Neler yeni

Welcome to Cidar - Hak Yolunda... Hak üzere...

Forumumuza hoş geldiniz, burada birçok faydalı içerik ve aktif bir topluluk sizi bekliyor, ancak tüm özelliklerden yararlanabilmek ve paylaşımlara katılabilmek için kayıt olmanız gerekmektedir.

Haşir Suresi Tefsiri

Admin

Yönetici
Katılım
19 Şub 2025
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1ِِ- سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder.”

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O Azîz – Hakîm’dir.”

Sebeb-i Nüzûl


Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Medineye geldiğinde Beni Nadîr Yahudileriyle ne lehinde ne de aleyhinde olmamaları üzere saldırmazlık anlaşması yaptı. Hz. Peygamber Bedirde galip gelince “Bu, Tevratta kendisine nusret verileceği bildirilen peygamber” dediler. Ama Müslümanlar Uhudda mağlup olunca şüpheye düştüler ve yüz çevirdiler. Reisleri Ka’b Bin Eşref, kırk süvariyle Mekke’ye gitti ve Ebu Süfyanla Müslümanlar aleyhinde anlaşma yaptı. Hz. Peygamber de Ka’b Bin Eşrefin sütkardeşine emretti, oda suikast ile onu öldürdü. Sonra Hz. Peygamber, askeri birliklerle varıp diyarlarını kuşattı. Sürgüne gönderilmeyi kabul ederek sulh yaptılar. Çoğu Şama gitti, bir kısmı da Hayber ve Hîre’ye katıldı. Bu münasebetle bu sûrenin ilk altı ayeti nazil oldu.



2- هُوَ الَّذِي أَخْرَجَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن دِيَارِهِمْ لِأَوَّلِ الْحَشْرِ “O ki, ehl-i kitaptan inkar edenleri, ilk haşir için yurtlarından çıkardı.”

“Haşir” ifadesi, “toplu hâlde bir yerden başka yere çıkarmak” anlamına gelir.

Buna “ilk haşir” denilmesi, Yahudiler için Arab yarımadasındaki ilk sürgünleri olmasındandır, daha öncesinde böyle bir zillet yaşamamışlardı.

Veya savaş için veya Şama sürgün için ilk defa hepsinin bir araya toplanmasından dolayı böyle denilmiştir. “Son toplanmaları” da Hz. Ömerin onları Hayber’den Şama sürgün etmesidir.

Veya bu, insanların Şama ilk sevk edilmeleridir. Son sevk edilmeleri ise kıyamet koptuğunda tahakkuk edecek, böylece hepsi orada toplanmış olacaktır.

Veya son sevk edilmeleri, doğudan çıkan bir ateşin onları batıya toplaması şeklinde gerçekleşecektir.[1>

مَا ظَنَنتُمْ أَن يَخْرُجُوا “Siz onların çıkacaklarını zannetmemiştiniz.”

Onların güçlü olmaları ve savunma imkânları yüzünden, siz onların çıkacaklarını hiç sanmıyordunuz.

وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم مِّنَ اللَّهِ “Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını zannetmişlerdi.”

Ayette, te’kidli bir şekilde onların kalelerine ve savunma imkânlarına son derece güvendikleri nazara verilmektedir.

فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا “Ama Allah, onlara beklemedikleri yerden vardı.”

Onların gözünü korkuttu ve sürgünü kabullenmeğe mecbur bıraktı.

Denildi ki: “Onlara” ifadesinden murat mü’minler de olabilir. Yani, Allahın yardımı onlara vardı.

وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ “Ve kalplerine korku düşürdü.” Böylece kalpleri korkuyla doldu.

يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ (Öyle ki), evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü’minlerin elleriyle harap ediyorlar.”

Müslümanlara yaramasın diye ve bir de kendilerine faydalı olabilecek şeyleri almak niyetiyle kendi elleriyle evlerini harap ediyorlardı.

Keza mü’minler de savaş alanı açmak ve onları cezalandırmak için evlerini yıkıyorlardı.

Kendi elleriyle harap etmeleri nazara verildikten sonra, “mü’minlerin elleriyle de” denilmesi, anlaşmayı bozduklarından dolayı kendilerinin bu tahribe sebebiyet vermesindendir.

فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الْأَبْصَارِ “İbret alın ey basiret sahipleri!”

Ey akıl sahipleri! Onların hâlinden öğüt alın da, anlaşmaları bozmayın ve Allahtan başkasına dayanmayın.

Ayet, kıyasa bir hüccet olarak değerlendirildi. Çünkü ayette bir hâlden diğerine geçmek emredilmiş, aralarında olan müşterek durum sebebiyle, birincinin hükmünün diğerinde de olacağı nazara verilmiştir. Bunun açıklaması fıkıh usûlü kitaplarında yapılmıştır.



3- وَلَوْلَا أَن كَتَبَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَاء لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَا “Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette dünyada kendilerine (başka şekilde) azap verirdi.”

Şayet Allah onlar hakkında vatanlarından çıkarılma hükmü vermemiş olsaydı, elbette Beni Kurayza’da olduğu gibi, katledilmeleri ve esir edilmeleri şeklinde dünyada kendilerine azap verirdi.

وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ “Ahirette de onlar için ateş azabı vardır.”

Yani, onlar dünya azabından kurtulmuş olsalar bile, ahiret azabından kurtulamayacaklardır.



4- ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ “İşte bu, onların Allah’a ve Rasûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir.”

İşte bu” ifadesi, onların başlarına gelen ve ilerde gelecek olana işarettir.

Veya bununla sadece ahiretteki azaplarına işaret edilmiş olabilir.

وَمَن يُشَاقِّ اللَّهَ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Kim Allah’a karşı gelirse bilsin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”



5- مَا قَطَعْتُم مِّن لِّينَةٍ أَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَى أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِقِينَ “Hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyledir ve O’nun, fasıkları rezil etmesi içindir.”

Bunu yapmanız veya size bu konuda izin verilmesi, onların fıskına mukabil Allahın onları zillete düçar etmesi içindir.

Rivayete göre Hz. Peygamber, onların hurma ağaçlarının bir kısmının kesilmesini emretmişti. Bunun üzerine “Ya Muhammed, Sen yeryüzünde fesattan nehyederdin, bu hurmaları kesmek ve yakmak ne oluyor!?” dediler. Ayet, bununla ilgili olarak indi.

Bununla, çileden çıkarmak için kâfirlerin diyarını yıkmak ve ağaçlarını kesmenin caiz olduğuna delil getirildi.[2>



6- وَمَا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ “Onlardan Allah’ın peygamberine kazandırdığı ganimetler için, siz at ya da deve koşturmuş değilsiniz.”

Bu şekilde savaşsız elde edilen ganimete “fey” denilir. Fey kelimesi “dönmek” manasından gelir. Çünkü mülk gerçekte Allahındır. Allah, insanları ibadeti için yaratmıştır. Onlar için yarattıklarını da kendisine tâate vesile olsun diye yaratmıştır. Dolayısıyla malın Allaha itâat edenler için olması münasiptir.

Beni Nadirin beldesi Medineye iki mil mesafede idi, bu yüzden sahabe bu sefere yürüyerek katılmıştı, ayrıca ciddi bir savaş da olmamıştı. Bundan dolayı, ihtiyacı olan üç kişi dışında savaş ganimetinden Ensar’a bir şey verilmedi.

وَلَكِنَّ اللَّهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلَى مَن يَشَاء “Fakat Allah, elçilerini, dilediği kimselere musallat kılar.”Allah, inkârcıların kalplerine korku bırakarak, peygamberlerini onlara galip kılar, üstün yapar.

وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Allah her şeye kadirdir.”

Dilediğini bazan zahiri vasıtalarla yapar, bazan da başka şekilde yapar.





7ّ- مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ “Allah’ın o beldelerin ahalisinden Rasûlüne verdiği ganimetler, Allah’a, Rasûl’e, ona akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.”

Fey’in taksimi
hususunda farklı yorumlar yapıldı. Mesela, denildi ki:

“Ayetin zahirine göre hareket edilir ve ganimet altıya bölünür. Allahın payı Ka’benin ve diğer mescitlerin tamirine harcanır.”

Şöyle de denildi: “Ganimet beşe taksim edilir. Çünkü ayette Allahın zikredilmesi tazim içindir.”

Günümüzde “Peygamber hissesi” bir görüşe göre devlet başkanına aittir, bir başka görüşe göre askerlere ve kalelere harcanır, bir başka görüşe göre ise Müslümanların maslahatları olan yerlere sarfedilir.

Denildi ki: Beşte biri ganimet gibi beşe ayrılır. Çünkü Hz. Peygamber beşte birini taksim ederdi. Beşte dördünü de dilediği gibi sarfederdi. Hz. Peygamberden sonra ise, üstte nazara verilen farklı görüşler çerçevesinde değerlendirildi.

كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ “Ta ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın.”

Ta ki bu ganimet, fakirlerin hakkı iken, cahiliye döneminde olduğu üzere, zenginler arasında dönen bir meta olmasın.

وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ “Peygamber size ne verdiyse onu alın.”

Peygamberin size verdiği ganimet ne ise, onu alın.

Veya emir olarak ne söylemişse yerine getirin. Çünkü peygambere itaat etmek vaciptir.

وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا “Size neyi yasakladıysa ondan sakının.”

Almaktan veya yapmaktan sizi men ettiği şeylerden ise, kaçının.

وَاتَّقُوا اللَّهَ “Ve Allah’tan korkun.”

Peygamberine muhalefet hususunda Allahtan korkun.

إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.”

Çünkü, peygambere muhalefet eden kimseye, Allahın cezası çok şiddetlidir.



8- لِلْفُقَرَاء الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ “Bunlar, özellikle yurtlarından çıkarılan ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirler içindir.”

Çünkü Mekke kâfirleri onları Mekke’den çıkarmış ve mallarını almışlardı.

Hâlbuki onlar böyle çıkarılmaya değil, saygıyla muamele edilmeye layık kimselerdi.

يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا “Onlar, Allah’tan bir lütuf ve hoşnudluk ararlar.”

Allahın lütuf ve rızasını talep ediyorlardı.

وَيَنصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ “Allah’a ve rasûlüne yardım ederler.”

Canlarıyla ve mallarıyla Allahın dinine ve peygamberine yardımcı oluyorlardı.

أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ “İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.”

İşte bunlar, imanında sadık olan kimselerdir.





9- وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler.”Bunlardan murat, Ensar’dır. Sadık oldukları ortaya çıkmıştır. Çünkü Medine’ye ve imana sahip çıktılar, her ikisinde de sebat gösterdiler.

Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Onlar, hicret yurdu ve iman yurdu olan Medine’ye yerleştiler.Veya: Medineye yerleştiler ve imanlarında halis oldular.

Denildi ki: Medine’nin imanla beraber anılması, imanın tezahür ettiği bir yer ve mekân olması cihetledir.

وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا “Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar.”Bunlar, muhacirlere verilen ganimet ve başka şeylerden dolayı içlerinde “keşke bize verilseydi” gibi bir istek ve “niye onlara verildi” diye bir üzüntü, hased ve kin gibi bir sıkıntı duymazlar.

وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ “Kendileri şiddetle muhtaç bile olsa, onları kendilerine tercih ederler.”

Hatta öyle ki, iki hanımının birinden vazgeçip muhacir kardeşine teklif eden bile olmuştu.

وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Kim nefsinin bencilliğinden korunursa, işte onlar felaha erenlerin ta kendileridir.”

Nefiste mala düşkünlük ve az bir infakla geçiştirmek gibi bencillik hâlleri vardır. İşte, nefse muhalefetle bunlardan sıyrılanlar, peşin bir sena ve gelecekte verilecek sevap ile felaha erenlerdir.



10- وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ “Onlardan sonra gelenler şöyle derler:”

Onlardan sonra gelenler”den murat,

-İslâm kuvvet bulunca hicret edenlerdir.

-Veya muhacir ve ensardan sonra, kıyamete kadarki zamanda onlar güzellikle tâbi olan mü’minlerdir. Bundan dolayı şöyle denildi: Ayet, bütün mü’minleri içine almıştır.

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ “Ya Rabbena, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla.”

Buradaki “kardeşlerimiz” ifadesinden murat, din kardeşliğidir.

وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا “İman edenlere karşı kalplerimizde bir kin bırakma!”

رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ “Rabbimiz! Şüphesiz sen Rauf – Rahîm’sin (çok şefkatli, çok merhametlisin).”Dolayısıyla, dualarımıza icabet etmeyi Senden bekliyoruz.



11- أَلَمْ تَر إِلَى الَّذِينَ نَافَقُوا “Münafıklık yapanların halini görmedin mi?”

يَقُولُونَ لِإِخْوَانِهِمُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ “Ehl-i kitaptan inkar eden kardeşlerine şöyle diyorlar:”Buradaki kardeşlik, küfür kardeşliğidir veya dostluk ve yakınlıktır.

لَئِنْ أُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ “Andolsun, eğer çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız.”

Şayet diyarınızdan çıkarılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız.

وَلَا نُطِيعُ فِيكُمْ أَحَدًا أَبَدًا “Sizin hakkınızda asla kimseye itaat etmeyiz.”

Sizinle savaşta veya sizin zillete maruz bırakılmanızda kimseye asla itaat etmeyiz.

وَإِن قُوتِلْتُمْ لَنَنصُرَنَّكُمْ “Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka size yardım ederiz.”

وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Allah, onları şehadet eder ki, yalancıdırlar.”

Çünkü Allah, onların böyle yapmayacaklarını bilmektedir.



12- لَئِنْ أُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْ “Andolsun, eğer çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar.”

وَلَئِن قُوتِلُوا لَا يَنصُرُونَهُمْ “Kendilerine karşı savaşılırsa, onlara yardım etmezler.”

Münafıkların reisi İbnu Übey ve arkadaşları Beni Nadir’e mektup yazıp ayette anlatılan teminatları vermişlerdi. Ama verdikleri sözlerden hiçbirini tutmadılar.

Ayette, peygamberliğin sıhhatine ve Kur’anın i’cazına bir delil vardır.[3>

وَلَئِن نَّصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْأَدْبَارَ “Eğer yardım etseler, mutlaka arkalarını dönüp kaçarlar.”

Faraza, yardım edecek olsalar, hezimete uğramış bir şekilde arkalarını dönüp kaçarlar.

ثُمَّ لَا يُنصَرُونَ “Sonra kendilerine yardım da edilmez.”

Allah onları zelil kılar, münafıkların yardımı da bir fayda vermez.

Her iki fiildeki zamir, hem Yahudilere hem de münafıklara ait olabilir.



13- لَأَنتُمْ أَشَدُّ رَهْبَةً فِي صُدُورِهِم مِّنَ اللَّهِ “Onların kalplerinde sizin korkunuz, Allah’ın korkusundan daha fazladır.”

Onlar, sizin korkunuzdan dolayı “biz Allahtan korkarız” diyorlar. Hâlbuki, kalplerindeki sizin korkunuz, Allahtan korkmalarından çok daha fazladır.[4>

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَفْقَهُونَ “Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.”

Allahın azametini bilmezler ki hakkıyla O’ndan korksunlar, korkulmaya asıl layık olanın O olduğunu anlasınlar.



14- لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعًا إِلَّا فِي قُرًى مُّحَصَّنَةٍ أَوْ مِن وَرَاء جُدُرٍ “Onlar muhkem beldeler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar.”

Yahudiler ve münafıklar toplu ve müttefik bir hâlde sizinle savaşamazlar. Çok korktukları için ancak hendekle, kale ile çevrili beldelerde veya duvarlar arkasından savaşırlar.

بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ “Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir.”

Onların size karşı bu hâlleri, çok zayıf ve korkak olmalarından değildir. Çünkü birbirleriyle savaştıklarında çok şiddetli savaşırlar. Aksine, bu halleri,

-Allahın onların kalplerine bıraktığı korkudandır.

-Ve bir de şundandır: Allah ve Rasûlüne harp ilan eden biri, cesur da olsa korkar, aziz de olsa zillete mahkûm olur.

تَحْسَبُهُمْ جَمِيعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى “Sen onları toplu sanırsın, hâlbuki kalpleri darmadağınıktır.”Sen onları bir ve beraber zannedersin. Hâlbuki inançlarının ayrı ve maksatlarının farklı olmasından dolayı kalpleri darmadağınıktır.

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَ “Bu, onların aklını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.”



15- كَمَثَلِ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ قَرِيبًا “Onların hali, kendilerinden az öncekilerin hali gibidir.”

Yani, Yahudilerin hâli, Bedirdeki müşriklerin hâline benzer.

Veya Beni Nadir Yahudilerinin hâli Beni Kaynuka Yahudilerinin hâline benzer.

Ancak bu açıklama, Beni Kaynuka Yahudilerinin Beni Nadir’den önce yurtlarından çıkarılmaları rivayetinin sahih olmasına göredir.

Veya ifade genel de olabilir. Yani, Beni Nadir Yahudilerinin hâli, önceki devirlerde helâk edilen milletlerin hâline benzer.

ذَاقُوا وَبَالَ أَمْرِهِمْ “Onlar yaptıklarının cezasını tatmışlardı.”

Onlar dünyada küfürlerinin kötü akıbetini tattılar.

وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Ve onlara (ahirette de) çok elîm bir azap vardır.”

Ve onlar için ahirette de acıklı bir azap vardır.



16- كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ(Münafıkların hali ise) tıpkı şeytanın hali gibidir.”

Münafıkların Yahudileri savaşa teşvik etmesi, şeytanın hâline benzer.

إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ “Hani insana, “İnkâr et” demişti.”

Hani şeytan, bir âmirin memuruna emir vermesi gibi, insana “inkâr et” demişti.

فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ “İnsan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” dedi.”

Azapta onunla beraber olmak korkusuyla, kendisinden teberri etti. Ama, ayetin devamının nazara verdiği gibi, bu teberri bir fayda da vermedi.

Ayetteki “insan” ifadesi, insan cinsini anlatır.

Denildi ki: Bundan murat Ebu Cehildir. İblis ona Bedir gününde “Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur ve ben sizin koruyucunuzum.” (Enfal, 48) demişti.

Denildi ki: Bundan murat bir rahiptir. Şeytan onu fücura ve dinden çıkmaya sevk etmişti.[5>



17- فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَا أَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ فِيهَا “Nihayet ikisinin sonu, ebedi kalmak üzere cehennem ateşi oldu.”

وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ “İşte, zalimlerin cezası budur.”



18- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ “Ey iman edenler! Allah’tan korkun.”

وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ “Ve her nefis, yarın için ne hazırladığına baksın.”

“Yarın”dan murat kıyamet günüdür. “Yarın” denilmesi, yakınlığından dolayıdır.[6>

Veya dünya hayatı bir gün gibidir. Ahiret de yarın hükmünde olur.

Ayette “yarın” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi, o günün azametini bildirmek içindir.

وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”

Ayetin başında aynı ifade varken burada da tekrarı, te’kid içindir.

Veya birinci “Allahtan korkun” ifadesi “size emredilenleri yapma hususunda Allahtan korkun” demektir. Çünkü “herkes yarın için ne hazırladığına baksın” ifadesinin evvelinde yer almasıyla, amelle alâkalı gelmiştir. İkinci “Allahtan korkun” ifadesi ise “haramları terk hususunda Allahtan korkun” demektir. Çünkü bu ibarenin devamı, günahlara karşı bir vaîd gibidir.

إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”



19- وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ “O kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unuttular, Allah da onlara nefislerini unutturdu.”

Bunlar, Allahın hakkını unutunca, Allah da onları kendilerini unutur hâle getirmiştir. Öyle ki, kendilerine fayda verecek şeyleri duymazlar, kendilerini kurtaracak şeyleri yapmazlar.

Veya bundan murat, Allahu Teâlânın kıyamet günü onlara göstereceği şiddetli hâllerdir, o zaman kendilerini unutacaklardır.

أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “İşte onlar fasıkların ta kendileridir.”

Bunlar, fıskın kemâlinde olan kimselerdir.



20- لَا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ “Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz.”

Nefislerini olgunlaştırıp cennete ehil olanlarla, nefislerini kıymetsizleştirip cehenneme layık kılanlar bir değildir.Şafii mezhebi, kâfiri öldüren bir mü’minin kısas olarak öldürülemeyeceğine bu ayetle de delil getirdi.

أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ “Cennet ehli kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Cennet ehli olanlar, ebedi nimetlere mazhar olarak kurtulmuşlardır.



21- لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ “Şayet bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.”Ayet, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik...” (Ahzab, 72) ayetinde olduğu tarzda bir temsildir. Bundan dolayı devamında şöyle geldi:

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ “Ola ki düşünürler diye insanlara bu misalleri veriyoruz.”

Ayette “emsal”in çoğul gelmesi, hem burada getirilen misale, hem de diğerlerine baktığından dolayıdır.

Ayetten murat, Kur’an okunduğunda,

-Kalbinin katılığı,

-Ve tefekkürünün azlığı sebebiyle huşu duymayan insanı kınamaktır.



22- هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka ilah yoktur.”

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ “Gaybı da şehadeti de bilendir.”

هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ “O, Rahmân – Rahîm’dir.”



23- هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka ilah yoktur.”

الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ “O; Melik,Kuddüs, Selam, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbar, Mütekebbir’dir.”

Kuddüs
, “bir noksanı gerektiren hâllerden son derece münezzeh olan” demektir.

Selâm, Allahın her türlü noksan ve afetten selâmette olmasıdır. Masdar kalıbında gelmesi, ziyadelik bildirir .Mü’min, eman ve emniyet verendir. Müheymin, herşeyi muhafaza ve murakabe edendir.Cebbâr, mahlukatını, dilediğini yapmaya mecbur kılar.[7>

Cebbâr, “mahlukâtın hâllerini düzelten” manasına da gelebilir.

Mütekebbir, bir ihtiyacı veya bir noksanı gerektiren hâllerden âlidir, yücedir.

سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”

Çünkü bunların hiçbirinde hiçbir şeyi kendisine ortak kılmaz.



24- هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ “O Allah; Halık, Bâri, Musavvir’dir.”

O, Halık’tır. herşeyi hikmetinin gereği üzere takdir eder.

Bâri’dir. O, eşyayı birbirine uyumsuz olmaktan uzak bir şekilde icad eder.

Musavvir’dir. O, eşyanın suret ve keyfiyetlerini dilediği gibi vücuda getirir.

Bu isimlerin ve diğer ilâhî isimlerin açıklamalarını isteyenler “Münteha’l-Münâ” isimli eserime baksınlar.

لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى “En güzel isimler O’nundur.”

Çünkü ilâhî isimler, manaların güzelliğine delâlet ederler.

يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih ederler.”

Çünkü Allah, bütün noksanlıklardan münezzehtir.

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz – Hakîm’dir.”

O, bütün kemâlâtı cem etmiştir. Çünkü bütün kemâller, kudret ve ilmin kemâline râcidirler.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Her kim Haşir sûresini okusa, Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlar.”


[1> Bu, hadis-i şeriflerde kıyamet alametlerinden biri olarak geçer.

[2>Bu gibi özel durumlar dışında, Hz. Peygamberin ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesini kesinlikle yasakladığı, bilinen bir hükümdür.

[3> Çünkü burada gelecekten bir haber vardır ve aynen haber verildiği gibi gerçekleşmiştir.

[4> Allaha inanmadıkları için O’ndan korkmazlar. Ama kendilerini Müslüman göstermek için “biz Allahtan korkarız” derler. Böyle demeleri, sizden korkmalarından kaynaklanmaktadır.

[5> Rivayete göre bu rahip dindar biri iken, tedavi için yanına getirilen bir kıza, şeytanın telkiniyle tecavüz etti. Ardından yine şeytanın telkiniyle onu öldürdü. Durum anlaşılınca, hakkında idam kararı çıktı. Şeytan son bir oyun daha oynayıp “bana secde et, seni kurtarayım” dedi. Rahip şeytana secde etti, kâfir olarak asıldı gitti.

[6> Çünkü, her gelecek yakındır.

[7> Yani, hiçbir mahlûk için Allahın muradının karşısında bir direnme söz konusu olamaz. İnsanın ve cinlerin fiillerinde hür olmaları da buna dâhildir. İmam-ı Gazali şöyle der: “İnsan, hür olmaya mecburdur.”


Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
 
Üst Alt