Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- وَالْفَجْرِ “Andolsun fecre.”
“Fecr” ile yapılan yemin:
-Sabah vaktine,
-“Nees aldğında o sabaha…” (Tekvir, 18) ayetinde olduğu gibi sabahın aydınlığına,
-Veya sabah namazına olabilir.
2- وَلَيَالٍ عَشْرٍ “Andolsun on geceye.”
Zilhiccenin on gecesine.
Bundan dolayı “fecr” ifadesi de, Arefe gününün veya Kurban Bayramının sabahı ile tefsir edilmiştir.
On geceden murat, Ramazanın son on gecesi de olabilir.
“On gece” ifadesinin elif-lâmsız gelişi, o gecelerin azametini göstermek içindir.
3- وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ “Andolsun çifte ve teke.”
Çift ve tek, bütün eşyayı içine alır.
-Veya çiftten murat “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) çift yarattık.” (Zâriyat, 49) ayetinin de delalet ettiği üzere mahlûkattır, tek olandan maksat ise yaratıcıdır.
-Ayrıca çift ve tekten murat; unsurların, feleklerin, burçların, gezegenlerin çift ve tekleri olabilir.
-Veya namazların çift ve tek olanlarıdır.
-Bayramın iki günü ve Arefe günü, gibi vecihler de olabilir.
Müfessirlerin bunları zikretmesinde,
-Tevhide en zahir gördükleri bir delili zikretmek,
-Dinde bir medhali göstermek,
-Ayetin öncesiyle münasebetini belirtmek,
-Şükrü gerektiren en ziyade faydalılığa dikkat çekmek gibi esaslardan yola çıkmak vardır.
4- وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ “Andolsun gitmekte olan geceye.”
Bu, “Andolsun döndüğü an geceye.” (Müddessir, 33) ayeti gibidir. Geceyi böyle bir kayıtla ifade etmek gece ve gündüzün ardı ardına gelmesinde Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve nimetinin bolluğuna daha kuvvetli delâlet olmasındandır.
5- هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِّذِي حِجْرٍ “Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kim
se için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.”
Ayet metninde geçen hicr, akıldır. Akla böyle denilmesi, uygunsuz şeylerden alıkoyması itibariyledir.
Cenab-ı Hak, üstte ifade edilen şeylere yemin etti, ama neye yemin edildiği belirtilmedi. Devamının delâlet ettiği üzere, “bunları yapan Allah, muhakkak ve muhakkak azap da verecektir” manası söz konusu olabilir.
6- أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?”
Âd kavmi, Hz. Nûhun neslinden Âd’ın evlatlarıdır. Hz. Hûdun kavmi, bu şekilde atalarının ismiyle isimlendirilmişlerdir.
7- إِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ “Sütunlar sahibi İrem’e?”
İrem, önceki ayette geçen Âd kavmini beyan olabilir. Yani, “Rabbin Âd kavminden olan İrem kabilesine ne yaptı, görmedin mi?”
Veya İrem onların belde ismi olabilir: “Rabbin İrem ahalisine ne yaptı, görmedin mi?”
Denildi ki: İrem’den murat, Âd-ı Ûlâ denilen Âd kavminin ilk döneminde gelenlerdir.
Ayet metnindeki “zat-i imad”, büyük binalar veya uzun sütunları ifade eder.
Denildi ki: Âd’ın Şeddad ve Şedîd adında iki oğlu vardı. Bunlar hükümdar oldular ve zorbalık yaptılar. Sonra Şedid öldü, saltanat Şeddad’a kaldı. Diğer hükümdarlar kendisine boyun eğdi. Şeddad, cenneti işitince Aden sahralarının birinde kendine göre bir “cennet” yaptırdı ve buna “İrem” adını verdi. İrem tamamlandığında, Şeddad ehli ile beraber oraya doğru yola çıktı. Bir günlük mesafe kaldığında Allah üzerlerine semadan bir sayha gönderdi, hepsi helâk olup gittiler.
8- الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِ “Ki, beldeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.”
9- وَثَمُودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِ “Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?”
Bunlar “(Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz).” (Şuara, 149) ayetinde anlatıldığı gibi, dağları taşları, kesip yontarak evler yapıyorlardı.
10- وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ “Kazıklar sahibi Firavun’a?”
Ayet, Firavunun ordularının çokluğunu ifade eder. Sefere çıktıklarında çadırlar kuruyorlardı ve bunlar göz alabildiğince uzanıyordu.
Veya bununla kastedilen, Firavunun işkence için kazıklar kullanmasıdır.
11- الَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِ “Bunlar beldelerde azmışlardı.”
İşte bütün bu bahsi geçen Âd, Semud ve Firavun, beldelerde işi iyice azıtmışlardı.
12- فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ “Oralarda çok bozgunculuk yapmışlardı.”
Küfür ve zulümle çokça fesat yapmışlardı.
13- فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ “Bu yüzden Rabbin, onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.”Rabbin de onları çeşit çeşit azaplarla cezalandırdı.
Denildi ki: Dünyada başlarına gelen azaplar kamçı ile verilen cezaya benzetildi. Çünkü ahirette onlara verilecek ceza kılıç ile verilen cezaya benzetilirse, dünyadaki cezaları kamçı cezası gibi olur.
14- إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ “Şüphesiz Rabbin her an gözetlemededir.”
Ayet, Allahu Teâlânın asi kimseleri cezalandırmak için gözetlemesini, temsil yoluyla ifade eder.
15- فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ “Ama insan, her ne zaman Rabbi onu deneyip ikramda bulunur ve nimet verirse, “Rabbim bana ikram etti” der.”
Ayet, önceki ayetle mana itibariyle bütünlük arz eder. Sanki şöyle denilmiştir: “Senin Rabbin ahiret canibinden bakar ve ona çalışılmasını ister. Ama insan ise ancak dünyaya ve dünyanın lezzetlerine önem verir.”
16- وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ “Ama her ne zaman da deneyip rızkını daraltırsa, o vakit de, “Rabbim beni zelil kıldı” der.”
Ama fakirlikle ve darlıkla denediğinde, “Rabbim beni zelil kıldı” der. Böyle demesi nazarının kısa olmasındandır. Çünkü darlık hâli dünya ve ahrette ikrama mazhar olmaya yol açabilir. Genişlik ise düşmanların hücumuna hedef olmak ve dünya sevgisine kendini kaptırmaya sebep olabilir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak insanın her iki sözünü de kınadı ve şu ifadeyle böyle demekten sakındırdı:
17- كَلَّا “Hayır, hayır!”
بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ “Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.”
18- وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ “Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvikte bulunmuyorsunuz.”
Onların fiilleri sözlerinden daha da kötü ve mal ile kendilerini helakete atmalarına kuvvetli delil olacak şekildedir. Onlar nafaka ve yardımla yetime ikrama yanaşmıyorlar. Miskine yedirmeye bile teşvikte bulunmuyorlar, nerde kaldı başkaları için teşvikte bulunsunlar.
19- وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلًا لَّمًّا “Mirası alabildiğine yiyorsunuz.”
Helâl-haram demeden mirası yiyorsunuz. Çünkü onlar kadınlara ve çocuklara mirastan bir şey vermez, onların hisselerini de yerlerdi.
Veya bundan murat, miras yoluyla gelen malın haram olduğunu bile bile onu yemektir.
20- وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا “Malı da pek çok seviyorsunuz.”
21- كَلَّا “Hayır, hayır!”
“Hayır, hayır” ifadesi, onları böyle yapmaktan sakındırır. Uygulamalarının yanlış olduğunu bildirir. Sonrasında gelen ayetler ise, bu yaptıklarına mukabil bir uyarıdır:
إِذَا دُكَّتِ الْأَرْضُ دَكًّا دَكًّا “Arz, ardarda sarsılıp dümdüz olduğu zaman.”
Yeryüzü parça parça olup, dağlar tepeler dümdüz hâle geldiğinde, veya toz duman hâlini aldığında.
22- وَجَاء رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا “Melekler sıra sıra dizilip Rabbin geldiğinde.”
Rabbinin kudret ayetleri ve kahrının eserleri geldiğinde.
Bu ifade bir temsildir. Nasıl ki haşmetli bir sultanın gelişinde onun heybet ve siyasetinin eserleri görülür. Kıyamet gününde de Cenab-ı Hakkın haşmetini gösteren nice eserler görülecektir.
Melekler de rütbe ve mertebelerine göre, saf saf yerlerini alırlar.
23- وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ “Ve cehennem de o gün getirilmiştir.”
Cehennemin getirilmesi, “Cehennem, gören herkes için apaçık bir şekilde ortaya çıkarılır.” (Naziat, 36) ayetinde ifade edildiği üzere gözle görülür hâle gelmesidir. Hadiste şöyle anlatılır: “O gün cehennem yetmiş bin dizginle ve her dizgini yetmiş bin melek tuttuğu hâlde getirilir.
يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ “İşte o gün insan hatırlar.”
O gün insan günahlarını hatırlar.
Veya o gün insan öğüt alır, aklı başına gelir. Çünkü günahların çirkinliğini bilir, pişman olur.
وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى “Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!?”
Ama heyhat, bundan bir fayda göremez.
Bu ayetle tevbenin kabulünün vacib olmadığına delil getirilmiştir. Çünkü burada nazara verilen hatırlama, makbul olmayan bir tevbedir.[1>
24- يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي “Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim” der.”
“Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım”
Veya “Keşke dünya hayatımda salih ameller işleseydim” der.
İnsanın “Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim” demesinde, şu dünyadaki fiillerinde müstakil olduğuna ait bir delâlet yoktur.[2> Çünkü bir şeyden alıkonulan biri, onu yapabilecek durumda olmayı temenni edebilir.
25- فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُعَذِّبُ عَذَابَهُ أَحَدٌ “O gün Onun edeceği azabı kimse edemez.”
26- وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ “Onun vuracağı bağı da kimse vuramaz.”
Yani, kıyamet günü Allahın azabını ve sımsıkı bağlamasını kimse yapamaz. Çünkü o gün bütün emir Allahındır.
27- يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ “Ey nefs-i mutmainne (itminana eren) nefis!”
Nefsin itminanı Allahı anmakla olur. Çünkü nefis sebep ve netice silsilesi içinde vacibu’l-vücud olan Allaha yükselir, O’nun marifetinde ilerler ve başkasından müstağni hâle gelir.
Veya nefsin itminanı, onun hiçbir şüphe duymayacak şekilde gerçeği bulması demektir.
Veya nefsin itminanı, hiçbir korku ve üzüntünün kendisini rahatsız etmiyeceği emniyet hâlini kazanmasıdır.
28- ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”
“Rabbine dön” yani “Rabbinin emrine dön.”
Veya “ölüm ile Rabbine dön” manasına gelir.
“Sana verilenlerden razı ve Allah nezdinde de razı olunmuş bir şekilde Rabbine rücu’ et.
29- فَادْخُلِي فِي عِبَادِي “Kullarımın arasına dâhil ol.”
Salih kullarımın arasına gir.
30- وَادْخُلِي جَنَّتِي “Ve cennetime gir.”
“Onlarla beraber veya mukarreb olanlar zümresi içinde, onların nuru ile aydınlanarak cennetime gir.” Çünkü mukaddes cevherler, karşılıklı aynalar gibidir.
Veya şöyle bir mana olabilir: Ey itminana eren nefis! Daha önce ayrılmış olduğun kullarımın cesedine gir. Senin için hazırlamış olduğum mükâfat yurduma dâhil ol.
Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “On gecelerde Fecr sûresini okuyan kimsenin günahları affedilir. Diğer günlerde okuduğunda ise, kıyamet günü kendisi için bir nur olur.”
[1> Yani, böyle bir halde yapılan tevbe makbul olmadığı gibi, şu dünyada çaresizlikten yapılan bazı tevbeler de makbul olmayabilir. Zaten, Allah hakkında her hangi bir şeyin vacib, yani zorunlu olması düşünülemez. Allahın samimi bir şekilde yapılan tevbeleri kabul etmesi ise, Kur’anî bir gerçektir. Cenab-ı Hak pek çok ayette kendisinin Tevvâb (tevbeleri kabul eden) olduğunu müjdelemektedir.
[2> Beydâvî’nin bu ifadesi, Mu’tezile mezhebinin “insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır” demelerine bir reddir. Çünkü insan, fiillerinde tamamen müstakil değildir, Allahın küllî iradesi taalluk etmeden, insanın fiilleri meydana gelmez.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
“Fecr” ile yapılan yemin:
-Sabah vaktine,
-“Nees aldğında o sabaha…” (Tekvir, 18) ayetinde olduğu gibi sabahın aydınlığına,
-Veya sabah namazına olabilir.
2- وَلَيَالٍ عَشْرٍ “Andolsun on geceye.”
Zilhiccenin on gecesine.
Bundan dolayı “fecr” ifadesi de, Arefe gününün veya Kurban Bayramının sabahı ile tefsir edilmiştir.
On geceden murat, Ramazanın son on gecesi de olabilir.
“On gece” ifadesinin elif-lâmsız gelişi, o gecelerin azametini göstermek içindir.
3- وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ “Andolsun çifte ve teke.”
Çift ve tek, bütün eşyayı içine alır.
-Veya çiftten murat “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) çift yarattık.” (Zâriyat, 49) ayetinin de delalet ettiği üzere mahlûkattır, tek olandan maksat ise yaratıcıdır.
-Ayrıca çift ve tekten murat; unsurların, feleklerin, burçların, gezegenlerin çift ve tekleri olabilir.
-Veya namazların çift ve tek olanlarıdır.
-Bayramın iki günü ve Arefe günü, gibi vecihler de olabilir.
Müfessirlerin bunları zikretmesinde,
-Tevhide en zahir gördükleri bir delili zikretmek,
-Dinde bir medhali göstermek,
-Ayetin öncesiyle münasebetini belirtmek,
-Şükrü gerektiren en ziyade faydalılığa dikkat çekmek gibi esaslardan yola çıkmak vardır.
4- وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ “Andolsun gitmekte olan geceye.”
Bu, “Andolsun döndüğü an geceye.” (Müddessir, 33) ayeti gibidir. Geceyi böyle bir kayıtla ifade etmek gece ve gündüzün ardı ardına gelmesinde Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâline ve nimetinin bolluğuna daha kuvvetli delâlet olmasındandır.
5- هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِّذِي حِجْرٍ “Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kim
se için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.”
Ayet metninde geçen hicr, akıldır. Akla böyle denilmesi, uygunsuz şeylerden alıkoyması itibariyledir.
Cenab-ı Hak, üstte ifade edilen şeylere yemin etti, ama neye yemin edildiği belirtilmedi. Devamının delâlet ettiği üzere, “bunları yapan Allah, muhakkak ve muhakkak azap da verecektir” manası söz konusu olabilir.
6- أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?”
Âd kavmi, Hz. Nûhun neslinden Âd’ın evlatlarıdır. Hz. Hûdun kavmi, bu şekilde atalarının ismiyle isimlendirilmişlerdir.
7- إِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ “Sütunlar sahibi İrem’e?”
İrem, önceki ayette geçen Âd kavmini beyan olabilir. Yani, “Rabbin Âd kavminden olan İrem kabilesine ne yaptı, görmedin mi?”
Veya İrem onların belde ismi olabilir: “Rabbin İrem ahalisine ne yaptı, görmedin mi?”
Denildi ki: İrem’den murat, Âd-ı Ûlâ denilen Âd kavminin ilk döneminde gelenlerdir.
Ayet metnindeki “zat-i imad”, büyük binalar veya uzun sütunları ifade eder.
Denildi ki: Âd’ın Şeddad ve Şedîd adında iki oğlu vardı. Bunlar hükümdar oldular ve zorbalık yaptılar. Sonra Şedid öldü, saltanat Şeddad’a kaldı. Diğer hükümdarlar kendisine boyun eğdi. Şeddad, cenneti işitince Aden sahralarının birinde kendine göre bir “cennet” yaptırdı ve buna “İrem” adını verdi. İrem tamamlandığında, Şeddad ehli ile beraber oraya doğru yola çıktı. Bir günlük mesafe kaldığında Allah üzerlerine semadan bir sayha gönderdi, hepsi helâk olup gittiler.
8- الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِ “Ki, beldeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.”
9- وَثَمُودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِ “Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?”
Bunlar “(Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz).” (Şuara, 149) ayetinde anlatıldığı gibi, dağları taşları, kesip yontarak evler yapıyorlardı.
10- وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ “Kazıklar sahibi Firavun’a?”
Ayet, Firavunun ordularının çokluğunu ifade eder. Sefere çıktıklarında çadırlar kuruyorlardı ve bunlar göz alabildiğince uzanıyordu.
Veya bununla kastedilen, Firavunun işkence için kazıklar kullanmasıdır.
11- الَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِ “Bunlar beldelerde azmışlardı.”
İşte bütün bu bahsi geçen Âd, Semud ve Firavun, beldelerde işi iyice azıtmışlardı.
12- فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ “Oralarda çok bozgunculuk yapmışlardı.”
Küfür ve zulümle çokça fesat yapmışlardı.
13- فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ “Bu yüzden Rabbin, onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.”Rabbin de onları çeşit çeşit azaplarla cezalandırdı.
Denildi ki: Dünyada başlarına gelen azaplar kamçı ile verilen cezaya benzetildi. Çünkü ahirette onlara verilecek ceza kılıç ile verilen cezaya benzetilirse, dünyadaki cezaları kamçı cezası gibi olur.
14- إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ “Şüphesiz Rabbin her an gözetlemededir.”
Ayet, Allahu Teâlânın asi kimseleri cezalandırmak için gözetlemesini, temsil yoluyla ifade eder.
15- فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ “Ama insan, her ne zaman Rabbi onu deneyip ikramda bulunur ve nimet verirse, “Rabbim bana ikram etti” der.”
Ayet, önceki ayetle mana itibariyle bütünlük arz eder. Sanki şöyle denilmiştir: “Senin Rabbin ahiret canibinden bakar ve ona çalışılmasını ister. Ama insan ise ancak dünyaya ve dünyanın lezzetlerine önem verir.”
16- وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ “Ama her ne zaman da deneyip rızkını daraltırsa, o vakit de, “Rabbim beni zelil kıldı” der.”
Ama fakirlikle ve darlıkla denediğinde, “Rabbim beni zelil kıldı” der. Böyle demesi nazarının kısa olmasındandır. Çünkü darlık hâli dünya ve ahrette ikrama mazhar olmaya yol açabilir. Genişlik ise düşmanların hücumuna hedef olmak ve dünya sevgisine kendini kaptırmaya sebep olabilir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak insanın her iki sözünü de kınadı ve şu ifadeyle böyle demekten sakındırdı:
17- كَلَّا “Hayır, hayır!”
بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ “Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.”
18- وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ “Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvikte bulunmuyorsunuz.”
Onların fiilleri sözlerinden daha da kötü ve mal ile kendilerini helakete atmalarına kuvvetli delil olacak şekildedir. Onlar nafaka ve yardımla yetime ikrama yanaşmıyorlar. Miskine yedirmeye bile teşvikte bulunmuyorlar, nerde kaldı başkaları için teşvikte bulunsunlar.
19- وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلًا لَّمًّا “Mirası alabildiğine yiyorsunuz.”
Helâl-haram demeden mirası yiyorsunuz. Çünkü onlar kadınlara ve çocuklara mirastan bir şey vermez, onların hisselerini de yerlerdi.
Veya bundan murat, miras yoluyla gelen malın haram olduğunu bile bile onu yemektir.
20- وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا “Malı da pek çok seviyorsunuz.”
21- كَلَّا “Hayır, hayır!”
“Hayır, hayır” ifadesi, onları böyle yapmaktan sakındırır. Uygulamalarının yanlış olduğunu bildirir. Sonrasında gelen ayetler ise, bu yaptıklarına mukabil bir uyarıdır:
إِذَا دُكَّتِ الْأَرْضُ دَكًّا دَكًّا “Arz, ardarda sarsılıp dümdüz olduğu zaman.”
Yeryüzü parça parça olup, dağlar tepeler dümdüz hâle geldiğinde, veya toz duman hâlini aldığında.
22- وَجَاء رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا “Melekler sıra sıra dizilip Rabbin geldiğinde.”
Rabbinin kudret ayetleri ve kahrının eserleri geldiğinde.
Bu ifade bir temsildir. Nasıl ki haşmetli bir sultanın gelişinde onun heybet ve siyasetinin eserleri görülür. Kıyamet gününde de Cenab-ı Hakkın haşmetini gösteren nice eserler görülecektir.
Melekler de rütbe ve mertebelerine göre, saf saf yerlerini alırlar.
23- وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ “Ve cehennem de o gün getirilmiştir.”
Cehennemin getirilmesi, “Cehennem, gören herkes için apaçık bir şekilde ortaya çıkarılır.” (Naziat, 36) ayetinde ifade edildiği üzere gözle görülür hâle gelmesidir. Hadiste şöyle anlatılır: “O gün cehennem yetmiş bin dizginle ve her dizgini yetmiş bin melek tuttuğu hâlde getirilir.
يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ “İşte o gün insan hatırlar.”
O gün insan günahlarını hatırlar.
Veya o gün insan öğüt alır, aklı başına gelir. Çünkü günahların çirkinliğini bilir, pişman olur.
وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى “Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!?”
Ama heyhat, bundan bir fayda göremez.
Bu ayetle tevbenin kabulünün vacib olmadığına delil getirilmiştir. Çünkü burada nazara verilen hatırlama, makbul olmayan bir tevbedir.[1>
24- يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي “Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim” der.”
“Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım”
Veya “Keşke dünya hayatımda salih ameller işleseydim” der.
İnsanın “Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim” demesinde, şu dünyadaki fiillerinde müstakil olduğuna ait bir delâlet yoktur.[2> Çünkü bir şeyden alıkonulan biri, onu yapabilecek durumda olmayı temenni edebilir.
25- فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُعَذِّبُ عَذَابَهُ أَحَدٌ “O gün Onun edeceği azabı kimse edemez.”
26- وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ “Onun vuracağı bağı da kimse vuramaz.”
Yani, kıyamet günü Allahın azabını ve sımsıkı bağlamasını kimse yapamaz. Çünkü o gün bütün emir Allahındır.
27- يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ “Ey nefs-i mutmainne (itminana eren) nefis!”
Nefsin itminanı Allahı anmakla olur. Çünkü nefis sebep ve netice silsilesi içinde vacibu’l-vücud olan Allaha yükselir, O’nun marifetinde ilerler ve başkasından müstağni hâle gelir.
Veya nefsin itminanı, onun hiçbir şüphe duymayacak şekilde gerçeği bulması demektir.
Veya nefsin itminanı, hiçbir korku ve üzüntünün kendisini rahatsız etmiyeceği emniyet hâlini kazanmasıdır.
28- ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”
“Rabbine dön” yani “Rabbinin emrine dön.”
Veya “ölüm ile Rabbine dön” manasına gelir.
“Sana verilenlerden razı ve Allah nezdinde de razı olunmuş bir şekilde Rabbine rücu’ et.
29- فَادْخُلِي فِي عِبَادِي “Kullarımın arasına dâhil ol.”
Salih kullarımın arasına gir.
30- وَادْخُلِي جَنَّتِي “Ve cennetime gir.”
“Onlarla beraber veya mukarreb olanlar zümresi içinde, onların nuru ile aydınlanarak cennetime gir.” Çünkü mukaddes cevherler, karşılıklı aynalar gibidir.
Veya şöyle bir mana olabilir: Ey itminana eren nefis! Daha önce ayrılmış olduğun kullarımın cesedine gir. Senin için hazırlamış olduğum mükâfat yurduma dâhil ol.
Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “On gecelerde Fecr sûresini okuyan kimsenin günahları affedilir. Diğer günlerde okuduğunda ise, kıyamet günü kendisi için bir nur olur.”
[1> Yani, böyle bir halde yapılan tevbe makbul olmadığı gibi, şu dünyada çaresizlikten yapılan bazı tevbeler de makbul olmayabilir. Zaten, Allah hakkında her hangi bir şeyin vacib, yani zorunlu olması düşünülemez. Allahın samimi bir şekilde yapılan tevbeleri kabul etmesi ise, Kur’anî bir gerçektir. Cenab-ı Hak pek çok ayette kendisinin Tevvâb (tevbeleri kabul eden) olduğunu müjdelemektedir.
[2> Beydâvî’nin bu ifadesi, Mu’tezile mezhebinin “insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır” demelerine bir reddir. Çünkü insan, fiillerinde tamamen müstakil değildir, Allahın küllî iradesi taalluk etmeden, insanın fiilleri meydana gelmez.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren