Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 208
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ “Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.”
ل Arablarda yemin fiilinin başına “lâ” harfinin gelmesi yaygındır. Bununla alakalı (Vakıa, 75) ayetinin tefsirinde açıklama yapılmıştı.
2- وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ “Hayır, yemin ederim o nefs-i levvâme’ye.” Nefs-i levvâme’den murat,
-Takvada ihmali bulunan kimseleri, kusurlarından dolayı kıyamet gününde kınayan nefistir.
-Veya her ne kadar tâatte gayret içinde olsa bile, daima kendini kınayan nefistir.
-Veya nefs-i emmareyi kınayan nefs-i mutmainedir.[1>
-Veya bundan murat, nefis cinsidir.[2> Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “İyi veya kötü bütün nefisler kıyamet günü kendini kınayacaktır. Hayır yapmışsa “neden daha fazla yapmadım?” diyecek, şer işlemişse de “keşke bir kusur işlemeseydim” diyecektir.”
Veya bundan murat Hz. Âdemin nefsidir. Çünkü dünyada yaşadığı sürece, kendisini cennetten çıkartan günah sebebiyle daima kendisini kınamıştır.
Önceki ayette kıyamete yemin edilmesi, kıyametin getirilmesinin kusurlu nefislerin ceza görmeleri için olmasındandır.
3- أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?”
İnsandan murat, insan cinsidir. Kemiklerin diriltilemez zannedilmesinin insana nisbeti, onlar içinde böyle zannedenlerin olmasındandır.
Sebeb-i Nüzûl
Veya insandan murat, ayetin hakkında indiği kişi, yani Adiyy Bin Rabîa’dır. Bu kişi Hz. Peygambere kıyametten sormuş, Hz. Peygamber de anlatmıştı. Bu insan şöyle dedi: “Ya Allah bu kemikleri bir araya getirir, yoksa ben bugünü görsem de Seni tasdik etmem!”
4- بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ “Evet, parmak uçlarına kadar onu eski haline getirmeye kadiriz.”Biz, değil büyük kemiklerini, parmak uçlarını bile aynen en ince ayrıntılarına kadar tekrar bir araya getirmeye kâdiriz.
5- بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ “Doğrusu insan, günahı devam ettirmek ister.”
Doğrusu insan, böyle bir inkârla fısk ve fücûr hâlini devam ettirmek ister.
6- يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ “Kıyamet günü ne zaman?” diye sorar.”
Onun “kıyamet günü ne zaman?” demesi öğrenmek için olmayıp istibad ve istihza içindir.[3>
7- فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ “Ne zaman ki göz kamaşır.”
8- وَخَسَفَ الْقَمَرُ “Ay tutulur.”
9- وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ “Güneş ve ay cem edilir.”
Güneş ve ayın cem edilmeleri,
-Her ikisinin de ışıklarının gitmesinden,
-Veya her ikisinin de batıdan doğmasındandır. Üstteki ayette ayın tutulmasından bahsedilmesi buna aykırı değildir. Çünkü bundan murat, normal ay tutulması değil, ayın vazifesinin sona ermesidir.
Bazıları bu ayetleri insana arız olan ölüm emareleri ile açıklar. Bu yoruma göre, ayın tutulması gözün ışığının gitmesi, güneş ve ayın cemi ise, göz ışığından sonra ruhun onu takip etmesidir.
Veya bu akıl nurunun âli ruhlara vasıl olup onlardan istifadesini anlatır.[4>
10- يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ “İşte o gün insan, “kaçacak yer neresi?” der.”
“Kaçacak yer neresi?” ifadesi, o gün kaçacak bir yerin olmadığını anlatır. Çünkü bu ifade, temennî ettiği şeyi bulmaktan ümidini kesmiş kimsenin ifadesidir.
11- كَلَّا لَا وَزَرَ “Hayır, hayır, yok bir sığınak.”
12- إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ “O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.”
Kulların varacakları yer sadece Rabbinin huzurudur.
Veya hepsi Rabbinin hükmüne geleceklerdir.
Veya onların varacakları yer, Rabbinin meşietidir. Dilediğini cennete alır, dilediğini de ateşe atar.
13- يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ “O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa tek tek bildirilir.”
O gün insana yaptığı ve tehir edip de yapamadığı her şey haber verilir.
Veya bundan murat, bizzat kendi yaptığı amel ve bir de iyilik veya kötülükten başlatmış olduğu amellerdir.
Veya bundan murat tasadduk ettiği mal ve tasadduk etmeyip de varislerine bıraktığı maldır.
Veya bundan murat, amelinin evveli ve âhiridir.
14- بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ “Doğrusu insan kendi nefsini görür.”
Doğrusu, insanın bizzat kendisi, kendi aleyhinde amelleri hususunda apaçık bir delildir. Çünkü, yaptıklarının şahididir.
Veya insan o amellerinin neler olduğunu bizâtihi görmüş olduğundan, kendisine bunların haber verilmesine ihtiyacı yoktur.
15- وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ “Bir takım özürler ortaya atsa da.”
Mazeret olarak ileri sürülebilecek her türlü mazeretle gelse bile, kendisinin durumunu bilir.
16- لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ “Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma.”
17- إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ “Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.”
18- فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ “O halde, onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.”
19- ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ “Sonra onu açıklamak da bize aittir.”
Ey Peygamber! Kur’anın vahyi Sana geldiğinde, “ondan bazı şeyleri kaçırabilirim” şeklinde bir telaş ile dilini kımıldatma.
O vahyi göğsünde cem etmek ve kıraatini dilinde sabit kılmak bize aittir.
Cebrailin lisanıyla onu Sana okuduğumuzda Sen de onun okunuşunu takip et ve tekrarla, ta ki zihninde sağlam bir şekilde yer etsin.
Sonra, Kur’anın manalarından sana müşkil gelenleri beyan edip açıklamak da bize aittir.
Denildi ki: Ayetteki hitap, üstteki ayetlerde anlatılan insanadır. Yani, diğer âlemde insana amel defteri verilir, korkusu sebebiyle sür’atle okurken dili sürçer. Ona “Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma” denilir. Çünkü vaadimiz gereği bütün amellerini cem etmek ve onları sana okumak bize aittir. Biz sana okuduğumuzda ikrarla veya teemmülle sen de okunuşunu takip et. Sonra, bu yaptıklarına terettüp eden cezayı anlatmak da bize aittir.
20- كَلَّا “Hayır.”
Ayetler insana yönelik ele alındığında, peşin lezzetlere aldanmaması mesajı verir.
بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ “Doğrusu siz peşin olanı seviyorsunuz.”
21- وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ “Ahireti ise bırakıyorsunuz.”
Burada hitap umuma yapılmıştır. Bunda Âdemoğullarının fıtraten aceleci ve peşin lezzetlere mübtela olduklarını hissettirmek vardır.
22- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ “Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.”
23- إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ “Rabb’lerine nazar eder.”
O gün bazı yüzler ışıl ışıl parlar, gözü başka bir şeyi görmez bir hâlde Rabbinin cemâline nazar eder.
Ayette anlatılan durum, daimi bir hâl değildir, dolayısıyla başka zamanlarda başka şeylere nazar etmesine münafi bir durum yoktur.
Denildi ki: “Nazar eder” ifadesi, “Onun nimetlerine muntazırdır” manasına gelir. Ama bu görüş “beklemek” manasının yüze isnad edilmediği noktasından hareketle reddedildi. Yüzü, insanın tamamı olarak tefsir ise, zahirin hilafınadır.[5>
Ayrıca, böyle bir bekleyiş, kendisine mutlaka bir şeyler verilmesini de gerektirmez.
24- وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ “Yüzler de var ki o gün asıktır.”
25- تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ “Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlar.”
26- كَلَّ “Hayır hayır.”
Bu, dünyayı ahirete tercih etmekten men eder.
إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ “Ne zaman ki köprücük kemiklerine dayanır.”
Daha evvelinde “can” dan bahsedilmemişken burada zamir ile ona işaret edilmesi, kelâmın delâleti sebebiyledir.
27- وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ “Kimdir buna bakacak?” denilir.”
Bu kısım iki şekilde açıklanabilir:
1-Ölmekte olan kişinin yakınları, “Tedâvî edecek biri yok mu?” derler.
2-Ölüm meleği, rahmet ve azap meleklerine sorar: “Hanginiz bunun ruhunu alıp götürecek?”
28- وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ “Can çekişen, bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.”
Sekeratta olan kişi, artık dünyadan ve sevdiklerinden ayrılma zamanı geldiğini anlamıştır.
29- وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ “Bacak bacağa dolaşır.”
Böyle olduğundan, artık onları hareket ettiremez.
Veya dünyadan ayrılmanın şiddeti ahiret korkusunun şiddetiyle birleşmiştir.
30- إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ “İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.”
Dönüş, Allaha ve O’nun hükmünedir.
31- فَلَا صَدَّقَ “Fakat o, ne tasdik etti.”
Bu insan,
-Tasdik etmesi gereken şeyleri tasdik etmedi.
-Veya malından tasaddukta bulunmadı.
وَلَا صَلَّى “Ne de namaz kıldı.”
Kendisine farz kılınan namazları kılmadı.
Ayetteki zamir, sûrenin başında nazara verilen inkârcı insana râcidir.
3ّ2- وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى “Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.”
3ّ3- ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى “Sonra kasıla kasıla ehline gitti.”
34- أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى “Gerektir o bela sana, gerek.”
“Hoşlanmadığın şey başına gelsin” anlamında bir bedduadır.
Veya “veyl” kelimesinden ism-i tafdildir. Yani, yazıklar olsun sana, yazıklar olsun.
Veya “âkıbetin ateştir” manasını ifade eder.
35- ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى “Sonra, gerektir o bela sana, gerek.”
36- أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”
İnsan, kendisinin mühmel bırakılacağını, mükellef olmayacağını, hesaba çekilmeyeceğini mi sanıyor?Ayet, haşrin varlığına bir delildir. Çünkü ilâhî hikmet güzel şeylerin emredilmesini, çirkin işlerin ise yasaklanmasını gerektirir. İnsanların mükellef olması ise, yaptıkları amellere karşılık verilmesini iktiza eder. Bu karşılık genelde dünyada olmaz. Öyleyse, ahirette olacaktır.
37- أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى “O, dökülen meniden ibaret bir nutfe değil miydi?”
38- ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً “Sonra bu, bir “alaka” oldu.
فَخَلَقَ فَسَوَّى “Derken onu yaratıp güzelce şekillendirdi.”
39- فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى “Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.”
Daha önce defalarca nazara verildiği üzere, bu durum da ahiretin varlığına bir delildir. Çünkü ilk defa yaratanın, elbette yeniden yaratmaya gücü yeter. Bundan dolayı ayetin devamı şöyle geldi:
40- أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى “Şimdi, bunları yapan ölüleri diriltmeye kadir değil midir?”
Hz. Peygamber bu sûreyi okuduğunda “Ya Rabbi, Seni tenzih ederim, elbette kâdirsin” derdi.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim Kıyame sûresini okursa, ben ve Cebrail kıyamet gününde onun ahirete inananlardan olduğuna şehâdet ederiz.”
[1> İnsanın nefsi mutmainne hale geldiğinde, nefs-i emmaresini kınar, ondan rahatsızlık duyar.
[2> Yani, insan nefsi, hata ve eksiklerinden dolayı kendisini kınar “neden böyle ihmalde bulundum?” diye hesaba çeker.
[3> Yani, kıyametin gelmesini akıldan uzak görür ve böyle sorular sorarak dalga geçmek ister.
[4> Âli ruhlar güneşe, akıllar ise aya benzer. Ay, ışığını güneşten aldığı gibi, akıllar da nurunu âli ruhlardan alırlar.
[5> Yani “yüzden murat insandır. Beklemenin insana isnat edilmesi ise gayet normaldir” denilirse, burada tekellüf olur, ayetin zahirine aykırı bir şey söylenmiş olur
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
ل Arablarda yemin fiilinin başına “lâ” harfinin gelmesi yaygındır. Bununla alakalı (Vakıa, 75) ayetinin tefsirinde açıklama yapılmıştı.
2- وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ “Hayır, yemin ederim o nefs-i levvâme’ye.” Nefs-i levvâme’den murat,
-Takvada ihmali bulunan kimseleri, kusurlarından dolayı kıyamet gününde kınayan nefistir.
-Veya her ne kadar tâatte gayret içinde olsa bile, daima kendini kınayan nefistir.
-Veya nefs-i emmareyi kınayan nefs-i mutmainedir.[1>
-Veya bundan murat, nefis cinsidir.[2> Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “İyi veya kötü bütün nefisler kıyamet günü kendini kınayacaktır. Hayır yapmışsa “neden daha fazla yapmadım?” diyecek, şer işlemişse de “keşke bir kusur işlemeseydim” diyecektir.”
Veya bundan murat Hz. Âdemin nefsidir. Çünkü dünyada yaşadığı sürece, kendisini cennetten çıkartan günah sebebiyle daima kendisini kınamıştır.
Önceki ayette kıyamete yemin edilmesi, kıyametin getirilmesinin kusurlu nefislerin ceza görmeleri için olmasındandır.
3- أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?”
İnsandan murat, insan cinsidir. Kemiklerin diriltilemez zannedilmesinin insana nisbeti, onlar içinde böyle zannedenlerin olmasındandır.
Sebeb-i Nüzûl
Veya insandan murat, ayetin hakkında indiği kişi, yani Adiyy Bin Rabîa’dır. Bu kişi Hz. Peygambere kıyametten sormuş, Hz. Peygamber de anlatmıştı. Bu insan şöyle dedi: “Ya Allah bu kemikleri bir araya getirir, yoksa ben bugünü görsem de Seni tasdik etmem!”
4- بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ “Evet, parmak uçlarına kadar onu eski haline getirmeye kadiriz.”Biz, değil büyük kemiklerini, parmak uçlarını bile aynen en ince ayrıntılarına kadar tekrar bir araya getirmeye kâdiriz.
5- بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ “Doğrusu insan, günahı devam ettirmek ister.”
Doğrusu insan, böyle bir inkârla fısk ve fücûr hâlini devam ettirmek ister.
6- يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ “Kıyamet günü ne zaman?” diye sorar.”
Onun “kıyamet günü ne zaman?” demesi öğrenmek için olmayıp istibad ve istihza içindir.[3>
7- فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ “Ne zaman ki göz kamaşır.”
8- وَخَسَفَ الْقَمَرُ “Ay tutulur.”
9- وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ “Güneş ve ay cem edilir.”
Güneş ve ayın cem edilmeleri,
-Her ikisinin de ışıklarının gitmesinden,
-Veya her ikisinin de batıdan doğmasındandır. Üstteki ayette ayın tutulmasından bahsedilmesi buna aykırı değildir. Çünkü bundan murat, normal ay tutulması değil, ayın vazifesinin sona ermesidir.
Bazıları bu ayetleri insana arız olan ölüm emareleri ile açıklar. Bu yoruma göre, ayın tutulması gözün ışığının gitmesi, güneş ve ayın cemi ise, göz ışığından sonra ruhun onu takip etmesidir.
Veya bu akıl nurunun âli ruhlara vasıl olup onlardan istifadesini anlatır.[4>
10- يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ “İşte o gün insan, “kaçacak yer neresi?” der.”
“Kaçacak yer neresi?” ifadesi, o gün kaçacak bir yerin olmadığını anlatır. Çünkü bu ifade, temennî ettiği şeyi bulmaktan ümidini kesmiş kimsenin ifadesidir.
11- كَلَّا لَا وَزَرَ “Hayır, hayır, yok bir sığınak.”
12- إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ “O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.”
Kulların varacakları yer sadece Rabbinin huzurudur.
Veya hepsi Rabbinin hükmüne geleceklerdir.
Veya onların varacakları yer, Rabbinin meşietidir. Dilediğini cennete alır, dilediğini de ateşe atar.
13- يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ “O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa tek tek bildirilir.”
O gün insana yaptığı ve tehir edip de yapamadığı her şey haber verilir.
Veya bundan murat, bizzat kendi yaptığı amel ve bir de iyilik veya kötülükten başlatmış olduğu amellerdir.
Veya bundan murat tasadduk ettiği mal ve tasadduk etmeyip de varislerine bıraktığı maldır.
Veya bundan murat, amelinin evveli ve âhiridir.
14- بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ “Doğrusu insan kendi nefsini görür.”
Doğrusu, insanın bizzat kendisi, kendi aleyhinde amelleri hususunda apaçık bir delildir. Çünkü, yaptıklarının şahididir.
Veya insan o amellerinin neler olduğunu bizâtihi görmüş olduğundan, kendisine bunların haber verilmesine ihtiyacı yoktur.
15- وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ “Bir takım özürler ortaya atsa da.”
Mazeret olarak ileri sürülebilecek her türlü mazeretle gelse bile, kendisinin durumunu bilir.
16- لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ “Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma.”
17- إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ “Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.”
18- فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ “O halde, onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.”
19- ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ “Sonra onu açıklamak da bize aittir.”
Ey Peygamber! Kur’anın vahyi Sana geldiğinde, “ondan bazı şeyleri kaçırabilirim” şeklinde bir telaş ile dilini kımıldatma.
O vahyi göğsünde cem etmek ve kıraatini dilinde sabit kılmak bize aittir.
Cebrailin lisanıyla onu Sana okuduğumuzda Sen de onun okunuşunu takip et ve tekrarla, ta ki zihninde sağlam bir şekilde yer etsin.
Sonra, Kur’anın manalarından sana müşkil gelenleri beyan edip açıklamak da bize aittir.
Denildi ki: Ayetteki hitap, üstteki ayetlerde anlatılan insanadır. Yani, diğer âlemde insana amel defteri verilir, korkusu sebebiyle sür’atle okurken dili sürçer. Ona “Onu söylemek için acele edip dilini kımıldatma” denilir. Çünkü vaadimiz gereği bütün amellerini cem etmek ve onları sana okumak bize aittir. Biz sana okuduğumuzda ikrarla veya teemmülle sen de okunuşunu takip et. Sonra, bu yaptıklarına terettüp eden cezayı anlatmak da bize aittir.
20- كَلَّا “Hayır.”
Ayetler insana yönelik ele alındığında, peşin lezzetlere aldanmaması mesajı verir.
بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ “Doğrusu siz peşin olanı seviyorsunuz.”
21- وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ “Ahireti ise bırakıyorsunuz.”
Burada hitap umuma yapılmıştır. Bunda Âdemoğullarının fıtraten aceleci ve peşin lezzetlere mübtela olduklarını hissettirmek vardır.
22- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ “Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.”
23- إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ “Rabb’lerine nazar eder.”
O gün bazı yüzler ışıl ışıl parlar, gözü başka bir şeyi görmez bir hâlde Rabbinin cemâline nazar eder.
Ayette anlatılan durum, daimi bir hâl değildir, dolayısıyla başka zamanlarda başka şeylere nazar etmesine münafi bir durum yoktur.
Denildi ki: “Nazar eder” ifadesi, “Onun nimetlerine muntazırdır” manasına gelir. Ama bu görüş “beklemek” manasının yüze isnad edilmediği noktasından hareketle reddedildi. Yüzü, insanın tamamı olarak tefsir ise, zahirin hilafınadır.[5>
Ayrıca, böyle bir bekleyiş, kendisine mutlaka bir şeyler verilmesini de gerektirmez.
24- وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ “Yüzler de var ki o gün asıktır.”
25- تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ “Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlar.”
26- كَلَّ “Hayır hayır.”
Bu, dünyayı ahirete tercih etmekten men eder.
إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ “Ne zaman ki köprücük kemiklerine dayanır.”
Daha evvelinde “can” dan bahsedilmemişken burada zamir ile ona işaret edilmesi, kelâmın delâleti sebebiyledir.
27- وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ “Kimdir buna bakacak?” denilir.”
Bu kısım iki şekilde açıklanabilir:
1-Ölmekte olan kişinin yakınları, “Tedâvî edecek biri yok mu?” derler.
2-Ölüm meleği, rahmet ve azap meleklerine sorar: “Hanginiz bunun ruhunu alıp götürecek?”
28- وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ “Can çekişen, bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.”
Sekeratta olan kişi, artık dünyadan ve sevdiklerinden ayrılma zamanı geldiğini anlamıştır.
29- وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ “Bacak bacağa dolaşır.”
Böyle olduğundan, artık onları hareket ettiremez.
Veya dünyadan ayrılmanın şiddeti ahiret korkusunun şiddetiyle birleşmiştir.
30- إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ “İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.”
Dönüş, Allaha ve O’nun hükmünedir.
31- فَلَا صَدَّقَ “Fakat o, ne tasdik etti.”
Bu insan,
-Tasdik etmesi gereken şeyleri tasdik etmedi.
-Veya malından tasaddukta bulunmadı.
وَلَا صَلَّى “Ne de namaz kıldı.”
Kendisine farz kılınan namazları kılmadı.
Ayetteki zamir, sûrenin başında nazara verilen inkârcı insana râcidir.
3ّ2- وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى “Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.”
3ّ3- ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى “Sonra kasıla kasıla ehline gitti.”
34- أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى “Gerektir o bela sana, gerek.”
“Hoşlanmadığın şey başına gelsin” anlamında bir bedduadır.
Veya “veyl” kelimesinden ism-i tafdildir. Yani, yazıklar olsun sana, yazıklar olsun.
Veya “âkıbetin ateştir” manasını ifade eder.
35- ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى “Sonra, gerektir o bela sana, gerek.”
36- أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”
İnsan, kendisinin mühmel bırakılacağını, mükellef olmayacağını, hesaba çekilmeyeceğini mi sanıyor?Ayet, haşrin varlığına bir delildir. Çünkü ilâhî hikmet güzel şeylerin emredilmesini, çirkin işlerin ise yasaklanmasını gerektirir. İnsanların mükellef olması ise, yaptıkları amellere karşılık verilmesini iktiza eder. Bu karşılık genelde dünyada olmaz. Öyleyse, ahirette olacaktır.
37- أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى “O, dökülen meniden ibaret bir nutfe değil miydi?”
38- ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً “Sonra bu, bir “alaka” oldu.
فَخَلَقَ فَسَوَّى “Derken onu yaratıp güzelce şekillendirdi.”
39- فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى “Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.”
Daha önce defalarca nazara verildiği üzere, bu durum da ahiretin varlığına bir delildir. Çünkü ilk defa yaratanın, elbette yeniden yaratmaya gücü yeter. Bundan dolayı ayetin devamı şöyle geldi:
40- أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى “Şimdi, bunları yapan ölüleri diriltmeye kadir değil midir?”
Hz. Peygamber bu sûreyi okuduğunda “Ya Rabbi, Seni tenzih ederim, elbette kâdirsin” derdi.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim Kıyame sûresini okursa, ben ve Cebrail kıyamet gününde onun ahirete inananlardan olduğuna şehâdet ederiz.”
[1> İnsanın nefsi mutmainne hale geldiğinde, nefs-i emmaresini kınar, ondan rahatsızlık duyar.
[2> Yani, insan nefsi, hata ve eksiklerinden dolayı kendisini kınar “neden böyle ihmalde bulundum?” diye hesaba çeker.
[3> Yani, kıyametin gelmesini akıldan uzak görür ve böyle sorular sorarak dalga geçmek ister.
[4> Âli ruhlar güneşe, akıllar ise aya benzer. Ay, ışığını güneşten aldığı gibi, akıllar da nurunu âli ruhlardan alırlar.
[5> Yani “yüzden murat insandır. Beklemenin insana isnat edilmesi ise gayet normaldir” denilirse, burada tekellüf olur, ayetin zahirine aykırı bir şey söylenmiş olur
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren