Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا “Andolsun ardarda gönderilenlere.”
2- فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا “Kasırga gibi esenlere.”
3- وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا “Yaydıkça yayanlara.”
4- فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا “Seçip ayıranlara.”
5- فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا “Bir öğüt bırakanlara.”
Allah, bu ayetlerde bir kısım melek taifelerine yemin etmektedir.
Bunları, birbiriyle alakalı emirlerle göndermiştir. Melekler, bu emirlerin yerine getirilmesinde fırtına gibi eserler, yeryüzünde Allahın şeriatlerini neşrederler. Veya cehaletle ölmüş olan nefisleri, vahyettikleri ilimle diriltirler. Böylece hak ve batılın arasını ayırırlar. Peygamberlere bir zikir (öğüt) ilkâ ederler, bununla hak yolda olanları mazur kılarlar, batıl yolda olanları da uyarırlar.
Veya yemin edilen şeyler Kur’an ayetleri olabilir. Şöyle ki: Kur’an ayetleri, her türlü bilgi ile Hz. Muhammede (asm) gönderilmiştir. Bunlar diğer kitapları ve dinleri neshederek fırtına gibi esmişler, onları ortadan kaldırmışlardır. Şarkta ve garbta (doğuda ve batıda) hidayet ve hikmet eserleri neşretmişlerdir. Hak ile batılın arasını ayırmışlardır. Böylece Hakkın zikrini âlemler arasına bırakmışlardır.
Veya bundan murat kâmil nefislerdir. Şöyle ki: Kemâle ermiş nefisler, bedenlerin kemâl bulması için onlara gönderilirler. Bunlar, hakkın dışında her şeyi kırar geçirirler. Bunun peşinde bütün azalarda hakkı neşrederler. Böylece hakkı bizâtihi hak ve batılı da bizzat kendisinde batıl olarak tefrik ederler. Her şeyi Allaha bakan cihet dışında helâke mahkûm olarak görürler. Böylece kalplerde ve dillerde sadece Allahın zikri olacak şekilde bir zikir bırakırlar.
Allah bu ifadelerle rüzgârlara yemin etmiş de olabilir. Şöyle ki: Allah azap rüzgârları gönderir, onlar her şeyi kırar geçirir. Rahmet rüzgârları gönderir, bunlar da havada bulutu yayarlar. Sonra da bunları ayırırlar, zikre sebebiyet verirler. Çünkü akıllı kimse bunların esmesini ve eserlerini görünce Allahı anar ve O’nun kemâl-i kudretini tezekkür eder.
Ayette “urf” kelimesi, bütün bunların gönderilmesinin ihsan ve marûf şeyler için olduğunu gösterir.
Veya ardı ardına gönderilmelerini anlatır.
6- عُذْرًا أَوْ نُذْرًا “Gerek özür için olsun, gerekse uyarı için.”
Bütün bu üstte dikkat çekilen şeylerin gönderilmesi, hak yolda olanlara bir özür, batıl yolda olanlara da bir uyarı olması içindir.
Veya bu ifade, son ayette nazara verilen zikrin indirilmesinden bedel olabilir. Yani, zikrin ilkâ edilmesi, vahyin gönderilmesi hak yolda olanların mazeretini ortaya koymak ve batıl yolda olanları uyarmak içindir.
7- إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ “Size vaat olunan, mutlaka gerçekleşecektir.”
Burası, üstteki yeminlerin cevabıdır. Yani, bütün üstte sayılanlara yemin ederim ki, size vaat edilen kıyamet şüphesiz gerçekleşecektir.
8- فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ “Yıldızlar söndürüldüğünde.”
9- وَإِذَا السَّمَاء فُرِجَتْ “Sema yarıldığında.”
10- وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ “Dağlar savrulduğunda.”
11- وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ “Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildiklerinde.”
12- لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ “Bunlar hangi güne ertelendiler?”
Bunda, o günün büyüklüğünü göstermek ve dehşetinden insanları hayrete sevk etmek vardır.
13- لِيَوْمِ الْفَصْلِ “Fasıl gününe.”
14- وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ “Bildin mi, nedir o fasıl günü?”
Sen onun benzerini daha önce görmedin, künhünü nerden bileceksin?
15- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
16- أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ “Biz, öncekileri helak etmedik mi?”
Biz Nûh kavmi, Ad ve Semud gibi önceki nice kavimleri helâk etmedik mi?
17- ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ “Sonra geridekileri de onlara katarız.”
Sonra, Mekke kâfirleri gibi onların emsali olanları da onlara ilave edeceğiz.
Ayetteki “geridekiler” ifadesinden murat Lût, Şuayb ve Musa (aleyhimüsselam)ın kavimleri de olabilir.
18- كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ “Biz mücrimlere işte böyle yaparız.”
19- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Allahın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlayanların vay hâline!
Bu ibare her ne kadar lafız olarak tekrar ise de, evveliyle alâkalı değerlendirince tekrar sayılmaz.Keza, tekzip mutlak bırakılınca veya her iki yerde birine talik edilince tekrar olmadığı anlaşılır. Çünkü, üstteki “vay haline!” ifadesi ahiret azabı içindir. Buradaki ise dünyada helâk olmalarıyla alakalıdır. Öte yandan te’kid için yapılan tekrar, güzeldir ve yaygındır.
20- أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ “Biz sizi basit bir sudan yaratmadık mı?”
21- فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ “Onu sağlam bir yerde tuttuk.”
Bundan murat, ana rahmidir.
22- إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ “Belli bir süreye kadar.”
Bu, Allahın doğum için takdir etmiş olduğu belli bir vakittir.
23- فَقَدَرْنَا “Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik.”
فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ “Biz ne güzel biçim verenleriz!”
24- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Yaratmaya veya yeniden iadeye kudretimizi yalanlayanların vay hâline!
25- أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا “Biz yeryüzünü toplanma yeri yapmadıkmı?”
26- أَحْيَاء وَأَمْوَاتًا “Dirilere ve ölülere.”
Ayette “ahya ve emvat” yani “diriler ve ölülerin” elif-lâmsız gelmesi, işin büyüklüğünü göstermek içindir.
Veya ins ve cinnin dirileri ve ölülerinin, genel manadaki diriler ve ölülerin sadece bir kısmı olmasındandır.
27- وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ “Orada sabit yüce dağlar yarattık.”
“Dağlar” ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, onların azametine dikkat çekmek içindir.
Veya o dağlarda henüz bilinmeyen ve görülmeyen şeyler olduğunu hissettirmek içindir.
وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاء فُرَاتًا “Size tatlı bir su içirdik.”
O arzda sizler için nehirler ve pınarlar yaratarak, tatlı bir suyu size içirdik.
28- وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Böyle nimetleri yalanlayanların vay hâline!
29- انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ “Haydi gidin o yalanladığınız şeye.”
Onlara o gün böyle denilir.
30- انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ “Haydi gidin o üç çatallı gölgeye.”
Buradaki gölgeden murat “Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.” (Vakıa, 43) ayetinde olduğu gibi cehennem dumanının gölgesidir. Bunun şubelere ayrılması, büyüklüğünü gösterir. Nitekim büyük duman da parça parça olur.
Bu şubelerin üç olması ise, şu cihetlerden olabilir:
-İnsanın mukaddes nurlardan perdelenmesi üç şey iledir: His, hayal ve vehim.
-Onları bu azaba sevkeden şey, üç kuvvettir.
1-Dimağda yer alan kuvve-i vâhime.
2-Kalbin sağında yer alan gadap kuvveti.
3-Kalbin solunda yer alan şehvet kuvveti.
Bundan dolayı “bu üç şubeden biri kâfirin fevkinde, biri sağında biri de solunda bulunur” denilmiştir.
31- لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ “O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.”
Ayetin bu kısmı onlarla tehekkümdür. “Gölge” lafzının çağrıştırdığı manayı redir.[1>
32- إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ “O, saray gibi kıvılcımlar atar.”
Her bir kıvılcımı saray gibi büyük olacak. “Kasr” ifadesinin “çok büyük kalın ağaç” manasına da dikkat çekilmiştir.
33- كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ “Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı deve sürüleridir.”
Çünkü kıvılcımlar, kendisinde bulunan ateşten dolayı sarı olur.
Denildi ki: Bundan murat, bir derece siyahlıktır. Çünkü devedeki siyah renk, biraz sarıya doğru meyillidir.
Kıvılcımların saraya benzetilmesi büyüklük yönünden, deve sürülerine benzetilmesi ise,
-Renk,
-Çokluk,
-Peşpeşe gelmek,
-Birbirine karışmak,
-Ve süratli hareket noktasındandır.
34- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
35- هَذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ “Bugün, konuşamayacakları gündür.”
O gün onlar kendilerine fayda sağlayacak bir şey söyleyemezler.
-Veya dehşet ve şaşkınlıktan nutukları tutulur, bir şey söyleyemezler. Bu, kıyametin bazı yerlerindedir.[2>
36- وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ “Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.”
Onların mazeret olarak ileri sürebilecekleri hiçbir şey yoktur. Dolayısıyle, “izin verilse kendilerini mazur gösterebilirler” şeklinde bir tevehhüm hatıra gelmemelidir. Zaten ayet de buna yer vermeyecek bir üslûpla gelmiştir.
37- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
38- هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ “İşte bu, fasıl günüdür.”
İşte bu, hak yolda olanla batıl yolda olanın ayrılacağı gündür.
جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ “Sizi ve öncekileri bir araya topladık.”
Ayetin bu kısmı, üstteki ayetin takriri ve beyanıdır.
39- فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ “Eğer bir hileniz varsa, haydi bana da hile yapın.”
Ayet, dünyada mü’minlere hile yapmalarını hatırlatıp, “Haydi şimdi de yapın bakalım” şeklinde başlarına vurmakta ve acizliklerini gözler önüne sermektedir.
40- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Çünkü o gün azaptan kurtulmaları için hiçbir çıkış yolları yoktur.
41- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ “Şüphesiz müttakiler gölgeler altında ve pınar başlarındadır.”Şirkten korunanlar, gölgelikler ve pınarlardadır.
42- وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ “Canlarının çektiği meyveler içerisindedirler.”
43- كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için.”
44- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ “İşte biz, muhsin olanları böyle mükafatlandırırız.”
İşte biz akidesi güzel olanları böyle mükâfatlandırırız.
45- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Çünkü kendileri daimî azapta kalacak, muhalif oldukları ehl-i iman ise ebedî sevaba erişeceklerdir.
46- كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ “(Dünyada) yiyin ve birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler mücrimlersiniz.”
Ayette, onların dünyadaki hâllerini hatırlatmak vardır. Yani, dünyada kendilerine böyle denilmiştir. Bunlar, az bir meta’ı daimî nimetlere tercih etmekle nefislerine zulmetmiş kimselerdir.
47- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Azıcık bir zevklenme mukabilinde kendilerini daimi azaba maruz bıraktıkları için onlara yazıklar olsun!
48- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ “Onlara: “Rükû edin” denildiği zaman etmezler.”
Onlara rükû emrinden murat,
-“Allaha itaat edin ve boyun eğin!”
-“Namaz kılın.”
-“Namazda rükûya varın” manaları olabilir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber Benî Sakîf kabilesine namazı emrettiğinde “Biz rükûya varmayız” demişlerdi, ayet bu münasebetle nazil oldu.
Denildi ki: Ayetin anlattığı hâl, kıyamet günü yaşanır. Müşrikler secdeye davet edildiklerinde secdeye varamazlar.
Ayet, emrin vücub ifade ettiğine delâlet eder. Ayrıca, kâfirlerin füruatla da mükellef olduklarına bir delildir.
49- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
50- فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ “Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?”
Kur’an zâtında mu’cize olup, apaçık delillere ve güzel manalara müştemil iken ona inanmazlarsa, hangi söze iman edecekler?
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Mürselât sûresini okusa, onun müşriklerden olmadığı yazılır.
[1> Yani, cehennemdeki bu gölge, koruyucu bir gölge olmayacak, bizzat yakacak, azap vesilesi olacaktır.
[2> Yoksa, konuşacakları yerler de olacaktır.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
2- فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا “Kasırga gibi esenlere.”
3- وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا “Yaydıkça yayanlara.”
4- فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا “Seçip ayıranlara.”
5- فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا “Bir öğüt bırakanlara.”
Allah, bu ayetlerde bir kısım melek taifelerine yemin etmektedir.
Bunları, birbiriyle alakalı emirlerle göndermiştir. Melekler, bu emirlerin yerine getirilmesinde fırtına gibi eserler, yeryüzünde Allahın şeriatlerini neşrederler. Veya cehaletle ölmüş olan nefisleri, vahyettikleri ilimle diriltirler. Böylece hak ve batılın arasını ayırırlar. Peygamberlere bir zikir (öğüt) ilkâ ederler, bununla hak yolda olanları mazur kılarlar, batıl yolda olanları da uyarırlar.
Veya yemin edilen şeyler Kur’an ayetleri olabilir. Şöyle ki: Kur’an ayetleri, her türlü bilgi ile Hz. Muhammede (asm) gönderilmiştir. Bunlar diğer kitapları ve dinleri neshederek fırtına gibi esmişler, onları ortadan kaldırmışlardır. Şarkta ve garbta (doğuda ve batıda) hidayet ve hikmet eserleri neşretmişlerdir. Hak ile batılın arasını ayırmışlardır. Böylece Hakkın zikrini âlemler arasına bırakmışlardır.
Veya bundan murat kâmil nefislerdir. Şöyle ki: Kemâle ermiş nefisler, bedenlerin kemâl bulması için onlara gönderilirler. Bunlar, hakkın dışında her şeyi kırar geçirirler. Bunun peşinde bütün azalarda hakkı neşrederler. Böylece hakkı bizâtihi hak ve batılı da bizzat kendisinde batıl olarak tefrik ederler. Her şeyi Allaha bakan cihet dışında helâke mahkûm olarak görürler. Böylece kalplerde ve dillerde sadece Allahın zikri olacak şekilde bir zikir bırakırlar.
Allah bu ifadelerle rüzgârlara yemin etmiş de olabilir. Şöyle ki: Allah azap rüzgârları gönderir, onlar her şeyi kırar geçirir. Rahmet rüzgârları gönderir, bunlar da havada bulutu yayarlar. Sonra da bunları ayırırlar, zikre sebebiyet verirler. Çünkü akıllı kimse bunların esmesini ve eserlerini görünce Allahı anar ve O’nun kemâl-i kudretini tezekkür eder.
Ayette “urf” kelimesi, bütün bunların gönderilmesinin ihsan ve marûf şeyler için olduğunu gösterir.
Veya ardı ardına gönderilmelerini anlatır.
6- عُذْرًا أَوْ نُذْرًا “Gerek özür için olsun, gerekse uyarı için.”
Bütün bu üstte dikkat çekilen şeylerin gönderilmesi, hak yolda olanlara bir özür, batıl yolda olanlara da bir uyarı olması içindir.
Veya bu ifade, son ayette nazara verilen zikrin indirilmesinden bedel olabilir. Yani, zikrin ilkâ edilmesi, vahyin gönderilmesi hak yolda olanların mazeretini ortaya koymak ve batıl yolda olanları uyarmak içindir.
7- إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ “Size vaat olunan, mutlaka gerçekleşecektir.”
Burası, üstteki yeminlerin cevabıdır. Yani, bütün üstte sayılanlara yemin ederim ki, size vaat edilen kıyamet şüphesiz gerçekleşecektir.
8- فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ “Yıldızlar söndürüldüğünde.”
9- وَإِذَا السَّمَاء فُرِجَتْ “Sema yarıldığında.”
10- وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ “Dağlar savrulduğunda.”
11- وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ “Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildiklerinde.”
12- لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ “Bunlar hangi güne ertelendiler?”
Bunda, o günün büyüklüğünü göstermek ve dehşetinden insanları hayrete sevk etmek vardır.
13- لِيَوْمِ الْفَصْلِ “Fasıl gününe.”
14- وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ “Bildin mi, nedir o fasıl günü?”
Sen onun benzerini daha önce görmedin, künhünü nerden bileceksin?
15- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
16- أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ “Biz, öncekileri helak etmedik mi?”
Biz Nûh kavmi, Ad ve Semud gibi önceki nice kavimleri helâk etmedik mi?
17- ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ “Sonra geridekileri de onlara katarız.”
Sonra, Mekke kâfirleri gibi onların emsali olanları da onlara ilave edeceğiz.
Ayetteki “geridekiler” ifadesinden murat Lût, Şuayb ve Musa (aleyhimüsselam)ın kavimleri de olabilir.
18- كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ “Biz mücrimlere işte böyle yaparız.”
19- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Allahın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlayanların vay hâline!
Bu ibare her ne kadar lafız olarak tekrar ise de, evveliyle alâkalı değerlendirince tekrar sayılmaz.Keza, tekzip mutlak bırakılınca veya her iki yerde birine talik edilince tekrar olmadığı anlaşılır. Çünkü, üstteki “vay haline!” ifadesi ahiret azabı içindir. Buradaki ise dünyada helâk olmalarıyla alakalıdır. Öte yandan te’kid için yapılan tekrar, güzeldir ve yaygındır.
20- أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ “Biz sizi basit bir sudan yaratmadık mı?”
21- فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ “Onu sağlam bir yerde tuttuk.”
Bundan murat, ana rahmidir.
22- إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ “Belli bir süreye kadar.”
Bu, Allahın doğum için takdir etmiş olduğu belli bir vakittir.
23- فَقَدَرْنَا “Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik.”
فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ “Biz ne güzel biçim verenleriz!”
24- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Yaratmaya veya yeniden iadeye kudretimizi yalanlayanların vay hâline!
25- أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا “Biz yeryüzünü toplanma yeri yapmadıkmı?”
26- أَحْيَاء وَأَمْوَاتًا “Dirilere ve ölülere.”
Ayette “ahya ve emvat” yani “diriler ve ölülerin” elif-lâmsız gelmesi, işin büyüklüğünü göstermek içindir.
Veya ins ve cinnin dirileri ve ölülerinin, genel manadaki diriler ve ölülerin sadece bir kısmı olmasındandır.
27- وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ “Orada sabit yüce dağlar yarattık.”
“Dağlar” ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, onların azametine dikkat çekmek içindir.
Veya o dağlarda henüz bilinmeyen ve görülmeyen şeyler olduğunu hissettirmek içindir.
وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاء فُرَاتًا “Size tatlı bir su içirdik.”
O arzda sizler için nehirler ve pınarlar yaratarak, tatlı bir suyu size içirdik.
28- وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Böyle nimetleri yalanlayanların vay hâline!
29- انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ “Haydi gidin o yalanladığınız şeye.”
Onlara o gün böyle denilir.
30- انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ “Haydi gidin o üç çatallı gölgeye.”
Buradaki gölgeden murat “Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.” (Vakıa, 43) ayetinde olduğu gibi cehennem dumanının gölgesidir. Bunun şubelere ayrılması, büyüklüğünü gösterir. Nitekim büyük duman da parça parça olur.
Bu şubelerin üç olması ise, şu cihetlerden olabilir:
-İnsanın mukaddes nurlardan perdelenmesi üç şey iledir: His, hayal ve vehim.
-Onları bu azaba sevkeden şey, üç kuvvettir.
1-Dimağda yer alan kuvve-i vâhime.
2-Kalbin sağında yer alan gadap kuvveti.
3-Kalbin solunda yer alan şehvet kuvveti.
Bundan dolayı “bu üç şubeden biri kâfirin fevkinde, biri sağında biri de solunda bulunur” denilmiştir.
31- لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ “O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.”
Ayetin bu kısmı onlarla tehekkümdür. “Gölge” lafzının çağrıştırdığı manayı redir.[1>
32- إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ “O, saray gibi kıvılcımlar atar.”
Her bir kıvılcımı saray gibi büyük olacak. “Kasr” ifadesinin “çok büyük kalın ağaç” manasına da dikkat çekilmiştir.
33- كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ “Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı deve sürüleridir.”
Çünkü kıvılcımlar, kendisinde bulunan ateşten dolayı sarı olur.
Denildi ki: Bundan murat, bir derece siyahlıktır. Çünkü devedeki siyah renk, biraz sarıya doğru meyillidir.
Kıvılcımların saraya benzetilmesi büyüklük yönünden, deve sürülerine benzetilmesi ise,
-Renk,
-Çokluk,
-Peşpeşe gelmek,
-Birbirine karışmak,
-Ve süratli hareket noktasındandır.
34- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
35- هَذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ “Bugün, konuşamayacakları gündür.”
O gün onlar kendilerine fayda sağlayacak bir şey söyleyemezler.
-Veya dehşet ve şaşkınlıktan nutukları tutulur, bir şey söyleyemezler. Bu, kıyametin bazı yerlerindedir.[2>
36- وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ “Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.”
Onların mazeret olarak ileri sürebilecekleri hiçbir şey yoktur. Dolayısıyle, “izin verilse kendilerini mazur gösterebilirler” şeklinde bir tevehhüm hatıra gelmemelidir. Zaten ayet de buna yer vermeyecek bir üslûpla gelmiştir.
37- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
38- هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ “İşte bu, fasıl günüdür.”
İşte bu, hak yolda olanla batıl yolda olanın ayrılacağı gündür.
جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ “Sizi ve öncekileri bir araya topladık.”
Ayetin bu kısmı, üstteki ayetin takriri ve beyanıdır.
39- فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ “Eğer bir hileniz varsa, haydi bana da hile yapın.”
Ayet, dünyada mü’minlere hile yapmalarını hatırlatıp, “Haydi şimdi de yapın bakalım” şeklinde başlarına vurmakta ve acizliklerini gözler önüne sermektedir.
40- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Çünkü o gün azaptan kurtulmaları için hiçbir çıkış yolları yoktur.
41- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ “Şüphesiz müttakiler gölgeler altında ve pınar başlarındadır.”Şirkten korunanlar, gölgelikler ve pınarlardadır.
42- وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ “Canlarının çektiği meyveler içerisindedirler.”
43- كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için.”
44- إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ “İşte biz, muhsin olanları böyle mükafatlandırırız.”
İşte biz akidesi güzel olanları böyle mükâfatlandırırız.
45- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Çünkü kendileri daimî azapta kalacak, muhalif oldukları ehl-i iman ise ebedî sevaba erişeceklerdir.
46- كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ “(Dünyada) yiyin ve birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler mücrimlersiniz.”
Ayette, onların dünyadaki hâllerini hatırlatmak vardır. Yani, dünyada kendilerine böyle denilmiştir. Bunlar, az bir meta’ı daimî nimetlere tercih etmekle nefislerine zulmetmiş kimselerdir.
47- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Azıcık bir zevklenme mukabilinde kendilerini daimi azaba maruz bıraktıkları için onlara yazıklar olsun!
48- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ “Onlara: “Rükû edin” denildiği zaman etmezler.”
Onlara rükû emrinden murat,
-“Allaha itaat edin ve boyun eğin!”
-“Namaz kılın.”
-“Namazda rükûya varın” manaları olabilir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber Benî Sakîf kabilesine namazı emrettiğinde “Biz rükûya varmayız” demişlerdi, ayet bu münasebetle nazil oldu.
Denildi ki: Ayetin anlattığı hâl, kıyamet günü yaşanır. Müşrikler secdeye davet edildiklerinde secdeye varamazlar.
Ayet, emrin vücub ifade ettiğine delâlet eder. Ayrıca, kâfirlerin füruatla da mükellef olduklarına bir delildir.
49- وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
50- فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ “Artık bundan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?”
Kur’an zâtında mu’cize olup, apaçık delillere ve güzel manalara müştemil iken ona inanmazlarsa, hangi söze iman edecekler?
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Mürselât sûresini okusa, onun müşriklerden olmadığı yazılır.
[1> Yani, cehennemdeki bu gölge, koruyucu bir gölge olmayacak, bizzat yakacak, azap vesilesi olacaktır.
[2> Yoksa, konuşacakları yerler de olacaktır.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren