Neler yeni

Welcome to Cidar - Hak Yolunda... Hak üzere...

Forumumuza hoş geldiniz, burada birçok faydalı içerik ve aktif bir topluluk sizi bekliyor, ancak tüm özelliklerden yararlanabilmek ve paylaşımlara katılabilmek için kayıt olmanız gerekmektedir.

Mülk Suresi Tefsiri

Admin

Yönetici
Katılım
19 Şub 2025
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1- تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ “Hükümranlık elinde olan (Allahın) şanı yücedir.”

Bütün işlerde tasarruf O’nun kudret elindedir.

وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O, her şeye kadirdir.”

Dilediği her şeye gücü yeter.



2- الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا “O, hanginizin amelce en güzel olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”

O’nun ölümü ve hayatı yaratması, hanginizin daha doğru ve daha hâlis amel yapacağını ortaya koymak içindir. Bunu da, sizleri mükellef kılıp deneyerek, imtihan ederek yapar.

Ayette önce ölümün nazara verilmesi,

-“Nasıl Allah’ı inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüler idiniz de O size hayat verdi.” (Bakara, 28) ayetinde de nazara verildiği üzere, ölümün hayattan daha önce olmasındandır.[1>

-Veya ölümü düşünmenin güzel amel yapmaya daha ziyade sevk ettiği cihetledir.

Amelce en güzel” denilmesinde,

-“Akılca daha güzel,

-Allahın haramlarından kaçmakta daha çok vera’ sahibi

-O’na tâatte daha sür’atli” gibi özelliklere işaret vardır.

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ “O, Azîz – Ğafur’dur.

O Aziz’dir, kötü amel yapanlar O’nu acze düşüremezler, O hep gâliptir. Ğafur’dur, tevbe edenleri bağışlar.



3- الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا “O, yedi semayı birbirine mutabık yarattı.”

Yedi semanın birbirine mutabık yaratılması,


-Birbirine uygun ve muvafık olmasını,

-Üstüste tabakalar hâlinde yaratılmasını anlatır.

مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ “Rahmân’ın yaratmasında bir tefavüt görmezsin.”

“Rahmânın yaratmasında bir tefavüt olmaması”
, aralarında bir farklılığın ve tenasübe aykırı bir hâlin olmaması demektir.

Ayette, Allahın göz kamaştırıcı kudretiyle bunları yaratmasının bir rahmet ve lütuf olduğunu ve bu şekilde yaratmasında sayılamayacak kadar çok büyük nimetler bulunduğunu hissettirmek vardır.

Ayetteki hitap Hz. Peygamberedir ve muhatap olan herkesedir.

فَارْجِعِ الْبَصَرَ “Haydi gözünü çevir, bak.”

هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ “Bir çatlak görüyor musun?”

Yani, sen şu âleme defalarca nazar ettin, şimdi bir defa daha tefekkürle bak, ta ki sana haber verilen,

-Eşya arasındaki tenasübü,

-Herşeyin istikamet üzere olmasını,

-Herşeyin ideal ölçüleri kendinde cem etmesini göresin.



4- ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ “Sonra bir daha bir daha bak.”

Bundan murat “tekrar tekrar bak” manasıdır.[2>

“Lebbeyk ve sadeyk” ifadesinde “iki defa” manası kastedilmediği gibi burada da “iki defa bak” manası kastedilmemiştir. Bundan dolayı da devamında şöyle denildi:

يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ “Göz, bitkin bir hâlde zelil olarak sana dönecektir.”

Gözün bu kadar bakmaktan yorgun argın bir şekilde, matluba ulaşamamış olarak sanki kovulmuş bir şekilde sana geri dönecektir.



5- وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ “Andolsun biz, yakın semayı lambalarla donattık.”

Dünya seması, semavatın arza en yakın olan kısmıdır. Buradaki yıldızlar, lambaların karanlıkta aydınlatması gibi, dünya semasının lambaları olarak ışık saçmakta, geceleri aydınlatmaktadır.

Ayette “lambalar” anlamındaki “mesabih” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi, o lambaların azametine işaret içindir.

Bunların birer lamba kılınması, bu yıldızların bazılarının daha üst sema tabakalarında olmalarına mani değildir. Çünkü, kendileri daha üst semalarda olsalar bile, yakın semada bir zînet olarak görülmektedirler.

وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِّلشَّيَاطِينِ “Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık.”

Ve bunlar için başka bir faide kıldık; onları düşmanlarınıza recim vasıtaları yaptık. Bunlardan saçılan şihaplarla şeytanları tardettik.

Denildi ki: O yıldızları, ins şeytanlarından olan müneccimlere (astrologlara) bir takım atma vasıtaları ve zan sebepleri kıldık.[3>

وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ “Ayrıca onlara alevli ateş azabını hazırladık.”

Dünyada şihaplarla onları yaktığımız gibi, ahirette de alevli bir azabı onlar için hazırladık.



6- وَلِلَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ “Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır.”

Gerek şeytanlardan, gerekse diğerlerinden inkârcılar için cehennem azabı vardır.

وَبِئْسَ الْمَصِيرُ “Ne kötü varılacak yerdir orası!”



7- إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.”

Fokur fokur kaynayan bir kazan misali, galeyan hâlinde olan cehennemden insanın içini ürperten korkunç sesler işitirler.[4>



8- تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ “O (cehennem), neredeyse öfkeden çatlayacaktır!”

Ayet, cehennemin kâfirlere karşı şiddetle yanıp tutuşmasını temsilî bir üslûpla ifade eder.

Bundan muradın, zebanilerin öfkesi olması da caizdir.

كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ “Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye sorarlar.”

Her ne zaman kâfirlerden bir topluluk o cehenneme atılırsa, cehennem bekçileri kınama ve susturma gayesiyle onlara “Bu azapla korkutan peygamberler size gelmedi mi?” diye sorarlar.



9- قَالُوا بَلَى قَدْ جَاءنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا “Onlar da derler: Evet, bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık.”

وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ “Ve dedik ki: Allah hiçbir şey indirmedi.”

Evet, bize uyarıcılar geldi, ama biz onları yalanladık. Öyle ileri gittik ki, kitaplar indirilmesini ve peygamberler gönderilmesini tamamen inkâr ettik.

Ayette “bize bir uyarıcı geldi” denilmesi,

-Bununla çoğul manası kastedilmiş olabilir.

-Veya birini yalanlamak hepsini yalanlamak hükmünde olduğunu göstermek için böyle gelmiş olabilir.

-Veya “bizden her bir topluluğa bir uyarıcı geldi” manası düşünülebilir.

إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ “Siz ancak büyük bir dalalet içindesiniz.”

Onların dalalet üzere olduklarını söyledik.

Ayetin bu kısmı, cehennem ehlinin uyarıcılara cevaplarının devamı olarak gelmiş olabileceği gibi, zebanilerin onlara söylediği bir söz de olabilir. O zaman mana şöyle olur: “Ey kâfirler! Sizler dünyada apaçık bir dalalet içinde idiniz.”



10- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ “Ayrıca şöyle derler: Şayet dinlesek veya aklımızı kullansaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.”

Yani, şayet biz peygamberlerin kelâmına kulak verip, mu’cizelerle ortaya çıkan doğruluklarına itimaden araştırmadan ve kontrol etmeden toptan kabul etseydik veya onların hikmetleri ve manaları üzerinde basiret sahiplerinin yaptıkları gibi tefekkür etseydik, elbette cehennem ehlinden olmazdık.



11- فَاعْتَرَفُوا بِذَنبِهِمْ “Böylece günahlarını itiraf ettiler.”

Böylece günahlarını itiraf ettiler, ama kendilerine faydası olmayacak bir vakitte bunu yaptılar.

فَسُحْقًا لِّأَصْحَابِ السَّعِيرِ “Artık alevli ateştekiler, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”

Artık Allah onları rahmetinden uzak kılsın!



12- إِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ “Görmedikleri hâlde Rablerinden korkanlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.”

Bundan murat,

-Azabı henüz görmedikleri hâlde ondan korkmak,

-Rablerini görmedikleri halde O’ndan haşyet içinde olmak,

-İnsanların gözlerinden uzakta iken de günahtan kaçınmak,

-Veya insanlara görülmeyen kalpleriyle Allahtan korkmak manaları olabilir.

Onlar için günahlarına karşı bir mağfiret ve dünya lezzetleri onun yanında çok küçük kalacak büyük bir mükâfat vardır.



13- وَأَسِرُّوا قَوْلَكُمْ أَوِ اجْهَرُوا بِهِ “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; (fark etmez).”

إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Çünkü O, kalplerde olanı hakkıyla bilendir.”

Çünkü Allah, vicdanlarda ne varsa, bunlar gizliden veya açıktan ifade edilmezden önce hepsini bilendir.



14- أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ “Yaratan bilmez mi?”

Eşyayı kudreti ve hikmeti gereğince icad eden Zât, gizli ve açık olanı hiç bilmez mi?

وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ “O, Latîf – Habîr’dir. (En gizli şeyleri bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.)

O’nun ilmi, mahlûkatının hem görülen, hem de görülmeyen kısımlarına ulaşır.

Sebeb-i nüzûl

Rivayete göre, müşrikler kendi aralarında bazı şeylerin Allah tarafından Hz. Peygambere bildirildiğini görünce şöyle demişlerdi: “Gizlice konuşun, ta Muhammedin ilahı bunları duymasın.”

Allahu Teâlâ bu ayetle onların cehaletine tenbihte bulundu.



15- هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا “O ki, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serdi.”

فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا “Haydi onun omuzlarında yürüyün.”

Ayetteki “menakib” kelimesi “menkeb” kelimesinin çoğuludur. Bu kelime devenin omzu için de kullanılır. Ayet, bu hâliyle arzın tamamen insana musahhar kılındığını anlatır. Çünkü arzın omuzları bile insanın gidebileceği şekilde emrine âmâde kılınmışsa, insana itâat ettirilmeyen bir şey kalmamış demektir.

وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ “Ve O’nun rızkından yiyin.”

وَإِلَيْهِ النُّشُورُ “Dönüş ancak O’nadır.”

Dönüş O’nadır. O, verdiği nimetlerin şükründen size soracaktır.



16- أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ “Semada olanın sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?”

Semada olanın, Karuna yaptığı gibi sizi de yere batırıp orada kaybolup gitmenizden emin mi oldunuz?

Semada olan”dan murat

-Âlemin tedbiriyle görevli meleklerdir.

-Veya “emri semada olan”, “hükmü semada olan” takdiriyle Allahu Teâlâdır.

-Veya bu ifade Arabların zannına göre gelmiştir. Çünkü onlar “Allah semadadır” diyorlardı.

فَإِذَا هِيَ تَمُورُ (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor.”

O zaman arz sarsılır, gider ve gelir.



17- أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا “Yoksa semada olanın üzerinize taş yağdıran bir rüzgâr göndermesinden emin mi oldunuz?”

فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ “O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!”

Kendisiyle uyarılan azabım geldiğinde uyarımın ne demek olduğunu bileceksiniz. Lakin o zaman bunu bilmeniz size bir fayda sağlamayacak.



18- وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Andolsun, onlardan öncekiler de yalanlamıştı.”

فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ “Benim onları inkârım nasıl oldu!?”

Onların başına azap indirerek benim onları inkârım nasıl olmuştu!

Ayet, Hz. Peygamber için bir teselli ve müşrik olan kavmi için de bir tehdittir.



19- أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ “Onlar, üzerlerinde saflar halinde kanatlarını açıp kapayarak uçan kuşları görmediler mi?”

Kuşlar, kanatlarını açıp kapayarak uçarlar ve yol alırlar.

مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَنُ “Onları tutan ancak Rahmândır.”

Onların havada durmaları aslında tabiat kurallarına aykırıdır. Ama rahmeti herşeyi kuşatan Zât, o kuşları muhtelif şekiller ve özelliklerle havada uçacak bir keyfiyette yaratmıştır.

إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.”

O, sıradışı şeyleri nasıl yaratacağını ve hayret verici şeyleri nasıl idare edeceğini bilir.



20- أَمَّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ جُندٌ لَّكُمْ يَنصُرُكُم مِّن دُونِ الرَّحْمَنِ “Yoksa Rahmân’a karşı size yardım edecek ordunuz mu var?”

Daha önceki milletlerde, onları yerin dibine geçirmek ve başlarına taş yağdıran bir fırtına göndermek gibi icraatımızı görmediniz mi? Benzeri azapların başınıza gelmesinden emin mi oldunuz? Yoksa Rahmân size bir azap gönderirse o azaba karşı size yardım edecek ordular mı var?

Bu ayet, “Yoksa kendilerini bize karşı savunacak ilahları mı var?” (Enbiya, 43) ayeti gibidir.

إِنِ الْكَافِرُونَ إِلَّا فِي غُرُورٍ “Kafirler ancak bir aldanış içindedir.”

Onların sağlam bir tutamakları, dayanakları yoktur.



21- أَمَّنْ هَذَا الَّذِي يَرْزُقُكُمْ إِنْ أَمْسَكَ رِزْقَهُ “Yoksa, O size rızkını keserse, size rızık verecek olan kimdir?”Şayet Allah yağmuru veya benzeri sebepleri keserek size rızık vermeyi durdurursa, kim sizi rızıklandırır?

بَل لَّجُّوا فِي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ “Hayır, onlar inat ve nefretle direnip durdular.”

Doğrusu onlar inatlarında ve haktan rahatsızlık duymalarında ısrar etmektedir.



22- أَفَمَن يَمْشِي مُكِبًّا عَلَى وَجْهِهِ أَهْدَى أَمَّن يَمْشِي سَوِيًّا عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Şimdi, yüzüstü kapanarak düşe kalka yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen mi?”

Eğri büğrü bir yolda her an sürçen ve yüz üstü kapaklanarak giden biriyle, dosdoğru bir yolda düzgün bir şekilde yürüyen kimse hiç aynı olur mu?

Ayetten murat, müşrik ile muvahhidi bir temsil ile anlatmaktır.[5>

Ayette müşrik için yoldan bahsedilmeyip sadece yüzüstü sürünmesinden söz edilmesi, müşrikin gittiği yolun yol denilmeye layık olmayışını hissettirmek içindir.

Denildi ki: Yüzüstü sürünerek gidenden murat kör kimse, dosdoğru yolda gidenden murat ise gören kimsedir.[6>

Denildi ki: Birinciden murat, mahşer meydanında yüz üstü sürünerek ateşe atılanlardır. İkinciden murat ise, izzetli bir şekilde cennete alınanlardır.



23- قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ “De ki: O, sizi inşa ile yarattı.’’[7>

وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ “Ve size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”

Onun size kulak vermesi yapılan öğütleri duymanız, göz vermesi O’nun san’at hârikalarına bakmanız, kalp vermesi ise tefekkür etmeniz ve ibret almanız içindir.

قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ “Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”

Ama sizin bunları yaratılış gayesine uygun olarak kullanmanız çok çok azdır.



24- قُلْ هُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ “De ki: O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğalttı.”

وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ve O’na sevk edileceksiniz.”

Amellerinizin karşılığını görmek üzere O’na götürüleceksiniz.



25- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu vaat ne zaman?” diyorlar.”

Bu vaad”den murat,

-Allahın huzuruna sevk ediliş,

-Veya onlara vaat edilen yerin dibine geçirilmek, başlarına taş yağdıracak bir fırtına gönderilmesi gibi durumlardır.



26- قُلْ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ “De ki: İlim ancak Allah katındadır.”

وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

De ki: Bunun vaktinin bilgisi ancak Allah katındadır. Başkası muttali olamaz.

Böyle bir şeyden sakınmak için illâ onun ne zaman olacağını bilmek gerekmez. Vukuunu bilmek, hatta zannetmek bile kâfi gelir.[8>



27- فَلَمَّا رَأَوْهُ زُلْفَةً سِيئَتْ وُجُوهُ الَّذِينَ كَفَرُوا “Onu (azabı) yakından gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri kötüleşir.”

وَقِيلَ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَدَّعُونَ “Ve onlara, “İşte bu, isteyip durduğunuz şeydir” denir.”

Şöyle de mana verilebilir: Hani siz “öldükten sonra diriltilmek yok” diyordunuz ya, işte bu odur.



28- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَهْلَكَنِيَ اللَّهُ وَمَن مَّعِيَ أَوْ رَحِمَنَا فَمَن يُجِيرُ الْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ “De ki: Söyleyin bakalım: Eğer Allah beni ve beraberimdekileri helâk etse yahut bize acısa; peki, ya inkârcıları elîm bir azaptan kim koruyacak?”

De ki: Allah beni ve beraberimdeki mü’minleri öldürse veya ecellerimizi tehir ile bize merhamet etse, kâfirleri elim bir azaptan kim korur? Biz ölsek de hayatta kalsak da onları azaptan koruyacak kimse yoktur!

Ayet “O bir şairdir; onun zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” (Tur, 30) demelerine bir cevaptır.



29- قُلْ هُوَ الرَّحْمَنُ “De ki: O, Rahmân’dır.”

آمَنَّا بِهِ “O’na iman ettik.”

وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا “Ve yalnızca O’na tevekkül ettik.”De ki: Benim kendisine çağırdığım zât, bütün nimetlerin sahibidir, biz de bunu bilerek O’na iman ettik. Ona güvendiğimizden ve O’ndan başkasının kendiliğinden bir zarar ve fayda veremeyeceğini bildiğimizden sadece O’na tevekkül ettik.

فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “Artık kimin apaçık bir dalalette olduğunu yakında bileceksiniz!”

Bizim mi yoksa sizin mi apaçık bir dalâlette olduğunu yakında bileceksiniz.



30- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَن يَأْتِيكُم بِمَاء مَّعِينٍ “De ki: Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size temiz bir akar suyu kim getirir?”

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim Mülk sûresini okusa sanki Kadir Gecesini ihya etmiş gibidir.”


[1> Yani, insanlara hayat verilmezden önce, onları meydana getiren maddeler ölü bir halde idiler.

[2> Ayet metninde geçen “kerrateyn” ifadesi “iki kere” anlamına gelir.

[3> Yani, bu müneccimler, yıldızlara bakarlar, onların konumundan hareketle “şöyle şöyle olacak” şeklinde desteksiz atışlarda bulunurlar, “sanırım şöyle bir durumla karşılaşılacak” gibi zanlarla insanları meşgul ederler.

[4> Ayette geçen “şehîk” kelimesi, eşeğin nefesini içine alırken çıkardığı çirkin ses için de kullanılır. Bu şekilde iç ürperten nahoş bir ses, cehennem azabının unsurlarından biridir. Korku filimlerinde dev karakteri tasvîr edilirken sesinin korkunçluğu da göz ardı edilmez. Cehennem devi de, kendisine gönderilen inkârcıları âdeta sabırsızlıkla beklemekte, feveran ve galeyan hâlinde çıkardığı o korkunç sesle, kendisine gönderilenleri karşılamaktadır.

[5> Müşrik, eğri büğrü sarp bir yolda yüzüstü sürünerek giden kimseye benzer. Tek Allaha inanan kimse ise, düzgün bir yolda güzel bir şekilde giden kimse gibidir.

[6> Yani, hiç âmâ birinin gidişiyle gören birinin gidişi aynı olur mu? Onun gibi, müşrik ile mü’min de gidişat yönüyle aynı değildir.

[7> Allahın ibda ve inşa şeklinde iki türlü yaratması vardır. İbda, yoktan yaratması, inşa ise daha önce yaratmış olduğu maddelerden yeni bir terkip meydana getirmesidir. İnsanın bedeninin arzdaki elementlerden yaratılması inşa iledir. Bu yönüyle her insan, “toprağın çocuğu” gibidir.

[8>“Yolda eşkıya var, bu yoldan gitmeyin” şeklinde uyarı alanlar, eşkıya olup olmadığını tam bilmeseler bile uyarıyı dikkate alırlar, emniyetli olan yolu tercih ederler. Onun gibi, küfür ve dalâlet yolunda gidenlerin, “aman bu yoldan gitmeyin, sonu ateştir” şeklindeki uyarıları dikkate almaları icap eder.


Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
 
Üst Alt