arzda meydana gelen olayların icadında ortaklıkları olması tevehhümünü reddetmek içindir.



اِئْتُونِي بِكِتَابٍ مِّن قَبْلِ هَذَا أَوْ أَثَارَةٍ مِّنْ عِلْمٍ “Bundan öncesinden bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!”



“Bundan öncesinden”
murat, Kur’andır. Çünkü O, tevhidi anlatmaktadır.[1>



“Yahut bir bilgi kalıntısı”



Kitapta bulamadınızsa, öncekilerin ilimlerinde, bu şeriklerinizin ibadete layık olduklarına veya onlara ibadet edilmesine emir verildiğine dair bir ilim kırıntısı varsa, bana gösterin.



إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenler iseniz…”



Davanızda sadık iseniz, bunu yapın.







5- وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olana dua edenden daha sapmış kim olabilir?”



Ayetin evvelinde Allahın şeriki olmadığına aklen delil getirilmişti, bu kısımda da naklen delil getirildi. Böylece, hem aklen hem de naklen bir delilleri olmadığı ortaya konuldu.



Ayette soru üslûbu, böyle yapan birinden daha ziyade sapmış biri olmadığını ifade etmek içindir.



Çünkü bu müşrikler,



-Her şeyi işiten,



-Her şeyi gören,



-Her şeye gücü yeten,



-Her şeyden haberdar olan Allaha ibadeti bırakıp kendilerini duysalar bile icabet edemeyecek olan şeylere tapmaktadırlar. Bu taptıkları nerde kaldı onların içlerinden geçenleri bilsinler ve onların maslahatlarını gözetsinler!



وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ “Oysa o taptıkları, onların dualarından gafildirler.”



Çünkü o taptıkları



-Ya putlar gibi cansız şeylerdir.



-Veya kendi işine bakan musahhar kullardır.







6- وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاء “Kıyamette insanlar bir araya toplandığı zaman, taptıkları şeyler kendilerine düşman kesilirler.”



Diğer âlemde de bu batıl mabutlar, kendilerine tapanlara zarar verirler, fayda veremezler.



وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ “Ve onların kendilerine ibadetini inkâr ederler.”



Doğrudan konuşarak veya hâl dili ile kendilerine ibadet edenleri inkâr ederler.



Denildi ki: Ayetin bu kısmı, “Sonra onların fitnesi, ancak şöyle demek olacak: Vallahi ey Rabbimiz, biz müşriklerden değildik.” (En’am, 23) ayetinde olduğu gibi, bunlara ibadet edenler hakkındadır.







7- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ “Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, o hakkı inkar edenler hemen “bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”



Hak’
tan murat, ayetlerdir. İnkârcılar bu ayetler kendilerine geldiğinde hiç tefekkür etmeden “bu apaçık bir sihirdir” demişlerdir.



Ayette “ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda” denildikten sonra hem ayetler hem de kâfirler için zamir gönderilebileceği hâlde “hakkı inkâr edenler şöyle dediler” denilmesi, onlara okunan ayetlerin hak olduğunu ve onların da tam bir küfür ve dalaletle mukabelede bulunmalarını tescil etmek içindir.







8- أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ “Yoksa, “Onu uydurdu” mu diyorlar?”



Kur’ana “sihir” demekle kalmamış, daha çirkin olan “Kendi sözünü Allaha nisbet ile O’na iftira ediyor” demişlerdir. Ayette, onların bu iddialarını reddetmek ve sözlerine hayret uyandırmak vardır.



قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا “De ki: Eğer onu uydurmuşsam Allah’tan gelecek olana karşı siz benim için hiçbir şey yapamazsınız.”



De ki: Farz-ı muhal ben Kur’anı Allaha iftira etsem, O da beni hemen cezalandırmak istese, siz o cezadan bir şeyi benden gideremezsiniz. Dolayısıyla, böyle bir şeye ben nasıl cesaret eder, kendimi azaba maruz bırakırım?



هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ “O sizin yaptığınız taşkınlıkları en iyi bilendir.”



كَفَى بِهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ “Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter!”



O, benim sadık olduğuma ve size tebliğde bulunduğuma, sizin de yalancı ve inkârcı olduğunuza şehadet eder.



Ayet, onların taşkınlıklarına mukabil bir vaîddir.[2>



وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “O, Ğafur’dur – Rahîm’dir.”



Ayet, küfründen dönen ve iman edenler için mağfiret ve rahmeti vaat eder. Ayrıca, cürümleri büyük olmasına rağmen Allahın Halîm olduğunu hissettirir.







9- قُلْ مَا كُنتُ بِدْعًا مِّنْ الرُّسُلِ “De ki: Ben Peygamberlerden bir bid’a değilim.”



Ben sizi, diğer peygamberlerin davet ettiği şeylerden farklı bir şeye çağırıyor değilim.



Veya, onların yapamadığı bir şeyi ben yapacak değilim.



Bu da, müşriklerin talep ettiği bütün mu’cizeleri göstermektir.



وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ “Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.”



Dünya ve ahirette bana ve size ne yapılacağını ayrıntılı olarak bilmiyorum. Çünkü, benim gayba ait ilmim yok. Bunun dışına çıkmam.



إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ “Ben ancak bana vahyedilene uyarım.”



Ayet, onların gaybla ilgili haberler almak istemelerine bir cevaptır. Hâlbuki O, vahyedilmedikçe bu konuda bir şey diyemez.



Veya bir an önce müşriklerin ezalarından kurtulmak isteyen mü’minlere bir cevaptır.



وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”



Ben ancak apaçık şahitlerle ve tasdik edici mu’cizelerle Allahın ceza vermesinden uyarmaktayım.







10- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَكَفَرْتُم بِهِ “De ki: Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz?”



وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى مِثْلِهِ فَآمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْ “İsrailoğullarından bir şahit de bunun misline şahitlik edip inandığı hâlde, siz büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmazmısınız?).”



Zamir, Kur’ana râcidir.



Şahit’ten murat, Abdullah Bin Selam’dır.



Hz. Musa olduğu da söylendi. O’nun şehadeti Tevratta Hz. Peygamberin evsafının yer almasıdır.



O şahid, Kur’anda olan manaların benzerine şehâdet etmektedir. Bu da Kur’andaki manaları tasdik eden ve O’na uygunluk arzeden Tevrattaki bilgilerdir.



Veya Kur’anın misli olması, yani O’nun gibi Allah katından gelmesidir.



Bu şahit, Kur’andaki hakka mutabık ilâhî vahyi görmüş ve Ona iman etmiştir.



إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”



Ayet, onların Kur’ana iman etmemelerinin, zulümlerinden kaynaklanan dalaletleri sebebiyle olduğunu hissettirmektedir. Ayrıca, hazfedilmiş cevaba da bir delildir. Yani, “Siz de zâlimler değil misiniz?”







11- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا “İnkâr edenler, iman edenler için şöyle dediler:”



لَوْ كَانَ خَيْرًا مَّا سَبَقُونَا إِلَيْهِ “Şayet bu bir hayır olsaydı, onlar onu kabulde bizi geçemezlerdi.”



Sebeb-i Nüzûl




O kâfirler mü’minler hakkında şöyle dediler: “İman veya Muhammedin getirdikleri hayırlı bir şey olsaydı, mü’minler düşük kimseler oldukları cihetle bizden evvel ona koşmazlardı.”



Çünkü, mü’minler genelde fakir, köle, çoban kimselerdi.



Bunu söyleyen Kureyş’tir.



Denildi ki: Cüheyne, Müzeyne, Eslem ve Ğıfar kabileleri Müslüman olduğunda, Benî Âmir ve Ğatafan kabileleri böyle dediler.



Veya, Abdullah Bin Selâm ve etrafı İslâma girince, Yahudiler böyle söylediler.



وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ “Onunla doğru yolu bulamadıkları için “Bu kadîm bir yalandır” diyeceklerdir.”



“Bu kadîm bir yalandır”
demeleri, onların “esatîru’l-evvelin” yani “eskilerin masalları” demeleri gibidir.







12- وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً “Bundan önce bir önder ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı vardı.”



وَهَذَا كِتَابٌ مُّصَدِّقٌ لِّسَانًا عَرَبِيًّا لِّيُنذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى لِلْمُحْسِنِينَ “Bu ise, zulmedenleri uyarmak ve muhsin olanlara müjde olmak üzere Arab diliyle gelmiş, onu tasdik edici bir kitaptır.” Bu Kur’an, Musanın kitabını veya genel anlamda önceki semavî kitapları tasdîk eden bir kitaptır.







13- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ “Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.”



Bunlar ilmin özü olan tevhid ile amelin müntehası olan istikametli hareketi cem ettiler.



Önce imanın nazara verilip “sonra” ifadesiyle amele geçilmesi, amel rütbesinin imandan sonra geldiğine ve tevhîd itibarıyla bir kıymet kazandığına delâlet eder.



Onlar, kendilerine gelecek nahoş bir şeyden korkmazlar.



Sevdikleri bir şeyi kaybetmekten de mahzun olmazlar.







14- أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ “Onlar cennet ashabıdır.”



خَالِدِينَ فِيهَا جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Yaptıklarına karşılık, orada daimi kalacaklardır.”



Cennet, onların kesbettikleri ilmî ve amelî faziletlerine bir mükâfattır.




[1> Yani “Kur’anda davanıza bir delil bulamazsınız. Bu durumda daha öncesinden bir kitaptan delil getirin!”



Böyle denilmesi, onları susturmak içindir. Çünkü Allahın gönderdiği bir kitapta asla böyle bir şey bulamayacaklardır.



[2> Allah onların yaptığına şahit olunca, bu yaptıkları taşkınlıkları elbette cezalandıracaktır.

15- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا “Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik.”



حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا “Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle dünyaya getirdi!”



وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا “Onun anne karnında taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır.”Çocuğun terbiyesinde annenin karşılaştığı zorlukları anlatan bu ifadeler, iyi davranma emrini te’kid etmektedir.Ayette, annenin çocuğu karnında taşıma süresinin en azı altı ay olduğuna bir delil vardır. Çünkü “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” (Bakara, 233) ayeti, emzirmenin iki yıl olduğunu ifade ediyor. Otuz aydan bu süre (yani yirmidört ay) çıkarıldığında altı ay kalır. Doktorlar da böyle demektedirler.



حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ “Nihayet olgunluk çağına gelip,kırk yaşına varınca şöyle dedi:”Denildi ki: Her peygamber kırkından sonra gönderildi.



رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ “Ya Rabbi,bana ve anne-babama verdiğin nimetlere şükretmemi bana ilham et.”



Bundan murat “din nimetidir” veya onu ve diğer nimetleri içine de alabilir. Ayetin Hz. Ebubekir hakkında indiği şeklindeki rivayet de bu ikinci manayı teyit eder. Çünkü ayet indiğinde, muhacir ve ensardan anne-babası da İslâma girmiş bir tek O vardı.



وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ “Senin razı olacağın salih amel işlememi de.”



وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي “Neslimi de salih kimseler yap.”



إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ “Şüphesiz ben sana döndüm.”



Ben, râzı olmayacağın veya Senden alıkoyan şeylerden Sana döndüm.



وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Gerçekten ben sana teslim olanlardanım.”







16- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ “İşte bunlar, cennet ehli içinde yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız kimselerdir.”



Yaptıklarının en güzelinden murat, emredilenleri yerine getirmeleridir. Mubah işlere gelince, bunlara bir sevap verilmez.[1>



وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ “Bu, onlara vaad edilmiş olan dosdoğru bir sözdür.”



Amellerinin kabulü ve günahlarının cezalandırılmaması, dünyada iken kendilerine vaat edilmiştir, bu vaat ahirette tahakkuk edecektir.







17- وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا “Şu kimse ise anne ve babasına şöylededi: Öf size!”



Ayetin Hz. Ebubekirin oğlu Abdurrahmânın daha İslâma girmezden önce indiği söylenir. Ama murat, sadece o olmayıp genel bir durumu anlatmaktır. Çünkü nüzul sebebinin hususî olması, hükmün umumî olmasına engel değildir.



أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي “Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, bana tekrar diriltilmeyi mi vaat ediyorsunuz?”



Hâlbuki öncekilerden hiçbiri kabrinden çıkarılmadı.



وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ “Onlar ise Allah’a sığınıyorlardı.”



وَيْلَكَ آمِنْ “Yazıklar olsun sana! İman et.”



إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ “Şüphesiz Allah’ın va’di haktır.”



فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ “O ise, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.”



“Böyle inançlar, eskilerin yazdığı batıl şeylerdir” diyordu.







18-
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ “İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azab vaadinin gerçekleşmiş olduğu kimselerdir.”



“İşte bunlar cehennem ehli oldukları sabit kimselerdir.”



Ayetin bu kısmı, ayetin Hz. Ebubekirin oğlu Abdurrahmân hakkında inmiş olmasını reddeder. Çünkü onu da cehennem ehline dâhil etmektedir.[2>




وَالْإِنسِ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ “Çünkü onlar hüsrana uğrayanlardır.”



Ayet, hükmün illetini bildirir.







19-
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا “Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır.”



Her iki fırkadan herkes için hayır ve şerden yapmış oldukları amellere göre mertebeler vardır. “Derece” daha çok mükâfatlandırmada kullanılır. Burada tağlîb babından cezayı da içine alacak şekilde gelmiştir.




وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ “(Bu da) Allah’ın onlara, amellerinin karşılığını tas tamam vermesi içindir.”



وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve kendilerine haksızlık yapılmaz.



Sevapları noksanlaştırılarak veya cezaları artırılarak onlara zulmedilmez.







20-
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ “O gün inkâr edenler ateşe arzedilir.”



Onlara şöyle denilir:




أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا “Dünya hayatınızda güzelliklerinizi bitirdiniz.”



Dolayısıyla, size onlardan bir şey kalmadı.




وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا “Onlarla zevk sürdünüz.”



فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ “Bugün ise, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.”




[1> Ancak mubah işler de güzel bir niyetle salih amel olur, sahibine sevap kazandırır. Mesela, yemek-içmek gibi fiiller mubahtır, mü’min de kâfir de yer ve içer. Mü’min kimse, bununla kuvvetlenip daha ziyade ibadet ve taatte bulunmayı niyet ederse, yemesi ve içmesi de ibadet olur.



[2>Hâlbuki sonradan Müslüman olmuştur.
29-
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ “Hani Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik.”



فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا “Onlar, peygamberin yanına gelince birbirlerine, “Susun!” dediler.”Birbirlerine “Susun, dinleyelim” dediler.



فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ “Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.”Rivayete göre bu olay Hz. Peygamber (asm) Taiften dönerken Nahle Vadisinde gerçekleşti. Hz. Peygamber gece namazında sesli bir şekilde Kur’an okurken bir grup cin kendisini dinlemiş, döndüklerinde duyduklarını kavimlerine anlatmışlardı.







30- قَالُوا يَا قَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنزِلَ مِن بَعْدِ مُوسَى “Dediler ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen bir kitap dinledik.”



Böyle demeleri,



-Ya Yahudi olmalarından



-Veya Hz. İsa’nın dinini bilmemelerindendir.



مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ “Kendinden önceki kitapları tasdik edici.”



يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُّسْتَقِيمٍ “Hakka ve doğru bir yola iletiyor.”



Bu kitap, hak inançla ve dosdoğru hükümlerden meydana gelen bir yola sevkediyor.







31- يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.”



وَآمِنُوا بِهِ “Ve ona iman edin.”



يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ “Ta ki, (Allah) günahlarınızdan sizi bağışlasın.”



Bundan murat, sırf Allah hakkı olan günahlardır. Kul hakkı olan günahlar ise, sadece iman etmekle bağışlanmaz.



وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ “Ve elîm bir azaptan sizi kurtarsın.”Ve kâfirler için hazırlanan elîm bir azaptan sizi korusun.Ayette onlara verilecek sevaptan bahsedilmeyip sadece bağışlanmaları ve azaptan korunmaları nazara verilmişse de, onlar da mükellefiyet meselelerinde Âdemoğulları gibidirler.







32- وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ “Kim Allah’ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde O’nu âciz bırakacak değildir.”



Çünkü kaçmakla Allahın azabından kurtulunmaz.



وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء “Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz.”



Ve ondan Allahın azabını men edecek yardımcılar da söz konusu değildir.



أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “İşte onlar apaçık bir dalalet içindedirler.”



Böyle bir Hak davetçisinden yüz çevirdikleri cihetle, onlar apaçık bir dalalettedirler.







33- أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى “Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye kadir olduğunu görmediler mi?



بَلَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Evet, şüphesiz O, her şeye kadirdir.”Yani, Onun kudreti zorunludur, yaratıp vücud vermekle ebediyen ne noksanlaşır ne de O’ndan ayrılır.Ayetin bu kısmı, genel bir şekilde Allahın kudretini takrîr eder, maksuda bir delil gibi olur.Sûrenin başında ilk yaratılış nazara verilmişti. Sonunda ise, ikinci yaratılışın isbatı yapıldı.







34- وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ “İnkâr edenler ateşe arzedildikleri gün, “Bu, hak değil mi?” (denir.)Bu” ile azaba işaret edilmiştir.



قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا “Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun ki hak” derler.”



قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ “Allah der: Öyleyse inkârınıza mu kabil tadın bakalım azabı!”



“Öyleyse tadın bakalım azabı” ifadesi, onları zelil kılmak ve kınamak içindir.







35- فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ “O hâlde, peygamberlerden ulu’l- azm olanların sabretmesi gibi sabret.”



“Peygamberlerden” ifadesi iki şekilde anlaşılabilir:



1-Sebat ve ciddiyet sergileyen diğer tüm peygamberler gibi Sen de sabret. Çünkü, Sen de onlardan birisin.



2-Bu, baziyet de bildirebilir.[1>



Peygamberlerden ulu’l-azm olanlar, müstakil şeriat sahibi olanlardır. Bunlar, dinlerini tesis ve takrir için çok büyük gayret göstermişler, zorluklara göğüs germişler ve dinlerine saldıranlara karşı mücadele etmişlerdir. Bunların en meşhurları,



-Hz. Nûh,



-Hz. İbrahim,



-Hz. Musa



-Hz. İsa (aleyhimüs-selâm)dır.



Denildi ki: Ulu’l-azm peygamberler, Hz. Nûh gibi Allahtan gelen belaya sabredenlerdir.



Hz. Nûh, onu bayıltıncaya kadar dövdükleri hâlde kavminin ezasına sabrediyordu.



Hz. İbrahim ateşe atılmasına, oğlunun kurban edilme talebi tarzındaki imtihana sabretti.



Hz. Yakub, oğlunu ve gözünü kaybetmeye sabretti.



Hz. Yusuf kuyuya ve zindana atılmasına sabretti.



Hz. Eyyûb, hastalıklara karşı sabretti.



Hz. Musa, kavminin “Ya Musa, bize yetiştiler!” demesi gibi taşkınlıklarına sabretti.[2>



Hz. Davud, bir hatasından dolayı kırk yıl ağladı.



Hz. İsa, tuğla üzerine tuğla koymadı.[3>



وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ “Onlar için acele etme.”Kureyş kâfirlerine azabın hemen gelmesi için acele etme. Çünkü vakti geldiğinde hiç şüphesiz azap onlara inecektir.



كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ “Onlar kendilerine vaat edilen azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar.”



Onlar azabı gördüklerinde, azabın dehşetinden dolayı dünyada kaldıkları müddeti çok az kabul edecekler, onu gündüzün bir saati kadar zannedecekler.



بَلَاغٌ “Bu, bir duyurudur.”Size verilen bu nasihat veya bu sûre, yeter mi yeter.



Veya, bu size Peygamberden bir tebliğdir.



فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ “Yoksa yoldan çıkan fasıklar topluluğundan başkası mı helak edilir?”Helâk olanlar, öğüt almaktan hâriç kalan veya tâatten çıkanlardan başkaları değildir.



Hz. Peygamber şöyle buyurur:



“Ahkaf sûresini her kim okusa, ona dünyadaki bütün kumlar kadar sevap yazılır.”




[1> Yani, her peygamber ulu’l-azm olmayabilir. Sen onlardan ul’l-azm olanların sabretmeleri gibi sabret.



[2>Bkz. Şuara, 61.



[3>Yani, dünya malı olarak hiçbir şeye sahip değildi.

21- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ “Âd kavminin kardeşini hatırla.”

Bundan murat, Hz. Hûd’dur.

إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ “Hani O, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı.”

Ahkaf
, kıvrımlı uzun ve yüksek kum yığını demektir. Âd kavmi, denize yakın böyle bir bölgeye yerleşmişlerdi.

وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ “O’ndan önce ve sonra uyarıcılar gelip geçmişti.”

أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ (Onlara dedi:) Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.”

إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “Çünkü ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum.”

Şirk koşmanız sebebiyle başınıza gelecek dehşetli bir azaptan korkuyorum.



22- قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا “Onlar dediler: Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin?”

فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize vaad ettiğini getir.”

Vaadinde sadıklardan isen, şirkten dolayı bize vaat ettiğin azabı getir de görelim!



23- قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ “Hûd dedi: “Onun ilmi Allah katındadır.”

Size vaat edilen azabın vaktini ben bilmiyorum ve benim onda bir müdahalem yoktur ki acele ile başınıza getireyim. Onun ilmi ancak Allah katındadır ve takdir edilen vakitte onu size getirecektir.

وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ “Ben size, benimle gönderileni tebliğ ediyorum.”

Elçiye düşen ancak tebliğdir.

وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ “Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.”

Öyle ki, peygamberlerin mübelliğ ve uyarıcı olarak gönderilip azap verici olmadıklarını bilmiyorsunuz.



24- فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا “Onu (azabı) vadilerine doğru yayılan bir bulut olarak gördüklerinde şöyle dediler:”

هَذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا “Bu, bize yağmur getiren bir buluttur.”

بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ “Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir.”

Hz. Hûd dedi: Bilakis o, acele edip istediğiniz azap!

رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ “İçinde elem dolu azabın bulunduğu bir rüzgârdır.”



25- تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا “O, Rabbinin emriyle her şeyi yerle bireder.”

O rüzgâr, Rabbinin emri ile onların canlarını ve mallarını helâk eder. Çünkü en küçük bir hareket ve edna bir sükun, ancak Allahın dilemesi iledir.

فَأَصْبَحُوا لَا يُرَى إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ “Derken meskenlerinden başka hiçbir şeyleri görünmez hâle geldiler.”

Böylece rüzgâr onları helâk etti. Öyle ki, faraza onların beldesine gelsen meskenlerinden başka bir şey görmezdin.

كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ “İşte biz, mücrim toplumu böyle cezalandırırız.”

Rivayete göre Hz. Hûd rüzgârı hissedince mü’minlerle ayrı bir yere çekildi. Rüzgâr gelip o mücrim topluluğun üzerlerine kum tepelerini yığdı. Yedi gece sekiz gün rüzgâr dehşetli bir fırtına olarak devam etti. Sonra onları denize sürükleyip sakinleşti.



26- وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ “Andolsun, size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik.”Şöyle bir mana da takdir edilebilir: Onlara öyle imkânlar verdik ki, şayet size verseydik azgınlığınız çok daha fazla olurdu.

Ancak “Size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik” manası daha açık ve daha uygundur. “Hâlbuki biz, kendilerinden evvel, mal ve gösterişçe daha güzel nice nesilleri helak etmişizdir.” (Meryem 74)

ve “Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri yönüyle kendilerinden daha çetin idiler.” (Mü’min, 21) gibi ayetler de bu manayı teyid eder.

وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً “Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik.”

Onlara bu azaları verişimiz, bu nimetleri tanımaları ve bunlarla o nimetleri verene istidlalde bulunmaları ve o nimetlere mukabil şükretmeleri içindi.

فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ “Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir yarar sağlamadı.”

إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ “Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı.”

وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Ve alaya aldıkları şey, onları kuşattı.”

Kendisiyle istihza ettikleri azap, başlarına geldi.



27- وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُم مِّنَ الْقُرَى “Andolsun, biz çevrenizdeki beldeleri helak ettik.”

Hitap, (ilk muhatapları olmaları itibarıyla) Mekke halkınadır. Yani, “Ey Mekke halkı! Andolsun ki biz çevrenizdeki Hicr, Semud ve Lût kavminin şehirleri gibi yerleri helâk ettik.

وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıkladık.”

Olur ki küfürlerinden dönerler diye, ayetleri tekrar be tekrar çeşitli şekillerde açıkladık.



28- فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً “Allah’ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya!”

Keşke “bunlar bizim Allah nezdinde şefaatçilerimiz” dedikleri ve kendileriyle Allaha yaklaşacaklarını zannettikleri, batıl mabutları, onları helak edilmekten kurtarsalardı!

بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ “Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler.”

Ama o batıl mabutlar, kendilerinden kaybolup gittiler ve bunlardan bir medet beklemek imkânsız oldu.

وَذَلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ “İşte bu, onların yalanları ve uydurup durdukları iftiralarıdır.”
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
 
Üst Alt