Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
20- اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ “Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence ve bir zînettir.”
وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ “Kendi aranızda bir övünmedir.”
وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ “Ve mal ve evlatta çokluk yarışıdır.”
Mü’minlerin ve kâfirlerin ahiretteki hâli zikredilince kendisiyle ahirette kurtuluşa ulaşılamayacak dünya işleri bu ayetle tahkir edildi, küçüklüğü gösterildi. Bunların faydası az ve sür’atle zevale gidici hayali şeyler olduğu beyan edildi. Çünkü dünya hayatı,
-Bir oyundur. Nasıl ki çocuklar faydasız bir şekilde oyunda kendilerini yorarlar, onun gibi insanlar da dünya ile kendilerini yorarlar.
-Mühim şeylerden onları alıkoyan, boş işlerle oyalayan bir eğlencedir.
-Güzel elbiseler, cazip makamlar, yüksek köşkler gibi bir zînettir.
-Nesep ile övünmektir.
-Veya çoklukla ve mal ile iftihar etmektir.
Cenab-ı Hak bu manayı şöyle takrir etti:
كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ “Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, kafirlerin/ çiftçilerin hoşuna gider.”
ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا “Sonra kurur, onu sapsarı görürsün.”
ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا “Sonra çerçöp olur.”
Dünyanın hâli sür’atle geçmesi ve faydasının azlığı yönünden şöyle bir temsille anlatıldı: Yağmurun bitirdiği otlar var, bunlar göz dolduracak şekilde büyüyüp gelişiyor, çiftçilerin hoşuna gidiyor. Sonra ise bir afetle kuruyor, rengi sararıyor, ardından çerçöp hâlini alıyor.
“Çiftçiler” şeklinde manası açıklanan bu kelime, ayet metninde “küffar” yani “kâfirler” şeklinde geçer. Ayet buna göre de açıklanabilir. Çünkü kâfirler dünya hayatının zînetine çok daha düşkünlerdir. Mü’min ise, güzel ve hayret verici bir şey gördüğünde, fikri bundan O’nun yaratıcısının kudretine intikal eder ve o kudreti takdir eder. Kâfir ise, onun fikri duyuların sınırını aşamaz, ona göre de duyularla muhatap olduğu şeylere hayran kalır.
Cenab-ı Hak, ayetin devamında ahiretin büyüklüğünü nazara verip şöyle buyurdu:
وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Ahirette ise çetin bir azap vardır.”
وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ “Ve Allah’tan bir mağfiret ve rıza.”Bunun nazara verilmesi, dünyaya kendini kaptırmaktan ürkütmek ve ahirette ikramı gerektirecek şeylere teşvik etmek içindir.
Sonra da şu kavliyle bunu te’kid etti:
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ “Dünya hayatı, aldatıcı bir meta’dan başka bir şey değildir.”Dünya hayatı, ona yönelen ve onunla ahireti talep etmeyen kimseye aldatıcı bir meta’dan ibarettir.
21- سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ “Rabbinizden bir mağfiret ve eni, gökle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın.”
Koşu meydanlarında yarışanlar gibi, siz de Rabbinizden bir mağfirete, yani O’nun mağfiretini gerektirecek şeyleri yapmaya koşun.“Eni, gökle yerin genişliği gibi olan...”Eni böyleyse, ya uzunluğu ne kadar olur?Denildi ki: Bu ifadeden murat, “…Ona bir kötülük dokunduğu zaman ise, uzun uzun yalvarır.” (Fussılet, 51) ayetinde olduğu gibi, genişliği anlatmaktır.
أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ “(Bu cennet), Allah’a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlandı.”Ayette “hazırlandı” ifadesi cennetin yaratılmış olduğuna, “Allaha ve peygamberlerine iman edenler için hazırlandı” ifadesi ise cennete layık olmak için imanın tek başına yeterli olduğuna bir delil vardır.
ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “İşte bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir.”
“İşte bu” ifadesi, vaat edilen şeyler içindir.
Allah, bu vaat ettiklerini, onu icaba zorlayacak bir şey olmadan, dilediğine lütuf olarak verir.
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Kıymeti ne kadar büyük olsa bile, bununla lütufta bulunmak da Allahın o büyük lütfundandır.
22- مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”
Yeryüzünde meydana gelen kıtlık, afet ve insanlara isabet eden hastalık ve sıkıntılı haller gibi musibetler, yaratılmazdan önce levh-i mahfuzda yazılı ve Allahın ilminde sabittirler.
إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ “Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.”
Bunu levh-i mahfuzda önceden belirlemek Allaha çok kolaydır. Çünkü Allah bunu yapmada âlete ve müddete muhtaç değildir.
23- لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ “Ta ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Onun size verdikleriyle şımarmayasınız.”
Bunun böyle belirlenmesi, dünya nimetlerinden kaçırdıklarınıza üzülmemeniz ve Allahın size verdikleriyle şımarmamanız içindir. Çünkü hepsinin Allahın takdiriyle olduğunu bilen kimsenin nazarında iş kolaylaşır.[1>
Ayette elden kaçırmanın insandan kaynaklandığını, elde etmenin ve devam ettirmenin ise Allahın yarattığı bir sebeple olduğunu hissettirmek vardır.
Ayetten murat,
-Allahın emrine teslime engel olan ümitsizliği
-Ve şımarmayı netice veren aşırı sevinci nefyetmektir.
Bunun için ayetin devamı şöyle geldi.
وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ “Allah, böbürlenen, kibirlenen kimseleri sevmez.”
Çünkü musibet ve sevinç zamanlarında nefsini kontrol edebilen az kimse vardır.
24- الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ “Onlar cimrilik eder ve insanlara da cimriliği emrederler.”
Ayetin bu kısmı, önceki ayetin sonunda geçen “kibirli” kimselerin bir anlatımıdır. Çünkü malıyla kibirli olan kimse genelde cimrilik de yapar.
Veya bu kısım yeni bir cümle olup haberi hazfedilmiştir. Ayetin devamı, hazfedilen cümleye delâlet eder:
وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah Ğani’dir – Hamîd’dir.”
Yani, her kim de infak etmekten yüz çevirirse, Allah ondan ve onun infakından ğanidir. zâtında hamde hayıktır. Onun şükründen yüz çevrilmesi kendisine bir zarar vermediği gibi, nimetlerine şükredilmesi ve ibadet edilmesi de bir fayda vermez.
Ayette hem bir tehdid, hem de Allahın infakı emretmesinin infak edenin menfaatine olduğunu hissettirmek vardır.
25- لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun biz elçilerimizi beyyinat’la gönderdik.”
Elçilerin gönderilmesinden murat,
-Meleklerin peygamberlere gönderilmesi,
-Veya peygamberlerin ümmetlere gönderilmesidir.
Beyyinat ise, deliller ve mu’cizelerdir.
وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ “Ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.”
Hakkı beyan etmeleri ve doğru ameli ayırmaları için onlarla beraber kitap indirdik.
Hukukun eşit bir şekilde dağılımı ve adaletin ikamesi için mizanı indirdik.
Mizanın indirilmesi,
-Onun sebeplerinin indirilmesi,
-Ve hazırlanmasının emredilmesidir.
Denildi ki: Allah mizanı Hz. Nûh’a indirdi.
Bununla adaletin murat edilmesi de caizdir. Allahın kitabı ve mizanı indirmesi, insanların ona göre hareket etmeleri ve bununla düşmanı def etmeleri içindir. Nitekim devamında şöyle bildirilir:
وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ “Ve demiri indirdik.”
فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ “Onda çetin bir kuvvet ve insanlar için nice faydalar vardır.”
Onda “kuvvet olması” savaş âletlerinin demirden yapılması yönündendir.
Onda “nice faydalar olması” ise, bütün san’at âletlerinin demirden yapılmasındandır.
وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ “Bu, Allahın kendisine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri bilmesi içindir.”
Allahın bu şekilde demiri indirmesi, kimin kâfirlerle mücadelede bu silahları kullanarak Allahın dinine ve peygamberlerine yardım edeceğini ortaya koyması içindir.
إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ “Şüphesiz Allah Kavi’dir – Azîz’dir.”
Allah, Kavi’dir, helâkini murat ettiğini helâk etmeye gücü yeter.
Azîz’dir, bir yardıma muhtaç değildir. İnsanlara cihadı emretmesi, bununla menfaat elde etmeleri ve bunu yerine getirmekle sevaba hak kazanmaları içindir.
26- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ “Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i elçi olarak gönderdik.”
وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ “Onların nesillerine nübüvvet ve kitab verdik.”
Denildi ki: Kitap’tan murat, kitabet, yani yazıdır.
فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ “Onlardan bir kısmı hidayete ermiştir.”
“Onlardan bir kısmı” ifadesi, Hz. Nûhun ve Hz. İbrahimin nesilleridir.
Veya “gönderdik” ifadesinin delâlet ettiği üzere, kendilerine peygamber gönderilenlerdir.
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ “Onlardan çoğu ise fasıklardır.”Onların çoğu ise, doğru yoldan çıkmış kimselerdir.Ayette “bir kısmı hidayete ermiştir” denildikten sonra, normalde “bir kısmı da hidayete ermemiştir” denilebilirdi. Bunun yerine “onlardan çoğu ise fasıklardır” denilmesi
-Hem onları kınamada daha kuvvetli bir anlatımdır.
-Hem de dalâlette olanların sayıca daha fazla olduğuna delâlet eder.
27- ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا “Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik.”
Sonra peşpeşe peygamberler gönderdik.
وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ “Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik.”
Hepsinin peşinde ise, Meryem oğlu İsayı gönderdik.
وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ “Ona İncil’i verdik.”
وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً “Ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk.”
وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ “Kendi ihdas ettikleri ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık.”Ruhbanlık, ibadet ve riyazette aşırı gitmek ve insanlardan uzak kalıp bir köşeye çekilmektir.“Onu biz yazmadık.”Biz onlara böyle bir şeyi farz kılmamıştık.
إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar.”
Lakin onlar, Allahın rızasını gözeterek böyle bir bid’a meydana getirdiler.
فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا “Ama buna da gereği gibi uymadılar.”
Çünkü ruhbanlığa,
-Teslis’i kattılar.[2>
-Allahın Hz. İsa ile müttehid olduğunu söylediler.
-Ruhbanlıkta ihlası kaybedip sum’a peşinde koştular, âbid kimseler olarak bilinmek, duyulmak istediler.
-Hz. Muhammed’i (asm) inkâr ettiler ve daha başka şeylerle gerçek ruhbanlığa aykırı işler yaptılar.
فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ “Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik.”
Onlardan sahih imanı elde edenlere – ki Hz. Muhammede iman etmek de buna dâhildir- ve ruhbanlığın hukukunu koruyabilenlere mükâfatlarını verdik.
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ “İçlerinden çoğu da fasıklardır.”
Onların çoğu taatten çıkmış kimselerdir.
28- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا “Ey iman edenler!”Ey bahsi geçen peygamberlere iman edenler!
اتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”Allahın yasakladığı şeyleri yapmaktan kaçının!
وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ “Ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin.”Ta ki Allah hem Hz. Muhammede hem de O’ndan öncekilere imanınızdan dolayı kendi rahmetinden size iki kat nasip versin.Her ne kadar önceki dinleri neshedilmiş, yürürlükten kaldırılmışsa da, İslâmın bereketiyle önceki dinlerini uygulamalarından dolayı sevap almaları uzak bir şey değildir.
Denildi ki: Hitab, Hz. Peygamberin asrındaki Hristiyanlaradır.
وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ “Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin.”
Bundan murat, yine bu sûrede anlatılan “O gün mü’min erkekler ve mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün.” (Hadîd, 12) ayeti olabilir veya kendisiyle Yüce Yaratıcıya gidilen hidayettir.
وَيَغْفِرْ لَكُمْ “Ve sizi bağışlasın.”
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”
29- لِئَلَّا يَعْلَمَ أَهْلُ الْكِتَابِ “Ta ki ehl-i kitap şunu bilsinler:”
Ayette geçen (lâ) zaid olup, manada nazara alınmaz. Bazı kıraatlarda olmaması da bunu teyid eder.
أَلَّا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّن فَضْلِ اللَّهِ “Allah’ın lütfundan hiçbir şeye güç yetiremezler.”
Yani, onlar Allahın bahsi geçen lütfundan bir şeye nail olamayacaklar ve nail olmak için bir imkân bulamayacaklar. Çünkü böyle bir lütfa nail olmak için Hz. Peygambere de iman etmeleri şartı vardır. Şart gerçekleşmeyince, şarta bağlı lütuf da gerçekleşmez.
Veya şöyle bir mana olabilir:Onlar Allahın lütfundan herhangi bir şeye güç yetiremezler. Nerede kaldı en büyük lütfu olan nübüvvette bir tasarrufları olsun, onu dilediklerine verebilsinler.Ayetin devamı bu manayı teyid eder:
وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “Ve lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediği kimseye verir.”
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Bir üstteki ayete şöyle de mana verilmiştir:
Ta ki ehl-i kitap “Peygamber ve O’na iman edenler Allah’ın lütfundan hiçbir şeye nail olamazlar” şeklinde bir itikada kapılmasınlar.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim Hadîd sûresini okusa, Allaha ve O’nun bütün peygamberlerine iman edenlerden yazılır.”
[1> Yani kaçırdığına üzülmez, kendisine verilenle şımarmaz.
[2> Baba-oğul ve ruh’u-l Kudüs şeklinde bir inanç uydurdular.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ “Kendi aranızda bir övünmedir.”
وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ “Ve mal ve evlatta çokluk yarışıdır.”
Mü’minlerin ve kâfirlerin ahiretteki hâli zikredilince kendisiyle ahirette kurtuluşa ulaşılamayacak dünya işleri bu ayetle tahkir edildi, küçüklüğü gösterildi. Bunların faydası az ve sür’atle zevale gidici hayali şeyler olduğu beyan edildi. Çünkü dünya hayatı,
-Bir oyundur. Nasıl ki çocuklar faydasız bir şekilde oyunda kendilerini yorarlar, onun gibi insanlar da dünya ile kendilerini yorarlar.
-Mühim şeylerden onları alıkoyan, boş işlerle oyalayan bir eğlencedir.
-Güzel elbiseler, cazip makamlar, yüksek köşkler gibi bir zînettir.
-Nesep ile övünmektir.
-Veya çoklukla ve mal ile iftihar etmektir.
Cenab-ı Hak bu manayı şöyle takrir etti:
كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ “Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, kafirlerin/ çiftçilerin hoşuna gider.”
ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا “Sonra kurur, onu sapsarı görürsün.”
ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا “Sonra çerçöp olur.”
Dünyanın hâli sür’atle geçmesi ve faydasının azlığı yönünden şöyle bir temsille anlatıldı: Yağmurun bitirdiği otlar var, bunlar göz dolduracak şekilde büyüyüp gelişiyor, çiftçilerin hoşuna gidiyor. Sonra ise bir afetle kuruyor, rengi sararıyor, ardından çerçöp hâlini alıyor.
“Çiftçiler” şeklinde manası açıklanan bu kelime, ayet metninde “küffar” yani “kâfirler” şeklinde geçer. Ayet buna göre de açıklanabilir. Çünkü kâfirler dünya hayatının zînetine çok daha düşkünlerdir. Mü’min ise, güzel ve hayret verici bir şey gördüğünde, fikri bundan O’nun yaratıcısının kudretine intikal eder ve o kudreti takdir eder. Kâfir ise, onun fikri duyuların sınırını aşamaz, ona göre de duyularla muhatap olduğu şeylere hayran kalır.
Cenab-ı Hak, ayetin devamında ahiretin büyüklüğünü nazara verip şöyle buyurdu:
وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Ahirette ise çetin bir azap vardır.”
وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ “Ve Allah’tan bir mağfiret ve rıza.”Bunun nazara verilmesi, dünyaya kendini kaptırmaktan ürkütmek ve ahirette ikramı gerektirecek şeylere teşvik etmek içindir.
Sonra da şu kavliyle bunu te’kid etti:
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ “Dünya hayatı, aldatıcı bir meta’dan başka bir şey değildir.”Dünya hayatı, ona yönelen ve onunla ahireti talep etmeyen kimseye aldatıcı bir meta’dan ibarettir.
21- سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ “Rabbinizden bir mağfiret ve eni, gökle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın.”
Koşu meydanlarında yarışanlar gibi, siz de Rabbinizden bir mağfirete, yani O’nun mağfiretini gerektirecek şeyleri yapmaya koşun.“Eni, gökle yerin genişliği gibi olan...”Eni böyleyse, ya uzunluğu ne kadar olur?Denildi ki: Bu ifadeden murat, “…Ona bir kötülük dokunduğu zaman ise, uzun uzun yalvarır.” (Fussılet, 51) ayetinde olduğu gibi, genişliği anlatmaktır.
أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ “(Bu cennet), Allah’a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlandı.”Ayette “hazırlandı” ifadesi cennetin yaratılmış olduğuna, “Allaha ve peygamberlerine iman edenler için hazırlandı” ifadesi ise cennete layık olmak için imanın tek başına yeterli olduğuna bir delil vardır.
ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “İşte bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir.”
“İşte bu” ifadesi, vaat edilen şeyler içindir.
Allah, bu vaat ettiklerini, onu icaba zorlayacak bir şey olmadan, dilediğine lütuf olarak verir.
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Kıymeti ne kadar büyük olsa bile, bununla lütufta bulunmak da Allahın o büyük lütfundandır.
22- مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”
Yeryüzünde meydana gelen kıtlık, afet ve insanlara isabet eden hastalık ve sıkıntılı haller gibi musibetler, yaratılmazdan önce levh-i mahfuzda yazılı ve Allahın ilminde sabittirler.
إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ “Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.”
Bunu levh-i mahfuzda önceden belirlemek Allaha çok kolaydır. Çünkü Allah bunu yapmada âlete ve müddete muhtaç değildir.
23- لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ “Ta ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Onun size verdikleriyle şımarmayasınız.”
Bunun böyle belirlenmesi, dünya nimetlerinden kaçırdıklarınıza üzülmemeniz ve Allahın size verdikleriyle şımarmamanız içindir. Çünkü hepsinin Allahın takdiriyle olduğunu bilen kimsenin nazarında iş kolaylaşır.[1>
Ayette elden kaçırmanın insandan kaynaklandığını, elde etmenin ve devam ettirmenin ise Allahın yarattığı bir sebeple olduğunu hissettirmek vardır.
Ayetten murat,
-Allahın emrine teslime engel olan ümitsizliği
-Ve şımarmayı netice veren aşırı sevinci nefyetmektir.
Bunun için ayetin devamı şöyle geldi.
وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ “Allah, böbürlenen, kibirlenen kimseleri sevmez.”
Çünkü musibet ve sevinç zamanlarında nefsini kontrol edebilen az kimse vardır.
24- الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ “Onlar cimrilik eder ve insanlara da cimriliği emrederler.”
Ayetin bu kısmı, önceki ayetin sonunda geçen “kibirli” kimselerin bir anlatımıdır. Çünkü malıyla kibirli olan kimse genelde cimrilik de yapar.
Veya bu kısım yeni bir cümle olup haberi hazfedilmiştir. Ayetin devamı, hazfedilen cümleye delâlet eder:
وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Kim yüz çevirirse, şüphesiz Allah Ğani’dir – Hamîd’dir.”
Yani, her kim de infak etmekten yüz çevirirse, Allah ondan ve onun infakından ğanidir. zâtında hamde hayıktır. Onun şükründen yüz çevrilmesi kendisine bir zarar vermediği gibi, nimetlerine şükredilmesi ve ibadet edilmesi de bir fayda vermez.
Ayette hem bir tehdid, hem de Allahın infakı emretmesinin infak edenin menfaatine olduğunu hissettirmek vardır.
25- لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun biz elçilerimizi beyyinat’la gönderdik.”
Elçilerin gönderilmesinden murat,
-Meleklerin peygamberlere gönderilmesi,
-Veya peygamberlerin ümmetlere gönderilmesidir.
Beyyinat ise, deliller ve mu’cizelerdir.
وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ “Ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.”
Hakkı beyan etmeleri ve doğru ameli ayırmaları için onlarla beraber kitap indirdik.
Hukukun eşit bir şekilde dağılımı ve adaletin ikamesi için mizanı indirdik.
Mizanın indirilmesi,
-Onun sebeplerinin indirilmesi,
-Ve hazırlanmasının emredilmesidir.
Denildi ki: Allah mizanı Hz. Nûh’a indirdi.
Bununla adaletin murat edilmesi de caizdir. Allahın kitabı ve mizanı indirmesi, insanların ona göre hareket etmeleri ve bununla düşmanı def etmeleri içindir. Nitekim devamında şöyle bildirilir:
وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ “Ve demiri indirdik.”
فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ “Onda çetin bir kuvvet ve insanlar için nice faydalar vardır.”
Onda “kuvvet olması” savaş âletlerinin demirden yapılması yönündendir.
Onda “nice faydalar olması” ise, bütün san’at âletlerinin demirden yapılmasındandır.
وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ “Bu, Allahın kendisine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri bilmesi içindir.”
Allahın bu şekilde demiri indirmesi, kimin kâfirlerle mücadelede bu silahları kullanarak Allahın dinine ve peygamberlerine yardım edeceğini ortaya koyması içindir.
إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ “Şüphesiz Allah Kavi’dir – Azîz’dir.”
Allah, Kavi’dir, helâkini murat ettiğini helâk etmeye gücü yeter.
Azîz’dir, bir yardıma muhtaç değildir. İnsanlara cihadı emretmesi, bununla menfaat elde etmeleri ve bunu yerine getirmekle sevaba hak kazanmaları içindir.
26- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ “Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i elçi olarak gönderdik.”
وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ “Onların nesillerine nübüvvet ve kitab verdik.”
Denildi ki: Kitap’tan murat, kitabet, yani yazıdır.
فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ “Onlardan bir kısmı hidayete ermiştir.”
“Onlardan bir kısmı” ifadesi, Hz. Nûhun ve Hz. İbrahimin nesilleridir.
Veya “gönderdik” ifadesinin delâlet ettiği üzere, kendilerine peygamber gönderilenlerdir.
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ “Onlardan çoğu ise fasıklardır.”Onların çoğu ise, doğru yoldan çıkmış kimselerdir.Ayette “bir kısmı hidayete ermiştir” denildikten sonra, normalde “bir kısmı da hidayete ermemiştir” denilebilirdi. Bunun yerine “onlardan çoğu ise fasıklardır” denilmesi
-Hem onları kınamada daha kuvvetli bir anlatımdır.
-Hem de dalâlette olanların sayıca daha fazla olduğuna delâlet eder.
27- ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا “Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik.”
Sonra peşpeşe peygamberler gönderdik.
وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ “Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik.”
Hepsinin peşinde ise, Meryem oğlu İsayı gönderdik.
وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ “Ona İncil’i verdik.”
وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً “Ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk.”
وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ “Kendi ihdas ettikleri ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık.”Ruhbanlık, ibadet ve riyazette aşırı gitmek ve insanlardan uzak kalıp bir köşeye çekilmektir.“Onu biz yazmadık.”Biz onlara böyle bir şeyi farz kılmamıştık.
إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar.”
Lakin onlar, Allahın rızasını gözeterek böyle bir bid’a meydana getirdiler.
فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا “Ama buna da gereği gibi uymadılar.”
Çünkü ruhbanlığa,
-Teslis’i kattılar.[2>
-Allahın Hz. İsa ile müttehid olduğunu söylediler.
-Ruhbanlıkta ihlası kaybedip sum’a peşinde koştular, âbid kimseler olarak bilinmek, duyulmak istediler.
-Hz. Muhammed’i (asm) inkâr ettiler ve daha başka şeylerle gerçek ruhbanlığa aykırı işler yaptılar.
فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ “Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik.”
Onlardan sahih imanı elde edenlere – ki Hz. Muhammede iman etmek de buna dâhildir- ve ruhbanlığın hukukunu koruyabilenlere mükâfatlarını verdik.
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ “İçlerinden çoğu da fasıklardır.”
Onların çoğu taatten çıkmış kimselerdir.
28- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا “Ey iman edenler!”Ey bahsi geçen peygamberlere iman edenler!
اتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”Allahın yasakladığı şeyleri yapmaktan kaçının!
وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ “Ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin.”Ta ki Allah hem Hz. Muhammede hem de O’ndan öncekilere imanınızdan dolayı kendi rahmetinden size iki kat nasip versin.Her ne kadar önceki dinleri neshedilmiş, yürürlükten kaldırılmışsa da, İslâmın bereketiyle önceki dinlerini uygulamalarından dolayı sevap almaları uzak bir şey değildir.
Denildi ki: Hitab, Hz. Peygamberin asrındaki Hristiyanlaradır.
وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ “Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin.”
Bundan murat, yine bu sûrede anlatılan “O gün mü’min erkekler ve mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün.” (Hadîd, 12) ayeti olabilir veya kendisiyle Yüce Yaratıcıya gidilen hidayettir.
وَيَغْفِرْ لَكُمْ “Ve sizi bağışlasın.”
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”
29- لِئَلَّا يَعْلَمَ أَهْلُ الْكِتَابِ “Ta ki ehl-i kitap şunu bilsinler:”
Ayette geçen (lâ) zaid olup, manada nazara alınmaz. Bazı kıraatlarda olmaması da bunu teyid eder.
أَلَّا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّن فَضْلِ اللَّهِ “Allah’ın lütfundan hiçbir şeye güç yetiremezler.”
Yani, onlar Allahın bahsi geçen lütfundan bir şeye nail olamayacaklar ve nail olmak için bir imkân bulamayacaklar. Çünkü böyle bir lütfa nail olmak için Hz. Peygambere de iman etmeleri şartı vardır. Şart gerçekleşmeyince, şarta bağlı lütuf da gerçekleşmez.
Veya şöyle bir mana olabilir:Onlar Allahın lütfundan herhangi bir şeye güç yetiremezler. Nerede kaldı en büyük lütfu olan nübüvvette bir tasarrufları olsun, onu dilediklerine verebilsinler.Ayetin devamı bu manayı teyid eder:
وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “Ve lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediği kimseye verir.”
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ “Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Bir üstteki ayete şöyle de mana verilmiştir:
Ta ki ehl-i kitap “Peygamber ve O’na iman edenler Allah’ın lütfundan hiçbir şeye nail olamazlar” şeklinde bir itikada kapılmasınlar.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim Hadîd sûresini okusa, Allaha ve O’nun bütün peygamberlerine iman edenlerden yazılır.”
[1> Yani kaçırdığına üzülmez, kendisine verilenle şımarmaz.
[2> Baba-oğul ve ruh’u-l Kudüs şeklinde bir inanç uydurdular.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren