Neler yeni

Welcome to Cidar - Hak Yolunda... Hak üzere...

Forumumuza hoş geldiniz, burada birçok faydalı içerik ve aktif bir topluluk sizi bekliyor, ancak tüm özelliklerden yararlanabilmek ve paylaşımlara katılabilmek için kayıt olmanız gerekmektedir.

Duhan Suresi Tefsiri

Admin

Yönetici
Katılım
19 Şub 2025
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1- حم “Hâ, mîm.”







2- وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ “Apaçık olan Kitab’a (Kitab-ı mübine) andolsun.”







3- إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ “Biz onu mübarek bir gecede indirdik.”



Mübarek gece
den murat



-Kadir gecesidir.



-Veya Beraet gecesidir.



Bu gecede Kur’anın nüzulü başlamıştır.



Veya bir bütün olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına indirilmiş, sonra Hz. Peygambere kısım kısım gönderilmiştir.



Kur’anın indirildiği gecenin mübarek olması, onun nüzûlünün dînî ve dünyevî menfaatlere bir sebep olmasındandır.



Veya o gecede,



-Meleklerin indirilmesi,



-Rahmetin nüzûlü,



-Dualara icabet edilmesi,



-Nimetlerin taksim edilmesi,



-Ve kaderden yeni fasılların açılması cihetindendir.



إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ “Şüphesiz biz uyarıcılarız.”



Ayet, Kur’anın indirilmesini gerektiren durumlardan birini beyan etmektedir. Devamındaki ayet de böyledir.







4- فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ “Her hikmetli iş o gecede ayrılır.”



Çünkü o gecenin, muhkem veya birbirine iltibas edilen işlerin hikmetle ayrıldığı gece olması, bunların en büyüklerinden olan Kur’anın o gecede indirilmesini gerekli kılar.



Ayetin bu kısmının “mübarek gecenin” sıfatı olması da düşünülebilir.



Yani “Biz onu her hikmetli işin kendisinde ayrıldığı mübarek bir gecede indirdik.” Böyle kabul edilince, aradaki “Şüphesiz biz uyarıcılarız” cümlesi, bir cümle-i muteriza (ara cümle) olur.Ayetin bu kısmı, bu gecenin kadir gecesi olduğuna delâlet eder. Çünkü burada anlatılan özellik, “Melekler ve Ruh o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler” ayetinde anlatılan aynı özelliktir. (Kadir, 4)







5- أَمْرًا مِّنْ عِندِنَا “Tarafımızdan bir emirle.”



إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ “Şüphesiz biz elçiler göndericiyiz.”







6- رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ “Rabbinden bir rahmet olarak.”



Ayet, üstteki “Şüphesiz biz uyarıcılarız” kısmından bedeldir. Yani, “Kur’anı biz indirdik. Çünkü kullara olan rahmetimizden dolayı kitap vererek peygamberler göndermek bizim âdetimizdendir.”



Ayette, Allahu Teâlâ için zamir de kullanılabileceği hâlde “Rabbinden” denilmesi, semavî kitaplarla insanları uyarmanın rububiyetin bir gereği olduğunu hissettirmek içindir. Çünkü peygamberlerin kitapla gönderilmesi, en büyük terbiye türlerindendir.



“Rabbinden bir rahmet olarak” ifadesi, her hikmetli işin o gecede ayrılmasının veya “tarafımızdan bir emirle” ifadesinin illeti olabilir. Yani, “o gecede her iş fasledilir veya bizim nezdimizden emirler verilir. Çünkü rahmetimizin bir tecellisi olarak peygamberler göndermek, bizim şanımızdandır.”



Rızıkları ve başka şeyleri taksim etmek şeklindeki her iş ve ilâhî emirlerin suduru, rahmet babındandır.



إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz ki O, Semi’ – Alîm’dir.”



O, kullarının sözlerini işitir ve hâllerini bilir.



Bu ve devamı, Cenab-ı Hakkın rububiyetinin açıklamasıdır. Çünkü rububiyet, ancak bu sıfatlara haiz olana hak olur.







7- رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ “Eğer yakîn sahibi iseniz (iyi bilin ki) O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”



Buradaki yakînden murat,




-İlimlerde yakîn sahibi olanlardan iseniz…



-Veya “onları kim yarattı?” sorusuna “Allah” diye ikrar etmenizde yakîn sahibi olanlardan iseniz…



-Veya şöyle takdir edilebilir: Yakîn sahibi olmayı istiyorsanız, bunu böyle biliniz: “O göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”







8- لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.”



Çünkü O’ndan başka yaratıcı yoktur.



يُحْيِي وَيُمِيتُ “O diriltir ve öldürür.”



Sizin de gördüğünüz gibi, diriltiyor ve öldürüyor.



رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ “Sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir.”







9- بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ “Doğrusu onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.”



Ayetin bu kısmı, onların yakîn sahibi olmalarına bir reddir.







10- فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاء بِدُخَانٍ مُّبِينٍ “Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.”



O gün, çetin ve insanların aç oldukları bir gündür. Çünkü aç olan kişi, gözünün zaafı sebebiyle kendisiyle sema arasını dumanlı bir şekilde görür.



Veya bundan murat, kuraklık zamanıdır. Kuraklık yılında yağmurun azlığı ve tozların çokluğu sebebi ile, hava dumanlı görülür.Veya şöyle olabilir: Arablar şerrin fazla olduğu zamana “duman” derler. İslâmın ilk döneminde Mekkede şiddetli bir kıtlık olmuş, öyle ki köpeklerin leşini ve kemiğini yiyecek duruma gelmişlerdi.



Veya “duhan” yani dumandan murat, kıyamet alâmetlerinden biridir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:



“Kıyamet alâmetlerinden ilki dumandır.



-Ayrıca, Hz. İsa nazil olacaktır.



-Yemenden bir ateş çıkacak ve insanları mahşere sürecektir.



“Ya Rasûlallah, duman nedir?” diye soruldu, Hz. Peygamber cevap olarak bu ayeti okudu. Ardından da şöyle buyurdu: Bu duman doğu ve batı arasını doldurur. Kırk gün kırk gece devam eder. Mü’mine nezle gibi gelir. Kâfiri ise sarhoş gibi yapar. Bu duman onun burun deliklerinden, kulaklarından ve arkasından çıkar.”



Veya bu günden murat kıyamet günüdür. Duman, her iki manaya da muhtemeldir.







11- يَغْشَى النَّاسَ (O duman) insanları bürür.”



هَذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ “Bu, çok elîm bir azaptır.”







12- رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ (O gün insanlar şöyle derler:) Ey



Rabbimiz! Bizden azabı kaldır,
(artık) biz mü’minleriz.”



Bu, azabın kendilerinden kaldırılmasına mukabil iman vaadinde bulunmaktır.







1ّ3- أَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى “Nerede onlarda öğüt almak?!”



وَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مُّبِينٌ “Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.”



Gelen bu elçi (peygamber), onlara öğüt alma noktasında bundan daha büyük ayetleri ve mu’cizeleri beyan etmişti.







14- ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَّجْنُونٌ “Sonra ondan yüz çevirdiler ve



“Bu, öğretilmiş bir mecnun!” dediler.”




Muhataplarının bir kısmı “Arab olmayan bir köle O’na öğretiyor” derken, bazıları da “O bir mecnun!” dediler.







15- إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا “Biz azabı kısa bir süre kaldıracağız.”



Hz. Peygamber kuraklığın kaldırılması için dua etti, kuraklık kaldırıldı.



إِنَّكُمْ عَائِدُونَ “Siz yine döneceksiniz.”



Ama siz azabın kalkmasından sonra yine küfre döneceksiniz.



Dumanı kıyamet alâmeti olarak tefsir edenler, ayetin bu kısmını şöyle açıkladılar: Duman geldiğinde kafirler dua ile Allahtan yardım talep ederler, Allah da kırk günden sonra dumanı kaldırır. Dumanı kaldırmasının hemen akabinde eski hâllerine dönerler.



Dumanı kıyamet koptuğunda olacak bir durum ile tefsir edenler ise şöyle mana verirler: “Şayet biz azabı kaldıracak olsak, siz yine dönersiniz.”







16- يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ “O büyük şiddetle çarpacağımız gün, Biz intikam alırız.”



Bundan murat:



-Kıyamet günüdür,



-Veya Bedir Savaşıdır.







17- وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ “Andolsun, onlardan önce Firavunun kavmini imtihan ettik.”



Musa’yı göndererek onları imtihan ettik.



Mana şöyle de olabilir:



-Kendilerine mühlet vererek,



-Ve rızıklarını bol kılmak suretiyle onları fitneye düşürdük.



وَجَاءهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ “Onlara kerîm bir peygamber gelmişti.”



Hz. Musanın “kerîm” olması, Allah ve mü’minler nezdinde kıymetli olması veya nesebinin asil ve hasebinin üstün olması yönüyledir.







18- أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ “O, şöyle demişti: Allah’ın kullarını bana teslim edin.”



Şöyle de mana verilebilir: “Ey Allahın kulları! Allaha iman ve daveti kabul ile Allahın hakkını bana eda edin!”



إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ “Çünkü ben, size gönderilmiş emin bir elçiyim.”



Sıdkına delâlet eden mu’cizelerle gelen ve töhmet altında olmayan emin bir elçiyim.







19- وَأَنْ لَّا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ “Allah’a karşı ululuk taslamayın.”



O’nun vahyini ve rasûlünü değersiz görerek Allaha karşı tekebbürde bulunmayın.



إِنِّي آتِيكُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Çünkü ben size apaçık bir delil (mu’cize) getiriyorum.”



Ayetin bu kısmı öncesinde yer alan nehyin illetini bildirir.



Onların görevlerini edâ etmelerini ifade ederken kendisinin emîn olduğunu nazara vermesinde, Allaha karşı kibirlenmemelerini isterken ise “apaçık bir delil” getirdiğini söylemesinde belağat yönüyle ayrı bir güzellik bulunmaktadır.







20- وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَن تَرْجُمُونِ “Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, Rabbim ve Rabbinize sığındım.”



Taşlamaktan murat,




-Vurarak eziyet etmeleri,



-Sözlü saldırıda bulunmaları,



-Veya öldürmeleridir.







21- وَإِنْ لَّمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ “Eğer bana inanmadınızsa benden uzakdurun.”



Aleyhimde de, lehimde de bulunmayın. Bana bir kötülükle taarruz etmeyin. Çünkü, felahınız olan şeye sizi davet eden birinin alacağı karşılık bu değildir.







22- فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ مُّجْرِمُونَ “Sonra “Bunlar mücrim bir kavimdir” diye Rabbine dua etti. ”Onlar kendisini yalanlayınca Rabbine dua etti.



Kendilerine beddua edilmesini gerektiren “mücrim olmak” özelliklerini söyleyerek onlara tariz yoluyla bedduada bulundu. Ayet, bundan dolayı “dua etti” şeklinde ifade etti.



Allah da şöyle buyurdu:







23- فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar.”



إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ “Çünkü takip edileceksiniz.”



Sizin çıkışınızı öğrendiklerinde, Firavun ve ordusu sizi takip edecekler.







24- وَاتْرُكْ الْبَحْرَ رَهْوًا “Denizi açık hâlde bırak.”



إِنَّهُمْ جُندٌ مُّغْرَقُونَ “Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.”







25- كَمْ تَرَكُوا مِن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Onlar geride nice bahçeler, pınarlar bıraktılar.”







26- وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ “Nice ekinler, nice güzel konaklar!”







27- وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ “Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!”







28- كَذَلِكَ “İşte böyle!”



وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ “Bütün bunlara başka bir toplumu mirasçı kıldık.”



Kendilerinde üstte sayılan imkânlar olmayan bir kavmi bunlara mirasçı kıldık.



Bu kavim İsrailoğullarıdır. Ama onların Mısıra geri dönmemesinden hareketle başka bir kavim olduğunu söyleyenler de olmuştur.







29- فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.”



Ayetin bu ifadesi, onların helakine sema ve arzın üzülmediğini, var olmalarına da önem vermediğini anlatan bir mecazdır. Nitekim bunun zıddı olarak da “sema ve arz onlara ağladı”, “onların helâki yüzünden güneş tutuldu” denilir.



Şu rivayet de bu manayı teyid eder: “Namaz kıldığı, ibadet ettiği, amelinin yükseldiği ve rızkının indiği yer mü’min kimsenin ölümüne ağlar.”



Denildi ki: Sema ve arzdan murat, bunlarda yaşayanlardır. Yani, “bunlara ne gök ehli ağladı, ne de yer ehli!”



وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ “Ve onlara mühlet de verilmedi.”







30- وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ “Andolsun, İsrailoğullarını o zillet verici azaptan kurtardık.”



Zillet verici azaptan murat




-Firavunun istibdadı,



-Ve onların erkek çocuklarını öldürtmesidir.







31- مِن فِرْعَوْنَ “Firavun’dan.”



إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِّنَ الْمُسْرِفِينَ “Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.”







32- وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ “Andolsun, onları, bir ilim üzere âlemlere üstün kıldık.”İsrailoğullarının buna layık olduklarını bilerek kendilerini seçtik.



Ayete şöyle de mana verilebilir: Bazı hâllerde haktan sapacaklarını bilmekle beraber, onları seçtik.Bu seçilmeleri, içlerinde pek çok peygamber olmasındandır.



Veya onların seçilmeleri, kendi zamanlarındaki insanlara üstün kılınmalarıdır.







33- وَآتَيْنَاهُم مِّنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاء مُّبِينٌ “Onlara, içinde açık bir nimet bulunan ayetler verdik.”



Bunlar,



-Denizin sularının yarılması,



-Bulutun çölde kendilerine gölgelik yapması,



-Gökten kendilerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirilmesi gibi mu’cizelerdir.



Ayette geçen “belâ” kelimesi “açık bir nimet” anlamına geldiği gibi, “zâhir bir imtihan” manasına da gelebilir. O zaman şunu ifade eder: “Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler verdik.

34- إِنَّ هَؤُلَاء لَيَقُولُونَ “Şunlar ise diyorlar ki:”

“Şunlar”
ifadesiyle kastedilenler Kureyş kâfirleridir. Çünkü kelam onların hakkındadır. Kureyşin dalâlet üzere ısrarda Firavun ve kavmi gibi olduğunu nazara vermek ve onların başına gelenin kendilerinin de başına geleceğini bildirmek için anlatılmıştır.



35- إِنْ هِيَ إِلَّا مَوْتَتُنَا الْأُولَى “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur.”

“İlk ölümümüz” demelerinde ikincisini isbat maksatları yoktur. “Zeyd ilk haccını yaptı ve öldü” dememiz gibi.

Denildi ki: Bunlara “siz önce ölü idiniz, bunun peşinde size hayat verildi. Onun gibi öleceksiniz ve peşinde yeni bir hayat verilecek” denilince, bunlar “hayır, sadece bir defa öleceğiz, her şey bitecek” dediler.

وَمَا نَحْنُ بِمُنشَرِينَ “Biz diriltilecek değiliz.”



36- فَأْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”

Eğer vaadinizde sadık iseniz, ölmüş ecdadımızı getirin de, yeni hayata bir delil olsun.

Onların bu hitabı, onlara öldükten sonra dirilişi vaat eden peygambere ve mü’minleredir.



37- أَهُمْ خَيْرٌ أَمْ قَوْمُ تُبَّعٍ “Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba’ kavmimi.”

Kuvvet ve karşı koymada onlar mı daha hayırlı yoksa Tübba kavmi mi?

Ayetteki Tübba, Tübba-ı Himyeridir. Ordularıyla yürümüş Hîre’yi ve Semerkand’ı kurmuştur.

Denildi ki: Tübba, mü’min idi, kavmi ise kafir idi. Bundan dolayı ayette kendisi kınanmayıp kavmi zemmedildi. Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “Bilemiyorum Tübba’ bir nebi miydi, yoksa değil miydi?”

Yemen hükümdarlarına “tübba” denildiği de söylenir.

وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Bir de onlardan öncekiler?”

أَهْلَكْنَاهُمْ “Onları helâk ettik.”

Ayette, Tübba’nın kavmine ve daha önceki Âd ve Semud gibi kavimlerin başlarına gelenle Kureyş kâfirlerinin tehdid edilmesi vardır.

إِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ “Çünkü onlar mücrim kimselerdi.”

Ayette onların helâkini gerektiren ortak özellik beyan edilmektedir.



38- وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ “Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık.”

Göklerin yerin ve bu ikisi arasında olanların boşuna yaratılmaması, Enbiya sûresi ve başka yerlerde nazara verildiği üzere, haşrin sıhhatine bir delildir.[1>



39- مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ “Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık.”

وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “Ama onların çoğu bilmiyorlar.”

Lakin onların çoğu tefekkürlerinin azlığı yüzünden bilmezler.



40- إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ “Şüphesiz, fasıl günü hepsinin buluşma zamanıdır.”

“Fasıl günü”
nden murat

-Hakkın batıldan,

-Haklının haksızdan ayrılacağı gündür.

-Veya kişinin akraba ve dostlarından ayrılacağı gündür.



41- يَوْمَ لَا يُغْنِي مَوْلًى عَن مَّوْلًى شَيْئًا “O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz.”

وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ “Kendilerine yardım da edilmez.”



42- إِلَّا مَن رَّحِمَ اللَّهُ “Yalnız, Allah’ın rahmetine mazhar kıldıkları müstesna.”

Allahın rahmetine mazhar kılması,


-Onu afvetmesi,

-Veya hakkında şefaati kabul etmesidir.

إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “Şüphesiz O, Azîz’dir – Rahîm’dir.”

O, Azîz’dir, azap etmeyi dilediğine azap eder, kendisine hiçbir şey engel olamaz.

Rahîm’dir, merhamet etmek istediğine merhamet eder.



43- إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ “Şüphesiz zakkum ağacı.”



44- طَعَامُ الْأَثِيمِ “Günahkârların yemeğidir.”

Bunun manası Saffât sûresinde geçmişti.[2>

“Günahkâr”dan murat kâfirdir. Ayetin evveli ve sonrası buna delâlet eder.



45- كَالْمُهْلِ “O, maden eriyiği gibidir.”

يَغْلِي فِي الْبُطُونِ “Karınlarda kaynar.”



46- كَغَلْيِ الْحَمِيمِ “Kaynar suyun kaynaması gibi.”

Zebanilere denilir ki:



47- خُذُوهُ “Tutun onu.”

فَاعْتِلُوهُ إِلَى سَوَاء الْجَحِيمِ “Ardından da onu Cehennem ateşinin ortasına sürükleyin.”



48- ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ “Sonra başının üstüne kaynarsu azabından dökün.”



49- ذُقْ “Tat bakalım!”

إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ “Şüphesiz sen güçlüsün, şereflisin!?”

Ona böyle denilmesi kendisiyle istihza ve bir de kendini öyle zannetmesine mukabildir.



50- إِنَّ هَذَا مَا كُنتُم بِهِ تَمْتَرُونَ “İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!”



51- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ “Müttakiler ise emin bir yerdedirler.”

O günde müttakiler ise âfat ve intikalden emin bir yerdedirler.



52- فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.”

Ayetin bu kısmı, onların bulundukları yerin nezihliğine ve kendisinden lezzet alınacak her türlü yiyecek ve içeceğe müştemil bulunmasına delâlet içindir.



53- يَلْبَسُونَ مِن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَقَابِلِينَ “İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı otururlar.”

Sündüs
ince ipeğe, istebrak da kalın olana denilir.

Birbirleriyle ünsiyet etmek için karşı karşıya otururlar.



54- كَذَلِكَ “İşte böyle.”

وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ “Ve onları beyaz tenli, iri gözlü dilberlerle evlendirmişizdir.”

Ayet metnindeki “Hûr” onların beyazlığını, “Iyn” ise gözlerinin büyük olmasını anlatır. Bunların dünya kadınları mı yoksa başkaları mı olduğunda ihtilaf edilmiştir.



55- يَدْعُونَ فِيهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ آمِنِينَ “Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler.”

Orada her türlü meyveyi talep ederler ve getirilmesini emrederler. Bu meyveler mekan ve zamanla sınırlı değillerdir.[3>

Ve bunlar her türlü zarardan emniyet içindedirler.



56- لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَى “Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.”

Orada daima hayatta olacaklardır.

وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ “Ve Allah, onları cehennem azabından korumuştur.”



57- فَضْلًا مِّن رَّبِّكَ “Rabbinden bir lütuf olarak.”

Onlara verilenlerin hepsi Rabbinden bir lütuf ve ihsandır.

ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte bu, büyük kurtuluştur.”

Çünkü bu, her türlü çirkinliklerden bir kurtuluş ve bütün isteklere ise bir kavuşmaktır.



58- فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ “Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık.”

Senin dilinle indirerek bunu Sana kolaylaştırdık.

لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ “Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.”

Bu ifade, sûrenin fezlekesidir.



59- فَارْتَقِبْ “Artık sen bekle.”

Onların başına neler geleceğini bekle.

إِنَّهُم مُّرْتَقِبُونَ “Onlar da beklemektedirler.”

Onlar da Senin başına ne geleceğini bekliyorlar.

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Cuma gecesi Duhan sûresini okuyan kimse, bağışlananlardan olur.”

(Doğrusunu en iyi Allah bilir.)


[1> Yani

[1> Bkz. Enbiya, 16.

[2> Bkz. Saffat, 62-66.

[3> Yani, diledikleri zaman ve diledikleri yerde, diledikleri meyvenin getirilmesini isterler ve istedikleri aynen yerine getirilir.


Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
 
Üst Alt