Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.”
Ayet, Mekke’nin fethini vaat etmektedir.
Bunun geçmiş zaman sığasıyla ifade edilmesi,
-Mutlaka tahakkuk edeceğini bildirmek içindir.
-Veya aynı yıl Hayber ve Fedek’in fethedilmesinin tevafuk etmesinden dolayıdır.
-Veya ayet “apaçık bir fetih” olarak Hudeybiye barışını nazara vermektedir. Çünkü bu barış Mekkenin fethine sebep olmuştur.
Bundan sonra Hz. Peygamberin önü açılmış, diğer Arab kabilelerine yönelmiş, pek çok yerleri fethetmiş ve nice insanlar İslâma girmişlerdir.
Hz. Peygamber için Hudeybiyede büyük bir mu’cize zâhir olmuştu. Şöyle ki:
Hudeybiyedeki kuyunun suyu tamamen kaybolmuştu. Hz. Peygamber (asm) bir parça suyu ağzına alıp ardından o suyu kuyuya boşalttı. Kuyu, su ile doldu, orada olan herkes o sudan içti.
Ayrıca, ayetteki fetihten murat, Rumların fethi olabilir. Rumlar o senede İranlılara galip geldiler. Bunun Hz. Peygamber için bir fetih olduğunu Rum sûresinde görmüştün.
Denildi ki: Ayetteki fetih, “hükmetmek” manasınadır. Yani, “biz senin Mekkeye girmene hükmettik.”
2- لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ “Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.”
Ayet, fethin illetini bildirir. Çünkü fetih,
-Kâfirlerle cihada,
-Şirki ortadan kaldırmaya,
-Dini yüceltmeye,
-Nâkıs nefisleri zorla tekmil etmeye yol açar. Ardından tedrici bir şekilde kendi iradeleriyle nefislerini kemâle erdirirler.
-Ayrıca fetih, zalimlere karşı zafiyetten de kurtarır.
“…senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.”
Allahın Hz. Peygamberi bağışlamasından murat, “Senin itap görebileceğin bütün eksiklikleri Allah bağışlayacaktır” manasıdır.
وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ “Sana olan nimetini tamamlasın.”
-Dinini yücelterek,
-Ve nübüvvetine saltanatı da katarak Sana olan nimetini tamamlayacaktır.
وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve seni doğru bir yola iletsin.”
Ve Seni risalet görevini tebliğde ve idarî görevlerini yerine getirmekte dosdoğru bir yola sevkedecektir.
3- وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا “Ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.”
Allah, kendisinde izzet olan ve zulme engel olma bulunan bir yardımla Sana yardım edecek, nusret verecektir.
Veya, yardım edilenin kendisiyle izzet bulacağı şekilde Sana yardım edecektir.
4- هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ “O ki, kendi imanlarıyla beraber imanlarını daha da artırmaları için mü’minlerin kalplerine sekînet indirdi.”
Sekînet, sebât ve itmi’nandır.
Normal şartlarda nefislerin endişe duyduğu ve ayakların sürçtüğü yerde, mü’minler bu sekînet sayesinde sebât gösterdiler.
Allahın sekînet indirmesiyle mü’minlerin imanı kuvvetlendi ve nefislerinin tam bir kanaate ulaşmasıyla, kendi yakinleriyle beraber yeni bir yakîne ulaştılar.
Veya şöyle de mana verilebilir:
Allah, mü’minlerin kalplerine, Hz. Peygamberin getirdiklerine karşı tam bir sükûn indirdi. Ta ki Allaha ve ahirete imanları yanında ilâhî hükümlere karşı da imanları ziyade olsun.
وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.”
O orduların tedbirini O görür. Onlardan bir kısmını bir kısmına bazan musallat kılar, bazan da hikmetinin iktizasına göre aralarında barış meydana getirir.
وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا “Ve Allah, Alîm’dir – Hakîm’dir.”Allah Alîm’dir, kendisinde maslahat olanı bilir. Hakîm’dir, takdir ve tedbirini hikmetle yapar.
5- لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ “Bütün bunlar Allah’ın; mü’min erkek ve mü’min kadınları, içlerinden ırmaklar akan, daimî kalacakları cennetlere koyması ve onların kötülüklerini örtmesi içindir.”
Önceki ayette “Göklerin ve yerin orduları Allahındır” denilerek onlarda Allahın tedbirine dikkat çekilmişti. Bu ayet ve devamıyla da ehl-i iman ve münafıkların akıbeti nazara verildi. Yani, Allah bütün bu tedbirleri yaptı, mü’minleri ehl-i küfre musallat kıldı, ta ki mü’minler Allahın nimetini bilsinler ve bu nimete şükretsinler, Allah da onları cennete alsın, kâfirlere ve münafıklara da azap versin.Ayet, Allahın Hz. Peygambere apaçık bir fetih ihsan etmesinin veya mü’minlerin kalplerine sekînet indirmesinin veya bütün bunların hepsinin illetini beyan ediyor da olabilir.Veya “imanlarını daha da artırmaları için” kısmının illeti de olabilir. Yani, mü’minlerin imanlarının artması, onların cennetlere alınmasına vesile olacaktır.
وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا “İşte bu, Allah katında çok büyük bir kurtuluştur.”
“İşte bu”, yani
-Allahın mü’minleri cennete alması,
-Veya günahlarını örtmesi çok büyük bir kurtuluştur.
Çünkü bu, bir faydayı celbin veya bir zararı def’in en ileri tezahürüdür.
6- وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ “Ve Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etmesi içindir.”“Kötü zan”, onların “Allah, peygamberine ve mü’minlere yardım etmez” şeklindeki zanlarıdır.
عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ “Kötü devran onların başına olsun!”
Mü’minler için zannettikleri ve bekledikleri kötü devran, kendi başlarına gelsin ve gelecektir.
وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ “Allah onlara gadap etti.”
وَلَعَنَهُمْ “Onları lânetledi.”
وَأَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ “Ve kendilerine cehennemi hazırladı.”Önceki cümle onların dünyadaki durumlarını nazara vermişti, bu kısım da ahiretteki durumlarını anlatmaktadır.
Allahın gadabı onlara laneti (rahmetten uzak kılınmalarını), bu da cehenneme
gönderilmelerini gerektirir. Bunların normalde فَ “fe” harfiy
le atfedilmeleri gerekirdi, ama sebebiyet nazara alınmadan her birinin vaîd hususunda müstakil olmaları yönünden و “vav” harfiyle atfedilmişlerdir.
وَسَاءتْ مَصِيرًا “Orası ne kötü bir varış yeridir!”
Cehennem, ne kötü bir akıbettir.
7- وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin orduları Allah’ın dır.”
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Ve Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
8- إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا “Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
Biz Seni ümmetine bir şahid, taat ve masiyete karşı bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
9- لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ “Ta Ki, Allah’a ve Rasûlüne iman edesiniz, O’na yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz.”
وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا “Ve sabah akşam O’nu tesbih edesiniz.”
Ayetteki hitap, Hz. Peygambere ve ümmetedir.
Veya hitap ümmete olup, Cenab-ı Hakkın peygambere olan hitabı, onlara hitap yerine konularak böyle denilmiştir.
Sabah-akşam tesbihten maksat, “daima tesbih edesiniz” manası da olabilir.
10- إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar.”Çünkü peygambere bîattan maksat, Allaha itaattir.
يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.”
Bu cümle, önceki cümleden hâl olabilir.
Veya tahyîl yoluyla yani hayale hitap eden mecazî bir anlatımla önceki cümleyi te’kid etmektedir.
فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ “Verdiği sözden dönen, kendi aleyhine dönmüş olur.”
Ahdi bozmanın zararı, ancak kendinedir.
وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا “Ve her kim Allah’a verdiği sözü yerine getirirse, ona çok büyük bir mükâfat verecektir.”
Çok büyük bir mükâfat, cennettir.
Ayet, Rıdvan Biatı hakkında nazil olmuştur.
11- سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا “Seferden geri kalan bedeviler, sana “mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu; Allah’tan bizim için mağfiret dile” diyecekler.”
Bunlar Eslem, Cüheyne, Müzeyne ve Gıfar kabileleridir. Hz. Peygamber (asm) Hudeybiye yılında onları sefere davet etmiş, ama onlar mal ve aileleriyle meşguliyetlerini gerekçe göstererek katılmamışlardı.
Onları geride bırakan şey,
-Allahın muvaffak kılmaması,
-İnanç za’fiyeti
-Ve Kureyşin karşılarına çıkma ihtimaliyle savaşmaktan korkmalarıdır.
يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ “Dilleriyle, kalplerinde olmayanı söylerler.”
Ayet, onların yalandan mazeret uydurmasını ve mağfiret taleplerini bir tekziptir.
قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا “De ki: Allah sizin için bir zarar dilerse, yahut bir yarar dilerse, O’nun size takdir ettiğine kim engel olabilir?”
Allahtan sizinle ilgili bir hükme karşı, O’nun meşiet ve hükmünün karşısında kim engel olabilir?
Sefere katılmamanıza mukabil, Allahtan size gelebilecek,
-Katl,
-Hezimet (bozguna uğramak)
-Mal ve ailenizle ilgili bir zarara kim karşı çıkabilir?
Veya bunun zıddını dilerse kim ne yapabilir?
بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا “Doğrusu, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
Dolayısıyla seferden geri kalmanızı ve niçin geri kaldığınızı da bilir.
12- بَلْ ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَنقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَى أَهْلِيهِمْ أَبَدًا “Doğrusu, Peygamberin ve mü’minlerin bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız.”
Müşrikler, onları toptan imha edecek, hiçbiri sağ kalmayacak zannediyordunuz.
وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ “Bu, sizin kalplerinize güzel gösterildi ve kötü zanda bulundunuz.” Böylece bu zan kalplerinizde yerleşti. Bahsi geçen zanda bulundunuz. Bundan murat, bu zannın kötülüğünü tescildir.
Veya mezkur zanları ile beraber, Allah ve rasûlü hakkındaki haktan uzak diğer zanlar da dahildir.
وَكُنتُمْ قَوْمًا بُورًا “Ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.”
İnancınızın fesadı ve kötü niyetiniz sebebiyle, Allah nezdinde helâk olan bir kavim oldunuz.
13- وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا “Kim Allah’a ve Onun Peygamberine inanmazsa bilsin ki biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık.”
Ayette “onlara” demek yerine “kâfirler için” denilmesi, Allah ve Rasûlüne imanı cem etmeyen kimsenin kâfir olduğunu ve küfrü sebebiyle kâfirin cehennemi hak ettiğini bildirmek içindir.
Ayette cehennemden bahsedilirken “Saîr” şeklinde elif-lâmsız bahsedilmesi, onun dehşetini göstermek veya Saîr’in özel bir ateş olduğunu nazara vermek içindir.
1ِِ4- وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.”
O, mülkünde dilediği şekilde tasarrufta bulunur.
يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء “O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır.”
Çünkü, O’na vacib (zorunlu) bir şey yoktur.
وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا “Allah Ğafur – Rahîm’dir.”
Çünkü bağışlamak ve merhamet etmek Allahın zâtındandır. Azap etmek ise arızî bir şekilde O’nun hükmüne dâhildir. Bundandır ki hadis-i kudsîde şöyle bildirildi: “Rahmetim gadabıma sebkat etti.’’[1>
15- سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا “Seferden geri kalanlar, siz ganimetleri almaya giderken şöyle diyecekler:”
Daha önce bahsi geçen ve sefere katılmayan bu kimseler, Hayber ganimetlerini almak üzere gittiğinizde şöyle diyecekler:
ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ “Bırakın biz de sizinle gelelim.”
Hz. Peygamber hicretin altıncı yılında Zilhicce ayında Hudeybiyeden döndü. Zilhiccenin geri kalan kısmını ve Muharrem ayının bir kısmını Medinede geçirdi. Sonra, Hudeybiyeye katılanlarla Haybere sefer düzenledi. Orayı fethetti ve ganimet olarak pek çok mal elde etti, bunları bu sefere katılanlara paylaştırdı.
يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ “Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler.”
Allah, Mekke ganimetlerine bedel, Hudeybiyeye katılanlara oranın ganimetlerini vaat etmişti.
Bazıları bu ayeti, “Eğer Allah seni onlardan bir grubun yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle birlikte artık asla çıkamazsınız. Ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşamazsınız.” (Tevbe, 83) ayetiyle açıklamak istemişse de, oradaki ayet Tebük seferi hakkındadır.
قُل لَّن تَتَّبِعُونَا “De ki: Siz asla bizimle gelmeyeceksiniz.”
كَذَلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ “Allah, hakkınızda önceden böyle buyurdu.”
Allah, Haybere gitmek için hazırlanmalarından evvel böyle buyurdu.
فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا “Onlar, “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler.”
“Ganimetlere bizim de ortak olmamızı çekemiyorsunuz” diyecekler.
بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا “Hayır, onlar pek az anlarlar.”
Bu da onların sadece dünya işlerini anlamalarıdır.
Onlar, “hayır…” demekle Allahın hükmünün böyle olmasını kabul etmemekte ve kendilerinin Hayber Seferine alınmamalarının sırf hasetten olduğuna inanmaktadırlar.
Allahu Teâlânın da bunlara “hayır…” şeklinde cevap vermesi Allahtan onlara bir reddir ve onların dinî meselelerde câhil olduklarını ortaya koymaktır.
16- قُل لِّلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ “Seferden geri kalan bedevilere de ki:”
Onlar hakkında “Geri kalanlar” şeklinde burada tekrarlanması, onları ziyadesiyle kınamak ve savaştan böyle geri kalmanın çirkinliğini hissettirmek içindir.
سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ “Güçlü kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız.”
Bu “güçlü-kuvvetli kavim”,
-Rasûlullahın vefatından sonra irtidad eden (dinden dönen) Benî Hanife ve kabilelerdir.
-Veya müşriklerdir. Ayetin devamı da bu ikinci şıkkı teyit eder:
تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ “Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar.”
Bunlar için iki tercih vardır:
-Kendileriyle savaşılması
-Veya İslâma girmeleri.
Ama müşrik olmayanlar için,
-Ya kendileriyle savaşılması
-Ya’da cizye vermeleri söz konusudur.
Ayet, Hz. Ebubekirin hilafetinin sıhhatine delâlet eder. Çünkü ayette anlatılan durum, ancak O’nun hilafeti zamanında gerçekleşmiştir.
Ancak, ayetin Sakîf ve Havazin kabileleri hakkında olduğu da rivayet edilir. Onlarla savaş ise Hz. Peygamber zamanında olmuştu.
Denildi ki: Ayette bahsi geçen kavim, İranlılar ve Rumlardır. O zaman ayetteki “veya Müslüman olurlar” ifadesi, “veya teslim olurlar” şeklinde anlaşılır. Bunlar, cizye vermeyi kabul ederek teslim olmuşlardır.
فَإِن تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا “Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir.”
Bundan murat,
-Dünyada ganimet
-Ve ahirette cennettir.
وَإِن تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُم مِّن قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, sizi elîm bir azaba uğratır.”
Hudeybiyeden geri kaldığınız gibi bundan da geri kalırsanız cürmünüz katlandığından, Allah sizi çok elim bir azapla azaplandırır.
17- لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.)”
Allahu Teâlâ, Allah yolunda savaştan geri kalanlara vaîdde bulununca, bu ayetle bu hükümden istisna edilenleri bildirdi.
وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.”
وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا “Kim de yüz çevirirse, onu elîm bir azaba uğratır.”
Cenab-ı Hakkın vaadde ayrıntılı anlatıp vaîdde mücmel (kısa) geçmesi, sebkat eden rahmeti sebebiyle vaadi daha etkin bir şekilde ifade etmek içindir.
[1> Yani, asıl olan ilâhî rahmettir, gadap ise tebeî ve arızîdir.
27- لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ “Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı.”
Sebeb-i Nüzûl
Hz. Peygamber rüyasında kendisini ve ashabını başlarını traş etmiş ve saçlarını kısaltmış vaziyette emniyet içinde Mekkeye girdiklerini gördü. Rüyasını ashabına anlattı. Buna çok sevindiler ve hemen o yıl olacak zannettiler. Ancak o yıl bu gerçekleşmeyip sonraya kalınca bazısı Hudeybiye dönüşü şöyle dedi: “Vallahi ne traş olduk, ne saçlarımızı kısalttık, ne de Ka’beyi gördük.” Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu.
Allah, Rasûlünün rüyasını hak kıldı. Şüphesiz Allah Rasûlünün gördüğü, mukadder vakti geldiğinde tahakkuk edecektir.
Bu ilâhî vaad, diğer yıl umre ziyareti ile gerçekleşmiştir.
Öte yandan ayetteki “bilhakk” ifadesinin “Hakka yemin ederim ki” manasına yemin olması da caizdir. Bu durumda “Hakk” kelimesi Allahın bir ismidir veya batıl kelimesinin zıddıdır.
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاء اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ “Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz.”
O zaman ayetin bu kısmı kasemin cevabı olur. Yani, “Hakka yemin ederim ki, sizler Mescidi Harama gireceksiniz.”
Vaadin “Allah dilerse” denilerek Allahın meşietine talik edilmesi.
İnsanlara bunu öğretmek içindir.
- Veya rüya meleğinin sözünü hikâye yollu anlatmaktır.
- Veya Hz. Peygamberin ashabına konuştuğu üslûbu hikâye etmektir.
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا “Allah, sizin bilmediğinizi bildi de, size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.”
Bunun tehirinde sizin bilmediğiniz hikmetleri bildi de Mescid-i Harama girmeden veya Mekkeyi fethetmenizden önce yakın bir fetih nasip etti.
“Yakın bir fetih” ifadesinden murat, Hayberin fethidir. Bu fethin nasip edilmesi mü’minlerin buna bakıp vaad edilenin de tahakkuk edeceğine kalben kanaat getirmeleri içindir.
28- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ “O ki, bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi.”
İslâmın diğer dinlere üstünlüğü,
-Onlardaki bazı hükümleri neshetmesiyle,
-Batıl olan ne varsa ortaya koymasıyla gösterilmiştir.
-Veya Müslümanların diğer din mensuplarına galip kılınmasıyla gerçekleşmiştir. Çünkü, Müslümanlar hemen her dinden olan milletlere galip gelmişlerdir.
Ayette, Allahın vaat ettiği fetihler için bir te’kîd vardır.
وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا “Şahit olarak Allah yeter.”
Va’adinin gerçekleşeceğine veya mu’cizeler izhar etmek suretiyle peygamberinin nübüvvetine şahit olarak Allah yeter.
29- مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ “Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür.”
Bu cümle, şehadet edilenin ne olduğunu beyan eder.
وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ “Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.”
Onlar, dinlerine muhalefet edene karşı serttirler, kendi aralarında ise merhametlidirler. Ayetin bu kısmı, “Mü’minlere karşı yumuşaktırlar. Kâfirlere karşı ise şiddetlidirler.” (Maide, 54) ayetine benzer.
تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا “Onların, rükû ve secde eden, Allah’tan bir lütuf ve rıza isteyen kimseler olarak görürsün.”
Çünkü onlar ekser vakitlerinde namazla meşgullerdir.
سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ “Onları alameti, yüzlerinde secde izleridir.”
Çokça secde etmelerinden dolayı, alınlarında bir alamet meydana gelir.
ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ “İşte bu, onların Tevrat’ta ki vasfıdır.”
“İşte bu” ifadesi, bahsi geçen vasfa işaret eder.
Onların bu hayret verici sıfatı, Tevratta zikredilmiştir.
وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ “İncil’deki vasıfları ise şöyledir:”
كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ “Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler.”
Kesafeti, kuvveti, kalınlığı ve güzel görünümüyle çiftçilerin hoşuna gider.
Bu, sahabe hakkında Cenab-ı Hakkın verdiği bir temsildir. İslâmın başlangıcında az idiler, sonra çoğaldılar, kuvvetlendiler. İnsanların hayranlığını celp edecek şekilde terakki ettiler, ilerlediler.
لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ “(Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle)kâfirleri öfkelendirir.”
Allahın onları gittikçe büyüyüp kuvvetlenen ekin misaliyle anlatması, kâfirleri öfkelendirmek içindir.Veya ayetin devamında gelen ilâhî vaat, kâfirleri öfkelendirmek içindir.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا “Allah, içlerinden iman edip salih ameller işleyenlere bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”
Çünkü kâfirler bunu duyduklarında çok öfkelenmişlerdi.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim Fetih sûresini okusa, Muhammedle Mekke’nin fethinde bulunan kimselerden biri gibi olur.”
18- لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ “Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken, Allah mü’minlerden razı oldu.”
Hz. Peygamber Hudeybiyeye gelip konakladığında Huzaa kabilesinden Hıraş Bin Ümeyyeyi Mekkelilere elçi olarak gönderdi. Onlar ise kendisini öldürmek istediler, bazıları engel oldular. O da Hudeybiyeye geri döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Osmanı elçi olarak gönderdi, O’nu da hapsettiler. Ama öldürüldüğüne dair haberler duyuldu. Hz. Peygamber ashabını çağırdı. Sayıları bin üçyüz, bin beşyüz kişi civarındaydı. Ashab, Kureyşle savaşmak ve onlardan kaçmamak üzere biat ettiler. Hz. Peygamber ise Semure veya Sidre denilen bir ağacın altında oturmaktaydı.
فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ “ Kalplerinde olanı bildi de onlara sekinet indirdi.”
Allah onların kalplerinde olan ihlâsı bildi.
Onlara cesaret vererek veya sulhü gerçekleştirerek üzerlerine itminan ve nefsin sükûnet hâlini indirdi.
وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا “Ve onları yakın bir fetih ile mükâfatlandırdı.”
Onlara az zaman sonra Hayber fethini müyesser kıldı.
Denildi ki: Bundan murat Mekke’nin fethidir.
19- وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا “Elde edecekleri birçok ganimetlerle de.”
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah galiptir, hikmetin gereğini gözetir.
20- وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetleri de vaad etti.”
Bu ayet, kıyamete kadar Müslümanların elde edecekleri ganimetlere işaret eder.
فَعَجَّلَ لَكُمْ هَذِهِ “Şimdilik peşin olarak bunu size verdi.”
وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنكُمْ “Ve insanların ellerini sizden çekti.”
Hayber halkı ve onların müttefikleri olan Beni Esed ve Ğatafanın ellerini üzerinizden çekti.
Veya bundan murat, Hudeybiye barışı sebebiyle Mekkelilerin ellerinin savaştan geri çekilmesidir.
وَلِتَكُونَ آيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ta ki bu, mü’minlere bir ayet olsun.”
Bu el çekilmesi veya size nasip edilen ganimet, mü’minlerin Allah nezdinde bir kıymete sahip olduklarına bir emaredir.
Veya bundan murat Hz. Peygamberin sıdkını göstermek de olabilir. Çünkü Hz. Peygamber Hudeybiyeden dönerken Hayberin fethini mü’minlere vaat etmişti.
Veya bundan murat, ganimetlerin vaat edilmesi de olabilir.[1>
Veya bundan murat Mekke’nin fethine bir unvan olmasıdır.
وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve sizi doğru bir yola iletsin.”
Bu, Allahın lütfuna güvenmek ve O’na tevekkül etmektir.
21- وَأُخْرَى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ أَحَاطَ اللَّهُ بِهَا “Ayrıca, sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın kuşattıkları da vardır.”
Nitekim Allah vaadini gerçekleştirdi, Hevazin ve İran ganimetleri gibi nice ganimetlere ulaşıldı.
وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا “Ve Allah her şeye kâdirdir.”
Çünkü O’nun kudreti zâtından olup, bir şeyle meşguliyeti başkasına engel değildir.
22- وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْأَدْبَارَ “Şayet kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı.”
Şayet Mekkeliler barış yapmayıp sizinle savaşsalardı, hezimete uğrayıp arkalarını dönüp kaçarlardı.
ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا “Sonra bir dost ve bir yardımcı da bulamazlardı.”
23- سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ “Allah’ın öteden beri gelen kanunu budur.”
Yani, Allah geçmiş kavimlerde kadîm bir esas olarak peygamberlerinin galebesini prensip edinmiştir. Nitekim şöyle bildirir:
“Allah şöyle yazdı: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” (Mücadile, 21)
وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”
24- وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ “O ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekti.”
Ebu Cehlin oğlu İkrime, beşyüz kişiyle Hudeybiyeye gelmişti. Hz. Peygamber ona mukabil bir grup müslümanı gönderdi. Gönderilenler Mekke dâhilinde onlara galip geldiler, sonra geri döndüler.
“Ayette anlatılan durum Mekkenin fethinde yaşandı” diyenler oldu ve bunu Mekkenin kuvvet zoruyla fethedildiğine şahit gösterdiler. Ama bu zayıf bir görüştür. Çünkü sûre, Mekkenin fethinden önce inmiştir.
وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا “Allah, yaptıklarınızı görendir.”
Allah önce onların Rasûlüne tâat için savaşmalarını, sonra da Ka’beyi tazim için savaşta ileri gitmeyip ellerini çekmelerini elbette bilir ve buna göre amellerinin karşılığını verir.
25- هُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا أَن يَبْلُغَ مَحِلَّهُ “Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Haram’dan men eden ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasına engel olan kimselerdir.”
Ayetin bu kısmı, üstte nazara verilen durumun Hudeybiye’de olduğuna delâlet eder.
Hedy, Mekkeye adanan kurbandır. Bunların kesim mahalli, Mina’dır, başka yerde kesilmesi caiz değildir. Ancak, Hz. Peygamber Hudeybiye’de engellendiği için mecburen orada kesmişlerdi.
وَلَوْلَا رِجَالٌ مُّؤْمِنُونَ وَنِسَاء مُّؤْمِنَاتٌ لَّمْ تَعْلَمُوهُمْ أَن تَطَؤُوهُمْ فَتُصِيبَكُم مِّنْهُم مَّعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ “Şayet kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle, mü’min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle, onlardan yana bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, (Allah savaşı önlemezdi.)”
Müşriklerle karışık oldukları için bizzat onları tanımıyordunuz.
Yoksa, onlardan dolayı,
-Diyet ödemek,
-Katledilmeleri sebebiyle kefaret ödemek,
-Ve onlara karşı daimî vicdan azabı çekmek gibi nahoş şeyler başınıza gelecekti.
“Şayet” ifadesinin cevabı mahzuf olup, kelâm onun cevabına delâlet etmektedir.
Yani, şayet kafirler arasında bulunan ve mü’min oldukları bilinmeyen bazı kimseleri öldürüp de başınıza hoşlanmayacağınız bir durum gelecek olmasaydı, Allah sizin elinizi onlardan geri çekmezdi.
لِيُدْخِلَ اللَّهُ فِي رَحْمَتِهِ مَن يَشَاء “Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.”
Bundan murat, Allahın Mekke’deki gizli Müslümanları koruması veya kâfirlerden bir kısmını İslâma girmeye muvaffak kılmasıdır.
لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Şayet onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elîm bir azaba çarptırırdık.”
Onları katl ve sürgünle cezalandırırdık.
26- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ “Hani o inkâr edenler kalplerindeki gayreti, cahiliye gayreti kılmışlardı.”
Cahiliye gayreti, hakkı kabule engel olur.
فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ “Allah da, Peygamberine ve mü’minlere sekînetini indirdi.”
Allah, Peygamberine ve mü’minlere sebat ve vakar indirdi.
Şöyle ki: Hz. Peygamber Hudeybiyede müşriklerle savaşa niyetlendiğinde, Mekkeliler “O sene umre yapmayıp geri dönmeleri ve diğer yıl üç günlüğüne Mekkenin boşaltılıp umrelerini yapmaları” teklifiyle Süheyl Bin Amr, Huveytib Bin Abdül Uzza ve Mükriz Bin Hafsı elçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber şartları kabul etti. Bunu, bir yazıyla aralarında anlaşma olarak kaydettiler.
Hz. Peygamber, kâtip olarak Hz. Aliye dedi: “Ya Ali, yaz: Bismillahirrahmânirrahim.”
Onlar dediler: Biz bunu bilmiyoruz, “Allahım, Senin adınla” diye yaz.
Sonra Hz. Peygamber Hz. Aliye “Bu, Allah Rasûlünün Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır yaz” dedi.
Onlar itiraz edip: “Senin Allah Rasûlü olduğunu bilsek, Seni Ka’beden alıkoymaz, Seninle savaşmazdık” dediler. Şöyle yazılsın: “Bu, Abdullah oğlu Muhammedin Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır.”
Hz. Peygamber “onların dediği gibi yaz” buyurdu. Bunun üzerine mü’minler bunu kabul etmeyip üzerlerine saldıracak oldular, Allah onlara sekînet indirdi. Böylece vakur davrandılar ve tahammül ettiler.
وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى “Ve onları takva kelimesi üzerinde durdurdu.”
Takva kelimesi,
-Kelime-i şehadettir.
-Veya Allahın onlar için seçtiği Besmele ve Muhamedün Rasûlulah”dır.
-Veya sebat ve ahde vefadır.
Buna “takva kelimesi” denilmesi, takvaya sebep olması veya takva ehlinin kelimesi olması cihetiyledir.
وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا “Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler.”
وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا “Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Allah her şeyin ehli olanı bilir ve onu o şeye müyesser kılar.
[1> Nitekim bu vaat gerçekleşmiş, başlangıçta dar bir coğrafyada bulunan mü’minler dünyanın doğusuna batısına seferler düzenleyerek nice ganimetler elde etmişlerdir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Ayet, Mekke’nin fethini vaat etmektedir.
Bunun geçmiş zaman sığasıyla ifade edilmesi,
-Mutlaka tahakkuk edeceğini bildirmek içindir.
-Veya aynı yıl Hayber ve Fedek’in fethedilmesinin tevafuk etmesinden dolayıdır.
-Veya ayet “apaçık bir fetih” olarak Hudeybiye barışını nazara vermektedir. Çünkü bu barış Mekkenin fethine sebep olmuştur.
Bundan sonra Hz. Peygamberin önü açılmış, diğer Arab kabilelerine yönelmiş, pek çok yerleri fethetmiş ve nice insanlar İslâma girmişlerdir.
Hz. Peygamber için Hudeybiyede büyük bir mu’cize zâhir olmuştu. Şöyle ki:
Hudeybiyedeki kuyunun suyu tamamen kaybolmuştu. Hz. Peygamber (asm) bir parça suyu ağzına alıp ardından o suyu kuyuya boşalttı. Kuyu, su ile doldu, orada olan herkes o sudan içti.
Ayrıca, ayetteki fetihten murat, Rumların fethi olabilir. Rumlar o senede İranlılara galip geldiler. Bunun Hz. Peygamber için bir fetih olduğunu Rum sûresinde görmüştün.
Denildi ki: Ayetteki fetih, “hükmetmek” manasınadır. Yani, “biz senin Mekkeye girmene hükmettik.”
2- لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ “Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.”
Ayet, fethin illetini bildirir. Çünkü fetih,
-Kâfirlerle cihada,
-Şirki ortadan kaldırmaya,
-Dini yüceltmeye,
-Nâkıs nefisleri zorla tekmil etmeye yol açar. Ardından tedrici bir şekilde kendi iradeleriyle nefislerini kemâle erdirirler.
-Ayrıca fetih, zalimlere karşı zafiyetten de kurtarır.
“…senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.”
Allahın Hz. Peygamberi bağışlamasından murat, “Senin itap görebileceğin bütün eksiklikleri Allah bağışlayacaktır” manasıdır.
وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ “Sana olan nimetini tamamlasın.”
-Dinini yücelterek,
-Ve nübüvvetine saltanatı da katarak Sana olan nimetini tamamlayacaktır.
وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve seni doğru bir yola iletsin.”
Ve Seni risalet görevini tebliğde ve idarî görevlerini yerine getirmekte dosdoğru bir yola sevkedecektir.
3- وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا “Ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.”
Allah, kendisinde izzet olan ve zulme engel olma bulunan bir yardımla Sana yardım edecek, nusret verecektir.
Veya, yardım edilenin kendisiyle izzet bulacağı şekilde Sana yardım edecektir.
4- هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ “O ki, kendi imanlarıyla beraber imanlarını daha da artırmaları için mü’minlerin kalplerine sekînet indirdi.”
Sekînet, sebât ve itmi’nandır.
Normal şartlarda nefislerin endişe duyduğu ve ayakların sürçtüğü yerde, mü’minler bu sekînet sayesinde sebât gösterdiler.
Allahın sekînet indirmesiyle mü’minlerin imanı kuvvetlendi ve nefislerinin tam bir kanaate ulaşmasıyla, kendi yakinleriyle beraber yeni bir yakîne ulaştılar.
Veya şöyle de mana verilebilir:
Allah, mü’minlerin kalplerine, Hz. Peygamberin getirdiklerine karşı tam bir sükûn indirdi. Ta ki Allaha ve ahirete imanları yanında ilâhî hükümlere karşı da imanları ziyade olsun.
وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.”
O orduların tedbirini O görür. Onlardan bir kısmını bir kısmına bazan musallat kılar, bazan da hikmetinin iktizasına göre aralarında barış meydana getirir.
وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا “Ve Allah, Alîm’dir – Hakîm’dir.”Allah Alîm’dir, kendisinde maslahat olanı bilir. Hakîm’dir, takdir ve tedbirini hikmetle yapar.
5- لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ “Bütün bunlar Allah’ın; mü’min erkek ve mü’min kadınları, içlerinden ırmaklar akan, daimî kalacakları cennetlere koyması ve onların kötülüklerini örtmesi içindir.”
Önceki ayette “Göklerin ve yerin orduları Allahındır” denilerek onlarda Allahın tedbirine dikkat çekilmişti. Bu ayet ve devamıyla da ehl-i iman ve münafıkların akıbeti nazara verildi. Yani, Allah bütün bu tedbirleri yaptı, mü’minleri ehl-i küfre musallat kıldı, ta ki mü’minler Allahın nimetini bilsinler ve bu nimete şükretsinler, Allah da onları cennete alsın, kâfirlere ve münafıklara da azap versin.Ayet, Allahın Hz. Peygambere apaçık bir fetih ihsan etmesinin veya mü’minlerin kalplerine sekînet indirmesinin veya bütün bunların hepsinin illetini beyan ediyor da olabilir.Veya “imanlarını daha da artırmaları için” kısmının illeti de olabilir. Yani, mü’minlerin imanlarının artması, onların cennetlere alınmasına vesile olacaktır.
وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا “İşte bu, Allah katında çok büyük bir kurtuluştur.”
“İşte bu”, yani
-Allahın mü’minleri cennete alması,
-Veya günahlarını örtmesi çok büyük bir kurtuluştur.
Çünkü bu, bir faydayı celbin veya bir zararı def’in en ileri tezahürüdür.
6- وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ “Ve Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etmesi içindir.”“Kötü zan”, onların “Allah, peygamberine ve mü’minlere yardım etmez” şeklindeki zanlarıdır.
عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ “Kötü devran onların başına olsun!”
Mü’minler için zannettikleri ve bekledikleri kötü devran, kendi başlarına gelsin ve gelecektir.
وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ “Allah onlara gadap etti.”
وَلَعَنَهُمْ “Onları lânetledi.”
وَأَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ “Ve kendilerine cehennemi hazırladı.”Önceki cümle onların dünyadaki durumlarını nazara vermişti, bu kısım da ahiretteki durumlarını anlatmaktadır.
Allahın gadabı onlara laneti (rahmetten uzak kılınmalarını), bu da cehenneme
gönderilmelerini gerektirir. Bunların normalde فَ “fe” harfiy
le atfedilmeleri gerekirdi, ama sebebiyet nazara alınmadan her birinin vaîd hususunda müstakil olmaları yönünden و “vav” harfiyle atfedilmişlerdir.
وَسَاءتْ مَصِيرًا “Orası ne kötü bir varış yeridir!”
Cehennem, ne kötü bir akıbettir.
7- وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin orduları Allah’ın dır.”
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Ve Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
8- إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا “Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
Biz Seni ümmetine bir şahid, taat ve masiyete karşı bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
9- لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ “Ta Ki, Allah’a ve Rasûlüne iman edesiniz, O’na yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz.”
وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا “Ve sabah akşam O’nu tesbih edesiniz.”
Ayetteki hitap, Hz. Peygambere ve ümmetedir.
Veya hitap ümmete olup, Cenab-ı Hakkın peygambere olan hitabı, onlara hitap yerine konularak böyle denilmiştir.
Sabah-akşam tesbihten maksat, “daima tesbih edesiniz” manası da olabilir.
10- إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar.”Çünkü peygambere bîattan maksat, Allaha itaattir.
يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.”
Bu cümle, önceki cümleden hâl olabilir.
Veya tahyîl yoluyla yani hayale hitap eden mecazî bir anlatımla önceki cümleyi te’kid etmektedir.
فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ “Verdiği sözden dönen, kendi aleyhine dönmüş olur.”
Ahdi bozmanın zararı, ancak kendinedir.
وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا “Ve her kim Allah’a verdiği sözü yerine getirirse, ona çok büyük bir mükâfat verecektir.”
Çok büyük bir mükâfat, cennettir.
Ayet, Rıdvan Biatı hakkında nazil olmuştur.
11- سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا “Seferden geri kalan bedeviler, sana “mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu; Allah’tan bizim için mağfiret dile” diyecekler.”
Bunlar Eslem, Cüheyne, Müzeyne ve Gıfar kabileleridir. Hz. Peygamber (asm) Hudeybiye yılında onları sefere davet etmiş, ama onlar mal ve aileleriyle meşguliyetlerini gerekçe göstererek katılmamışlardı.
Onları geride bırakan şey,
-Allahın muvaffak kılmaması,
-İnanç za’fiyeti
-Ve Kureyşin karşılarına çıkma ihtimaliyle savaşmaktan korkmalarıdır.
يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ “Dilleriyle, kalplerinde olmayanı söylerler.”
Ayet, onların yalandan mazeret uydurmasını ve mağfiret taleplerini bir tekziptir.
قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا “De ki: Allah sizin için bir zarar dilerse, yahut bir yarar dilerse, O’nun size takdir ettiğine kim engel olabilir?”
Allahtan sizinle ilgili bir hükme karşı, O’nun meşiet ve hükmünün karşısında kim engel olabilir?
Sefere katılmamanıza mukabil, Allahtan size gelebilecek,
-Katl,
-Hezimet (bozguna uğramak)
-Mal ve ailenizle ilgili bir zarara kim karşı çıkabilir?
Veya bunun zıddını dilerse kim ne yapabilir?
بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا “Doğrusu, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
Dolayısıyla seferden geri kalmanızı ve niçin geri kaldığınızı da bilir.
12- بَلْ ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَنقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَى أَهْلِيهِمْ أَبَدًا “Doğrusu, Peygamberin ve mü’minlerin bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız.”
Müşrikler, onları toptan imha edecek, hiçbiri sağ kalmayacak zannediyordunuz.
وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ “Bu, sizin kalplerinize güzel gösterildi ve kötü zanda bulundunuz.” Böylece bu zan kalplerinizde yerleşti. Bahsi geçen zanda bulundunuz. Bundan murat, bu zannın kötülüğünü tescildir.
Veya mezkur zanları ile beraber, Allah ve rasûlü hakkındaki haktan uzak diğer zanlar da dahildir.
وَكُنتُمْ قَوْمًا بُورًا “Ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.”
İnancınızın fesadı ve kötü niyetiniz sebebiyle, Allah nezdinde helâk olan bir kavim oldunuz.
13- وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا “Kim Allah’a ve Onun Peygamberine inanmazsa bilsin ki biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırladık.”
Ayette “onlara” demek yerine “kâfirler için” denilmesi, Allah ve Rasûlüne imanı cem etmeyen kimsenin kâfir olduğunu ve küfrü sebebiyle kâfirin cehennemi hak ettiğini bildirmek içindir.
Ayette cehennemden bahsedilirken “Saîr” şeklinde elif-lâmsız bahsedilmesi, onun dehşetini göstermek veya Saîr’in özel bir ateş olduğunu nazara vermek içindir.
1ِِ4- وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.”
O, mülkünde dilediği şekilde tasarrufta bulunur.
يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء “O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır.”
Çünkü, O’na vacib (zorunlu) bir şey yoktur.
وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا “Allah Ğafur – Rahîm’dir.”
Çünkü bağışlamak ve merhamet etmek Allahın zâtındandır. Azap etmek ise arızî bir şekilde O’nun hükmüne dâhildir. Bundandır ki hadis-i kudsîde şöyle bildirildi: “Rahmetim gadabıma sebkat etti.’’[1>
15- سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا “Seferden geri kalanlar, siz ganimetleri almaya giderken şöyle diyecekler:”
Daha önce bahsi geçen ve sefere katılmayan bu kimseler, Hayber ganimetlerini almak üzere gittiğinizde şöyle diyecekler:
ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ “Bırakın biz de sizinle gelelim.”
Hz. Peygamber hicretin altıncı yılında Zilhicce ayında Hudeybiyeden döndü. Zilhiccenin geri kalan kısmını ve Muharrem ayının bir kısmını Medinede geçirdi. Sonra, Hudeybiyeye katılanlarla Haybere sefer düzenledi. Orayı fethetti ve ganimet olarak pek çok mal elde etti, bunları bu sefere katılanlara paylaştırdı.
يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ “Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler.”
Allah, Mekke ganimetlerine bedel, Hudeybiyeye katılanlara oranın ganimetlerini vaat etmişti.
Bazıları bu ayeti, “Eğer Allah seni onlardan bir grubun yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Benimle birlikte artık asla çıkamazsınız. Ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşamazsınız.” (Tevbe, 83) ayetiyle açıklamak istemişse de, oradaki ayet Tebük seferi hakkındadır.
قُل لَّن تَتَّبِعُونَا “De ki: Siz asla bizimle gelmeyeceksiniz.”
كَذَلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ “Allah, hakkınızda önceden böyle buyurdu.”
Allah, Haybere gitmek için hazırlanmalarından evvel böyle buyurdu.
فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا “Onlar, “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz” diyecekler.”
“Ganimetlere bizim de ortak olmamızı çekemiyorsunuz” diyecekler.
بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا “Hayır, onlar pek az anlarlar.”
Bu da onların sadece dünya işlerini anlamalarıdır.
Onlar, “hayır…” demekle Allahın hükmünün böyle olmasını kabul etmemekte ve kendilerinin Hayber Seferine alınmamalarının sırf hasetten olduğuna inanmaktadırlar.
Allahu Teâlânın da bunlara “hayır…” şeklinde cevap vermesi Allahtan onlara bir reddir ve onların dinî meselelerde câhil olduklarını ortaya koymaktır.
16- قُل لِّلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ “Seferden geri kalan bedevilere de ki:”
Onlar hakkında “Geri kalanlar” şeklinde burada tekrarlanması, onları ziyadesiyle kınamak ve savaştan böyle geri kalmanın çirkinliğini hissettirmek içindir.
سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ “Güçlü kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız.”
Bu “güçlü-kuvvetli kavim”,
-Rasûlullahın vefatından sonra irtidad eden (dinden dönen) Benî Hanife ve kabilelerdir.
-Veya müşriklerdir. Ayetin devamı da bu ikinci şıkkı teyit eder:
تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ “Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar.”
Bunlar için iki tercih vardır:
-Kendileriyle savaşılması
-Veya İslâma girmeleri.
Ama müşrik olmayanlar için,
-Ya kendileriyle savaşılması
-Ya’da cizye vermeleri söz konusudur.
Ayet, Hz. Ebubekirin hilafetinin sıhhatine delâlet eder. Çünkü ayette anlatılan durum, ancak O’nun hilafeti zamanında gerçekleşmiştir.
Ancak, ayetin Sakîf ve Havazin kabileleri hakkında olduğu da rivayet edilir. Onlarla savaş ise Hz. Peygamber zamanında olmuştu.
Denildi ki: Ayette bahsi geçen kavim, İranlılar ve Rumlardır. O zaman ayetteki “veya Müslüman olurlar” ifadesi, “veya teslim olurlar” şeklinde anlaşılır. Bunlar, cizye vermeyi kabul ederek teslim olmuşlardır.
فَإِن تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا “Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir.”
Bundan murat,
-Dünyada ganimet
-Ve ahirette cennettir.
وَإِن تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُم مِّن قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, sizi elîm bir azaba uğratır.”
Hudeybiyeden geri kaldığınız gibi bundan da geri kalırsanız cürmünüz katlandığından, Allah sizi çok elim bir azapla azaplandırır.
17- لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.)”
Allahu Teâlâ, Allah yolunda savaştan geri kalanlara vaîdde bulununca, bu ayetle bu hükümden istisna edilenleri bildirdi.
وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.”
وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا “Kim de yüz çevirirse, onu elîm bir azaba uğratır.”
Cenab-ı Hakkın vaadde ayrıntılı anlatıp vaîdde mücmel (kısa) geçmesi, sebkat eden rahmeti sebebiyle vaadi daha etkin bir şekilde ifade etmek içindir.
[1> Yani, asıl olan ilâhî rahmettir, gadap ise tebeî ve arızîdir.
27- لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ “Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı.”
Sebeb-i Nüzûl
Hz. Peygamber rüyasında kendisini ve ashabını başlarını traş etmiş ve saçlarını kısaltmış vaziyette emniyet içinde Mekkeye girdiklerini gördü. Rüyasını ashabına anlattı. Buna çok sevindiler ve hemen o yıl olacak zannettiler. Ancak o yıl bu gerçekleşmeyip sonraya kalınca bazısı Hudeybiye dönüşü şöyle dedi: “Vallahi ne traş olduk, ne saçlarımızı kısalttık, ne de Ka’beyi gördük.” Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu.
Allah, Rasûlünün rüyasını hak kıldı. Şüphesiz Allah Rasûlünün gördüğü, mukadder vakti geldiğinde tahakkuk edecektir.
Bu ilâhî vaad, diğer yıl umre ziyareti ile gerçekleşmiştir.
Öte yandan ayetteki “bilhakk” ifadesinin “Hakka yemin ederim ki” manasına yemin olması da caizdir. Bu durumda “Hakk” kelimesi Allahın bir ismidir veya batıl kelimesinin zıddıdır.
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاء اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ “Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz.”
O zaman ayetin bu kısmı kasemin cevabı olur. Yani, “Hakka yemin ederim ki, sizler Mescidi Harama gireceksiniz.”
Vaadin “Allah dilerse” denilerek Allahın meşietine talik edilmesi.
İnsanlara bunu öğretmek içindir.
- Veya rüya meleğinin sözünü hikâye yollu anlatmaktır.
- Veya Hz. Peygamberin ashabına konuştuğu üslûbu hikâye etmektir.
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا “Allah, sizin bilmediğinizi bildi de, size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.”
Bunun tehirinde sizin bilmediğiniz hikmetleri bildi de Mescid-i Harama girmeden veya Mekkeyi fethetmenizden önce yakın bir fetih nasip etti.
“Yakın bir fetih” ifadesinden murat, Hayberin fethidir. Bu fethin nasip edilmesi mü’minlerin buna bakıp vaad edilenin de tahakkuk edeceğine kalben kanaat getirmeleri içindir.
28- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ “O ki, bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi.”
İslâmın diğer dinlere üstünlüğü,
-Onlardaki bazı hükümleri neshetmesiyle,
-Batıl olan ne varsa ortaya koymasıyla gösterilmiştir.
-Veya Müslümanların diğer din mensuplarına galip kılınmasıyla gerçekleşmiştir. Çünkü, Müslümanlar hemen her dinden olan milletlere galip gelmişlerdir.
Ayette, Allahın vaat ettiği fetihler için bir te’kîd vardır.
وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا “Şahit olarak Allah yeter.”
Va’adinin gerçekleşeceğine veya mu’cizeler izhar etmek suretiyle peygamberinin nübüvvetine şahit olarak Allah yeter.
29- مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ “Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür.”
Bu cümle, şehadet edilenin ne olduğunu beyan eder.
وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ “Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.”
Onlar, dinlerine muhalefet edene karşı serttirler, kendi aralarında ise merhametlidirler. Ayetin bu kısmı, “Mü’minlere karşı yumuşaktırlar. Kâfirlere karşı ise şiddetlidirler.” (Maide, 54) ayetine benzer.
تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا “Onların, rükû ve secde eden, Allah’tan bir lütuf ve rıza isteyen kimseler olarak görürsün.”
Çünkü onlar ekser vakitlerinde namazla meşgullerdir.
سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ “Onları alameti, yüzlerinde secde izleridir.”
Çokça secde etmelerinden dolayı, alınlarında bir alamet meydana gelir.
ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ “İşte bu, onların Tevrat’ta ki vasfıdır.”
“İşte bu” ifadesi, bahsi geçen vasfa işaret eder.
Onların bu hayret verici sıfatı, Tevratta zikredilmiştir.
وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ “İncil’deki vasıfları ise şöyledir:”
كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ “Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler.”
Kesafeti, kuvveti, kalınlığı ve güzel görünümüyle çiftçilerin hoşuna gider.
Bu, sahabe hakkında Cenab-ı Hakkın verdiği bir temsildir. İslâmın başlangıcında az idiler, sonra çoğaldılar, kuvvetlendiler. İnsanların hayranlığını celp edecek şekilde terakki ettiler, ilerlediler.
لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ “(Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle)kâfirleri öfkelendirir.”
Allahın onları gittikçe büyüyüp kuvvetlenen ekin misaliyle anlatması, kâfirleri öfkelendirmek içindir.Veya ayetin devamında gelen ilâhî vaat, kâfirleri öfkelendirmek içindir.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا “Allah, içlerinden iman edip salih ameller işleyenlere bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”
Çünkü kâfirler bunu duyduklarında çok öfkelenmişlerdi.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim Fetih sûresini okusa, Muhammedle Mekke’nin fethinde bulunan kimselerden biri gibi olur.”
18- لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ “Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken, Allah mü’minlerden razı oldu.”
Hz. Peygamber Hudeybiyeye gelip konakladığında Huzaa kabilesinden Hıraş Bin Ümeyyeyi Mekkelilere elçi olarak gönderdi. Onlar ise kendisini öldürmek istediler, bazıları engel oldular. O da Hudeybiyeye geri döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz. Osmanı elçi olarak gönderdi, O’nu da hapsettiler. Ama öldürüldüğüne dair haberler duyuldu. Hz. Peygamber ashabını çağırdı. Sayıları bin üçyüz, bin beşyüz kişi civarındaydı. Ashab, Kureyşle savaşmak ve onlardan kaçmamak üzere biat ettiler. Hz. Peygamber ise Semure veya Sidre denilen bir ağacın altında oturmaktaydı.
فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ “ Kalplerinde olanı bildi de onlara sekinet indirdi.”
Allah onların kalplerinde olan ihlâsı bildi.
Onlara cesaret vererek veya sulhü gerçekleştirerek üzerlerine itminan ve nefsin sükûnet hâlini indirdi.
وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا “Ve onları yakın bir fetih ile mükâfatlandırdı.”
Onlara az zaman sonra Hayber fethini müyesser kıldı.
Denildi ki: Bundan murat Mekke’nin fethidir.
19- وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا “Elde edecekleri birçok ganimetlerle de.”
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا “Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Allah galiptir, hikmetin gereğini gözetir.
20- وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetleri de vaad etti.”
Bu ayet, kıyamete kadar Müslümanların elde edecekleri ganimetlere işaret eder.
فَعَجَّلَ لَكُمْ هَذِهِ “Şimdilik peşin olarak bunu size verdi.”
وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنكُمْ “Ve insanların ellerini sizden çekti.”
Hayber halkı ve onların müttefikleri olan Beni Esed ve Ğatafanın ellerini üzerinizden çekti.
Veya bundan murat, Hudeybiye barışı sebebiyle Mekkelilerin ellerinin savaştan geri çekilmesidir.
وَلِتَكُونَ آيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ “Ta ki bu, mü’minlere bir ayet olsun.”
Bu el çekilmesi veya size nasip edilen ganimet, mü’minlerin Allah nezdinde bir kıymete sahip olduklarına bir emaredir.
Veya bundan murat Hz. Peygamberin sıdkını göstermek de olabilir. Çünkü Hz. Peygamber Hudeybiyeden dönerken Hayberin fethini mü’minlere vaat etmişti.
Veya bundan murat, ganimetlerin vaat edilmesi de olabilir.[1>
Veya bundan murat Mekke’nin fethine bir unvan olmasıdır.
وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve sizi doğru bir yola iletsin.”
Bu, Allahın lütfuna güvenmek ve O’na tevekkül etmektir.
21- وَأُخْرَى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ أَحَاطَ اللَّهُ بِهَا “Ayrıca, sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın kuşattıkları da vardır.”
Nitekim Allah vaadini gerçekleştirdi, Hevazin ve İran ganimetleri gibi nice ganimetlere ulaşıldı.
وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا “Ve Allah her şeye kâdirdir.”
Çünkü O’nun kudreti zâtından olup, bir şeyle meşguliyeti başkasına engel değildir.
22- وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْأَدْبَارَ “Şayet kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı.”
Şayet Mekkeliler barış yapmayıp sizinle savaşsalardı, hezimete uğrayıp arkalarını dönüp kaçarlardı.
ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا “Sonra bir dost ve bir yardımcı da bulamazlardı.”
23- سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ “Allah’ın öteden beri gelen kanunu budur.”
Yani, Allah geçmiş kavimlerde kadîm bir esas olarak peygamberlerinin galebesini prensip edinmiştir. Nitekim şöyle bildirir:
“Allah şöyle yazdı: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” (Mücadile, 21)
وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”
24- وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ “O ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekti.”
Ebu Cehlin oğlu İkrime, beşyüz kişiyle Hudeybiyeye gelmişti. Hz. Peygamber ona mukabil bir grup müslümanı gönderdi. Gönderilenler Mekke dâhilinde onlara galip geldiler, sonra geri döndüler.
“Ayette anlatılan durum Mekkenin fethinde yaşandı” diyenler oldu ve bunu Mekkenin kuvvet zoruyla fethedildiğine şahit gösterdiler. Ama bu zayıf bir görüştür. Çünkü sûre, Mekkenin fethinden önce inmiştir.
وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا “Allah, yaptıklarınızı görendir.”
Allah önce onların Rasûlüne tâat için savaşmalarını, sonra da Ka’beyi tazim için savaşta ileri gitmeyip ellerini çekmelerini elbette bilir ve buna göre amellerinin karşılığını verir.
25- هُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا أَن يَبْلُغَ مَحِلَّهُ “Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Haram’dan men eden ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasına engel olan kimselerdir.”
Ayetin bu kısmı, üstte nazara verilen durumun Hudeybiye’de olduğuna delâlet eder.
Hedy, Mekkeye adanan kurbandır. Bunların kesim mahalli, Mina’dır, başka yerde kesilmesi caiz değildir. Ancak, Hz. Peygamber Hudeybiye’de engellendiği için mecburen orada kesmişlerdi.
وَلَوْلَا رِجَالٌ مُّؤْمِنُونَ وَنِسَاء مُّؤْمِنَاتٌ لَّمْ تَعْلَمُوهُمْ أَن تَطَؤُوهُمْ فَتُصِيبَكُم مِّنْهُم مَّعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ “Şayet kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle, mü’min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle, onlardan yana bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, (Allah savaşı önlemezdi.)”
Müşriklerle karışık oldukları için bizzat onları tanımıyordunuz.
Yoksa, onlardan dolayı,
-Diyet ödemek,
-Katledilmeleri sebebiyle kefaret ödemek,
-Ve onlara karşı daimî vicdan azabı çekmek gibi nahoş şeyler başınıza gelecekti.
“Şayet” ifadesinin cevabı mahzuf olup, kelâm onun cevabına delâlet etmektedir.
Yani, şayet kafirler arasında bulunan ve mü’min oldukları bilinmeyen bazı kimseleri öldürüp de başınıza hoşlanmayacağınız bir durum gelecek olmasaydı, Allah sizin elinizi onlardan geri çekmezdi.
لِيُدْخِلَ اللَّهُ فِي رَحْمَتِهِ مَن يَشَاء “Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.”
Bundan murat, Allahın Mekke’deki gizli Müslümanları koruması veya kâfirlerden bir kısmını İslâma girmeye muvaffak kılmasıdır.
لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Şayet onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elîm bir azaba çarptırırdık.”
Onları katl ve sürgünle cezalandırırdık.
26- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ “Hani o inkâr edenler kalplerindeki gayreti, cahiliye gayreti kılmışlardı.”
Cahiliye gayreti, hakkı kabule engel olur.
فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ “Allah da, Peygamberine ve mü’minlere sekînetini indirdi.”
Allah, Peygamberine ve mü’minlere sebat ve vakar indirdi.
Şöyle ki: Hz. Peygamber Hudeybiyede müşriklerle savaşa niyetlendiğinde, Mekkeliler “O sene umre yapmayıp geri dönmeleri ve diğer yıl üç günlüğüne Mekkenin boşaltılıp umrelerini yapmaları” teklifiyle Süheyl Bin Amr, Huveytib Bin Abdül Uzza ve Mükriz Bin Hafsı elçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber şartları kabul etti. Bunu, bir yazıyla aralarında anlaşma olarak kaydettiler.
Hz. Peygamber, kâtip olarak Hz. Aliye dedi: “Ya Ali, yaz: Bismillahirrahmânirrahim.”
Onlar dediler: Biz bunu bilmiyoruz, “Allahım, Senin adınla” diye yaz.
Sonra Hz. Peygamber Hz. Aliye “Bu, Allah Rasûlünün Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır yaz” dedi.
Onlar itiraz edip: “Senin Allah Rasûlü olduğunu bilsek, Seni Ka’beden alıkoymaz, Seninle savaşmazdık” dediler. Şöyle yazılsın: “Bu, Abdullah oğlu Muhammedin Mekkelilerle yaptığı barış anlaşmasıdır.”
Hz. Peygamber “onların dediği gibi yaz” buyurdu. Bunun üzerine mü’minler bunu kabul etmeyip üzerlerine saldıracak oldular, Allah onlara sekînet indirdi. Böylece vakur davrandılar ve tahammül ettiler.
وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى “Ve onları takva kelimesi üzerinde durdurdu.”
Takva kelimesi,
-Kelime-i şehadettir.
-Veya Allahın onlar için seçtiği Besmele ve Muhamedün Rasûlulah”dır.
-Veya sebat ve ahde vefadır.
Buna “takva kelimesi” denilmesi, takvaya sebep olması veya takva ehlinin kelimesi olması cihetiyledir.
وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا “Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler.”
وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا “Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Allah her şeyin ehli olanı bilir ve onu o şeye müyesser kılar.
[1> Nitekim bu vaat gerçekleşmiş, başlangıçta dar bir coğrafyada bulunan mü’minler dünyanın doğusuna batısına seferler düzenleyerek nice ganimetler elde etmişlerdir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren