Neler yeni

Welcome to Cidar - Hak Yolunda... Hak üzere...

Forumumuza hoş geldiniz, burada birçok faydalı içerik ve aktif bir topluluk sizi bekliyor, ancak tüm özelliklerden yararlanabilmek ve paylaşımlara katılabilmek için kayıt olmanız gerekmektedir.

Şura Suresi Tefsiri

Admin

Yönetici
Katılım
19 Şub 2025
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
16
1- حم “Hâ Mîm.”







2- عسق “Ayn, Sîn, Kâf.”



Ha-mim Ayn-Sin-Kaf sûre için isim olabilir. Bunun için araları ayrılmış ve iki ayrı ayet sayılmışlardır. Eğer bu ikisi bir tek isim ise, bu şekilde ayrılmaları diğer Ha-Mîm’lere uygun olması içindir.







3- كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Azîz -Hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyediyor.”



Bu sûrede anlatılan manaların benzerini, Allah hem Sana, hem de Senden öncekilere vahyediyor.



Ayette “vahyediyor” ifadesinin geniş zaman ile yer alması, vahyin devamına ve böyle vahyetmenin Allahın bir âdeti (prensibi) olduğuna delâlet etmek içindir.



Azîz – Hakîm, Allahın iki sıfatı olup, önceki sûrede geçtiği gibi, vahyedilenin şanının yüceliğini ortaya koyar.







4- لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.”



وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ “Ve O, Aliyy – Azîm’dir (yücedir, büyüktür.)



Ayetin bu kısmı, önceki ayette nazara verilen Allahın izzet ve hikmetini açıklamaktadır.







5- تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ “Neredeyse gökler üstlerinden yarılacak.”



Gökler, Allahın azametinden neredeyse yarılacak.



Veya –haşa- O’na veled nisbet edilmesinden yarılacak.



Bu yarılma, onların üst cihetinden başlayarak meydana gelecek. “Üstlerinden” şeklinde tahsis edilmesi, Allahın ayetlerinin en büyüğünün ve



O’nun şanının yüceliğine en ziyade delalet eden şeyin, üstlerindeki sema olmasındandır.



Üstlerindeki semanın yarılmasını haber vermek, altlarındaki arzın yarılmasına evleviyetle delâlet eder.



وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ “Melekler ise,Rablerini hamd ile tesbih ederler ve arzdakiler için istiğfar ederler.”



Meleklerin arzda olanlar için istiğfar etmeleri,
insanların mağfiretine vesile olacak,



-Şefaatte bulunmaları,



-İlham vermeleri,



-Tâate yaklaştıran sebepler için çalışmaları şeklinde olur. Bu ise kısmen mü’min ve kâfiri içine alır. Hatta “istiğfar” kelimesi “muhtemel zararı def etmek için çalışmak” şeklinde tefsir edilse, canlıları, hatta cansızları da içine alır.



Bu istiğfar sırf mü’minlere yönelik ise, o zaman bundan murat şefaattir.



أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “İyi bilin ki Allah, Ğafur’dur – Rahîm’dir.”



Çünkü her mahlûk, mutlaka ve mutlaka O’nun rahmetinden nasibini almıştır.



Ayet, Allahın azametini takrirde bulunur. Ayrıca, kendisine veled nisbet edilmesi gibi durumlardan yüce olduğuna delâlet eder. Bu çirkin sözü söyleyenlere hemen ceza vermemesi,



-Meleklerin istiğfarda bulunmaları,



-Ve kendisinin engin merhameti ve rahmetindendir.







6- وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاء اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ “O’ndan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir.”Allah, kendisine şerikler ve emsal edinenlerin hâllerine ve amellerine muttalidir, onları murakabe eder ve buna göre de cezalarını verir.



وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ “Sen onlara vekil değilsin.”



Onların cezasını vermek Sana ait değildir.







7- وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا “Böylece sana Arabça bir Kur’an vahyettik ki, Ümmü’l- Kurâ ve çevresinde bulunanları uyarasın.”



Ümmü’l-Kurâ, Mekkedir.



وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ “Ve hakkında asla şüphe olmayan cem günüyle onları uyarasın.”



Cem günü”, kıyamet günüdür. Çünkü o günde bütün mahlukat bir araya getirilir.



Veya bundan murat, kıyamet gününde ruhlar ve cesetlerin bir araya getirilmesidir.



Veya bir başka açıdan bakıldığında, ameller ve bu amelleri işleyenlerin bir araya getirilmesidir.



فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ “Bir grup cennette, bir grup ise cehennem ateşindedir.”



Mahşerde insanların hepsi önce bir araya getirilir, ardından da iki fırka hâlinde kendilerine uygun yerlere gönderilir.







8- وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً “Şayet Allah dileseydi, onları bir tek ümmet yapardı.”



Hepsini hidayet üzere veya hepsini dalâlet üzere yapardı.



وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ “Lakin O, dilediğini rahmetine alır.”



Onu hidayet üzere kılar, tâate sevkeder.



وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ “Zalimlerin ise, onlara ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”Zâlim olanları ise, ne bir dost ne de bir yardımcı olmadan azabına terk eder.



O dilediğini rahmetine alır” denildikten sonra, buna mukabil olanları farklı bir üslûbta anlatması, onları ziyadesiyle tehdît etmek içindir. Çünkü kelâm, uyarma sadedinde gelmiştir.







9- أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء “Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler?”



Buradaki sual, onların Allah dışında dostlar edinip edinmediklerini öğrenmek için olmayıp, böyle yaptıklarını takrir içindir. Yani, Allahı bırakıp putları dost edinmişlerdir.



فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ “Hâlbuki gerçek dost Allah’tır.”



Eğer hakkıyla dost olmaya layık olanı arıyorlarsa, işte Allah gerçek dosttur.



وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى “O, ölüleri diriltir.”



وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O, her şeye kadirdir.”



Ayetin bu kısmı, dost olmaya layık olanın ancak O olduğunu takrir gibidir.[1>







10- وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ “Hakkında ayrılığa düştüğünüz ne varsa, hepsinin hükmü Allah’a aittir.”Siz ve kâfirler, dünya ve din meselelerinde ihtilafa düştüğünüzde, bunun hükmü Allaha havale edilir. O, haklı olanı haksız olandan ayırır.



Veya bundan murat, mükâfatlandırmak ve cezalandırmak suretiyle onlar arasında hükmünü vermesidir.



Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: “Müteşabih bir meselenin te’vilinde ihtilafa düştüğünüzde, Allahın kitabından muhkem olana müracaat ediniz.”



ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي “İşte bu, Rabbim Allah’tır.”



عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ “Yalnız O’na tevekkül ettim.”



Ben bütün işlerde O’nu vekil kıldım.



وَإِلَيْهِ أُنِيبُ “Ve ancak O’na yöneliyorum.”



Müşkil meselelerde de O’na rücu ederim.







11- فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “O, gökleri ve yeri yaratandır.”



جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا “Size kendinizden eşler, hayvanlardan da eşler yaratmıştır.”



Burada, hayvanların çeşit çeşit kılınması da anlaşılabilir.



يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ “Bu sûretle sizi üretiyor.”



Sizi ve hayvanları böyle eşeyli kılarak çoğaltır, üretir.



لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.”



Allaha eş veya münasip olacak hiçbir şey yoktur.



Burada misil’den murat, o şeyin zâtıdır. “Senin gibi biri böyle yapmaz” dediğimizde, doğrudan o kişinin zâtının anlaşılması gibi.



Şöyle de mana verilmiştir: Onun sıfatı gibi bir sıfat yoktur.



وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ “Ve O, Semi’ – Basir’dir.”



O, bütün işitilen ve görülen şeyleri işitir, görür.







12- لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur.”



يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ “Dilediğine rızkı bol verir ve daraltır.”



O, meşietine muvafık bir şekilde rızkı genişletir ve daraltır.



إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.”



Her şeyi bilen olduğu için, her şeyi olması gereken şekilde yapar




[1> Yani, ölenler değil, ölüleri dirilten; acizler değil, her şeye gücü yeten gerçek dosttur.




1ّ3- شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى “Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğimizi size de din kıldı:”



O, din olarak size Nûh’un ve Muhammedin dinini ve bunlar arasında gelip geçen şeriat sahiplerinin dinlerini vazetti. Bu, bütün ismi geçen peygamberler arasında ortak bir özelliktir.



Ayetin devamı, bunu tefsir eder:



أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ “Dini dosdoğru tutun.”



Bundan murat, tasdiki gerekenlere iman etmek ve Allahın hükümlerine uymaktır.



وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ “Ve onda ayrılığa düşmeyin!”



Bu asılda ihtilafa düşmeyin.



Ama, dinlerin füruatına gelince, “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol kıldık.” (Maide, 48) ayetinde nazara verildiği gibi, farklı farklıdır.



كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ “Fakat kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi.”



Davet ettiğin tevhid, o müşriklere ağır geldi.



اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء “Allah, ona dilediğini seçer.” Allah ona dilediğini seçer” ifadesindeki zamir,



-Kendisine davet ettiği tevhide,



-Veya dine raci olabilir.



وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ “Ve kendine yönelenleri de ona sevk eder.”



Ona yönelene, irşat ve tevfikte bulunarak hidayet eder, yol gösterir.







14- وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ “Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki haddi aşmalar yüzünden ayrılığa düştüler.”



Bu ayrılığa düşenler, önceki milletlerdir. “Kitap ehli, ancak kendilerine beyyine geldikten sonra ayrılığa düştüler.” (Beyyine, 4) ayetinden hareketle ehl-i kitap olduğu da söylenmiştir. Bunlara, ayrılığa düşmenin yasaklanan bir durum olduğu bilgi olarak geldiği hâlde, böyle ayrılığa düşmüşlerdir.



Veya ayette nazara verilen ilim, Hz. Peygamberin geleceğinin bilgi olarak onlara verilmesidir.



Veya peygamberlerin, kitaplar ve başka ilim sebeplerine sahip olmalarıdır. Ama onlar, bu ilim sebeplerine iltifat etmemişlerdir.



Onların bu ayrılığı, düşmanlık yapmak veya dünyayı talep gibi sebeplerle meydana gelmiştir.



وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ “Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi.”



Bu belli süre (ecel-i müsemma),



-Kıyamet günü,



-Veya mukadder olan ömürlerinin sonudur.



İşte böyle bir ecel olmasaydı, batıl yolda olanların hepsi hemen helâk edilirlerdi. Çünkü bunlar çok büyük günahlar işlemişler, cezayı hak etmişlerdir.



وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ “Ve onlardan sonra Kitab’a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe içindedir.”



Bunlar,



-Hz. Peygamber devrindeki ehl-i kitaptır.



-Veya ehl-i kitaptan sonra Kur’ana varis olan müşriklerdir.



Bunlar, kitaplarından bir şüphe içindedirler, onu gerçekte olduğu gibi bilmezler veya hakkıyla ona inanmazlar,



Veya Kitaptan murat Kur’andır, bunlar Kur’andan şüphe içindedirler.







15- فَلِذَلِكَ فَادْعُ “Onun için sen durma davet et.”İşte bu ayrılıktan dolayı onları tevhid esasında ittifaka davet et.Veya “Sana verilenlere tâbi olmaya çağır.”



وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ “Ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”



وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ “Onların hevâ’larına uyma.”



Onların batıl vehimlerine uyma.



وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ “Ve de ki: Allah kitap olarak ne indirdiyse hepsine iman ettim.”



“İndirilen kitapların tamamına inandım” de. Bazısına inanan, bazısını ise inkâr eden kâfirler gibi yapma.



Allah kitap olarak ne indirdiyse hepsine iman ettim” ifadesi, nazarî (teorik) kuvvetin kemâline işaret eder.



وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ “Ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum.”



Aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum” ifadesi ise ameli (pratik) kuvvetin kemâline işaret eder.



اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ “Allah Rabbimiz ve Rabbinizdir.”



Hepimizi yaratan ve hepimizin işini üstlenendir.



لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ “Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir.”



Hepimiz, yaptığımızın karşılığını göreceğiz.



لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ “Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur.”



Aramızda tartışılacak bir durum yoktur. İnad etmek dışında tartışmayı gerektiren, muhalif kalmayı icab ettiren bir durum yoktur. Çünkü hak, gayet net bir şekilde ortaya çıkmıştır.



اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا “Allah, hepimizi bir araya toplar.”



Allah kıyamet günü bizi bir araya getirir.



وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ “Dönüş de ancak O’nadır.”



Aralarında hüküm vermesi için herkesin mercii O’dur.



Ayette kâfirlere karşı savaşı terke delâlet eden bir durum olmadığından, “savaş ayetiyle bunun hükmü kaldırılmış” denilmesi uygun değildir.[1>







16- وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ “Allah’ın çağrısına uyulduktan sonra O’nun hakkında tartışmaya girenlerin delili Rableri katında batıldır.”



-İnsanların icabet edip Allahın dinine girmelerinden,



-Veya Allahu Teâlânın, Rasûlüne icabetle Bedir günü O’na nusret vermesinden,



-Veya ehl-i kitap olanlar Hz. Peygamberin nübüvvetini ikrar ettikten sonra Allahın dini hakkında tartışmaya girenlerin, Rab’leri nezdinde hüccetleri kıymetsizdir, batıldır.



وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ “Onlara bir gadap vardır.”



İnatlarından dolayı üzerlerine bir gadap vardır.



وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Ve onlar için çetin bir azap vardır.”



Ve onlar için küfürlerine karşılık çok şiddetli bir azap vardır.







17- اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ “O Allah ki, hak olarak Kitab’ı ve mizanı indirdi.”Allah, bütün semavî kitapları batıldan uzak bir şekilde hak olarak indirdi. İndirdiği kitaplarla inanç esaslarını ve hükümleri ortaya koydu.



Mizan’dan murat, hakların kendisiyle ölçüldüğü ve insanlar arasında eşitliğin sağlandığı dindir.



Veya mizandan murat adalettir. Allah, adaletle ilgili hükümler indirdi.



Veya bundan murat, doğrudan terazi de olabilir. Allah, böyle bir aleti insanlara ilhamen bildirdi.



وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ “Nereden bileceksin, belki de o saat (kıyamet) yakındır.”



Dolayısıyla Kitaba tâbi ol, dine göre amel et, amellerinin tartılacağı ve karşılığının verileceği gün ansızın gelmeden adaletle hareket etmeye devam et!







18- يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا “Ona inanmayanlar, onun hemen gelmesini isterler.”



Kıyametin geleceğine inanmayanlar, alay ederek hemen onun gelmesini istediler.



وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ “İnananlar ise, ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler.”



أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ “İyi bilin ki, kıyamet hakkında tartışanlar çok uzak bir dalalet içindedir.”



Böyleleri, haktan çok uzak bir sapıklık içindedir.



Çünkü, öldükten sonraki hayatın gelmesi, gözle görülmeyen olaylar içinde gözle görülenlere en çok benzeyenidir.[2> Dolayısıyla, yeniden dirilişi imkansız gören biri, diğer gaybî şeyleri hayli hayli inkâr eder.







19- اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ “Allah, kullarına çok lütufkârdır.”



Onlara öyle ikramlarda bulunmuştur ki, fehimler bunları tam anlayamaz.



يَرْزُقُ مَن يَشَاء “Dilediğini rızıklandırır.”



Ona dilediği şekilde rızık verir. Kullarından her birine, hikmetinin iktizasına göre özel olarak bir çeşit ikramda bulunur.



وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ “O, Kavî’dir – Azîz’dir.”



Kavi’
dir, kudreti aşikârdır. Aziz’dir, asla mağlup olmaz, hükmüne engel olunmaz.




[1> Ayeti böyle yorumlayanlara karşı bir cevaptır.



[2> “Dünü getiren yarını da getirir. Dünyayı yaratan ahireti de yaratmaya kâdirdir. Ölümünden sonra arzı dirilten, toprağın altındaki çürümüş kemikleri de diriltir. Yoktan yaratan, yeniden yaratmakta zorlanmaz” gibi ifadeler, bu gaybî olayı bize âdeta gözle görülür hâle getirir.

20- مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ “Kim âhiret mahsulünü isterse, onun mahsulünü artırırız.”Ahiret sevabı, çalışmakla elde edildiğinden, ziraat yoluyla elde edilen mahsule benzetildi. Bundan dolayı “dünya ahiretin tarlasıdır” denilmiştir.



Ayette geçen “hars” kelimesi asıl olarak “toprağa tohumu bırakmak” anlamına gelir. Bu ekimin sonunda elde edilen mahsul için de kullanılır.



“Onun mahsulünü artırırız.”



Biz bu kimseye bire on, bire yediyüz hatta daha fazlasını veririz.



وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا “Kim de dünya mahsulünü isterse, ona da ondan veririz.”İstediğinin tamamını değil de, onun için taksim ettiğimiz kadarını veririz.



وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ “Fakat onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.”



Çünkü “ameller niyetlere göredir ve herkes için niyet ettiği vardır.’’[1>







21- أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ “Yoksa, onlar için Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine yol kılan şerikler mi var?”



Ayet, onların Allahı bırakıp da O’na şerikler edinmelerini takrir eder ve bunu başlarına vurur. Bu şerikleri, onların şeytanlarıdır.



Bu şerikler,



-Allaha şirk koşmak,



-Ahireti inkâr etmek,



-Sırf dünya için çalışmak gibi, aslında Allahın izin vermediği kötü inanç ve amelleri, kendilerine tapanlara süslü göstermişlerdir.



Denildi ki: Onların şerikleri, taptıkları putlardır. Bu şeriklerin müşriklere nisbet edilmesi, müşriklerin bunları şerikler edinmiş olmasındandır. Bu şeriklere hüküm vaz etmenin isnad edilmesi, müşriklerin yoldan çıkma sebebinin bunlar olmasından ve bu batıl din ile fitneye düşürülmelerindendir.



Onların şerikleri, bu yolu kendilerine açanların suretleri de olabilir.



وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ “Şayet konulmuş kesin hüküm olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi.”Cezanın te’hiriyle ilgili Allahın önceden belirlediği bir prensip olmasaydı, kâfirlerle mü’minler arasında veya müşriklerle şerikleri arasında iş bitirilmiş olurdu.



وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Şüphesiz zâlimler için elem dolu birazap vardır.”







22- تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا “Yaptıkları şeylerden dolayı o zalimleri korkudan titrer halde görürsün.”Sen o müşrikleri kıyamet gününde, işlemiş oldukları kötü ameller yüzünden korkar bir şekilde görürsün.



وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ “O ise başlarına gelecektir.”



Korksalar da korkmasalar da, yaptıklarının vebâli başlarına gelecektir.



وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ “İman edip Salih ameller işleyenler ise, cennet bahçelerindedir.”



Bunlar, en hoş ve en nezih yerlerdedir.



لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ عِندَ رَبِّهِمْ “Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır.”



ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ “İşte bu, büyük lütuftur.”



Mü’minlere yapılacak bu ikram, büyük lütuftur. Öyle ki, bu lütfa nisbetle dünyadakilere verilenler çok çok küçük kalır.







23- ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “İşte bu,Allah’ın, iman edip salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir.”



قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا “De ki: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum.”



Ben yaptığım tebliğe ve verdiğim müjdeye mukabil sizden bir ücret istemiyorum.



إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى “Ancak yakınlıktan gelen sevgi istiyorum.”



Ancak, size yakınlığımdan dolayı sevmenizi istiyorum.



Veya yakınlığımı sevmenizi istiyorum.



Veya “Asla bir ücret istemiyorum. Lakin sizden yakınlarıma sevgi istiyorum.”



Rivayete göre, bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygambere “Ya Rasûlallah, sevmemiz vacip olan yakınların kimlerdir?” diye soruldu. Hz. Peygamber “Ali, Fatıma ve bunların iki oğlu (Hasan ve Hüseyin)” buyurdu.



Denildi ki: Ayet şöyle de yorumlanabilir: “Tâat ve salih amelle Allaha yaklaşmanızda, Allah ve Rasûlüne sevginizi istiyorum.”



وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا “Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız.”



Özellikle de Rasûlullahın Âl-i Beytine muhabbetle kim bir iyilik yapsa, biz o iyiliğine kat kat sevap veririz. Ayetin Hz. Ebubekir hakkında nazil olduğu söylenir.



إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ “Şüphesiz Allah, Ğafur’dur – Şekûr’dur.”



Allah, günahkâr olana karşı Ğafur’dur. İtaat edene de, hem sevabını eksiksiz vererek, hem de lütfuyla artırarak Şekûr’dur.







24- أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا “Yoksa “Yalan uydurup Allah’a iftiraetti” mi diyorlar?”Yoksa “Muhammed ‘ben peygamberim’ ve ‘Kur’an da Allahın kelamıdır’ derken aslında yalan söyleyip Allaha iftira etti” mi diyorlar?!



فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ “Eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler.”



Ayet, Hz. Peygamber gibi birinden –haşa- Allaha bir iftira olamayacağını bildirir. Çünkü böyle bir şeye ancak kalbi mühürlü, Rabbini bilmeyen biri cesaret edebilir. Basiret ve marifet sahibi olan biri ise, böyle bir şeye asla cesaret edemez ve yapamaz.



Ayet sanki şöyle demektedir: “Allah eğer Seni perişan etmek isterse, O’na iftiraya cür’et edebilmen için kalbini mühürler.”



Şöyle de denildi: Eğer Allah dilerse kalbini mühürler de o kalbe Kur’an inmez, vahiy gelmez.



Şöyle de denildi: Allah dilerse kalbine sabır verir de, onların böyle ezaları Sana ağır gelmez.



وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ “Ve Allah batılı yok eder.”



وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ “Hakkı ise kelimeleriyle gerçekleştirir.”



إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Şüphesiz O, kalplerde olanları hakkıyla bilendir.”



Ayet, iftirayı nefyetmektedir. Yani, şayet Kur’an uydurma bir şey olsaydı, Allah onu ortadan kaldırırdı. Çünkü batılı ortadan kaldırmak ve vahiy ile veya hüküm ile hakkı sabit kılmak O’nun âdetindendir.



Allahın “kelimatıyla” batılı mahvetmesi ve hakkı gerçekleştirmesi, Kur’an vasıtasıyla onların batıllarını mahvetmeyi ve hakkı da sabit kılmayı vaat etmesidir.



Veya karşısında durulamaz hükmüyle bunu gerçekleştirmesidir.







25- وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ “O, kullarından tevbeyi kabul eder.”



Tevbe ettikleri şeylerde, onları cezalandırmaz.



Tevbenin hakikatını daha önce anlamıştın



Hz. Ali’den (r.a.) şöyle rivayet edilir:



Tevbe, altı şekilde görülür:



1-Geçmiş günahlar için pişmanlık duymak.



2-Yapamadığın farzları iâde etmek.



3-Kul hakkını çiğnediğinde geri vermek.



4-Masıyette nefsi büyüttüğün gibi, taat içinde onu eritmek.



5-Nefis, günahların tatlılığını tattırdığı gibi, ona itâatin acılığını tattırmak.



6-Gafletli gülmelerine bedel, ağlamak.



وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ “Ve kötülükleri bağışlar.”



Dilediği kimsenin küçük ve büyük bütün günahlarını affeder.



وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ “Ve yaptıklarınızı da bilir.”



Bilir de ona göre karşılık verir. Cezalandırır veya hikmetine muvafık bir şekilde cezalandırmaz.







26- وَيَسْتَجِيبُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “İman edip salih ameller işleyenlerin dualarına icabet eder.”



Bundan murat,



-Dualarına icabet etmek,



-Veya tâatlerinin karşılığını vermektir. Çünkü sevap vermek de, kendisine terettüp eden neticeler itibarıyla dua ve talep gibidir. Hz. Peygamberin şu hadisi buna misal olabilir: “Duanın en efdali, elhamdülillahtır.”



Veya ayete şöyle de mana verilebilir: “İman eden ve salih amel işleyenler, Allah onları tâate çağırdığında O’na icabet ederler.”



وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ “Lütfundan onlara fazlasını da verir.”



Allah onlara istediklerinden ve layık olduklarından daha fazlasını verir.



وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ “Kâfirler için ise, çetin bir azap vardır.”



Mü’minlere verilecek olan sevap ve lütfa bedel, kâfirler için çok şiddetli bir azap vardır.




[1>Bu ibare Hz. Peygamberin en meşhur hadislerinden birinin mealidir.

27- وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ “Allah, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi.”



O zaman arzda tekebbür ederler, fesat çıkarırlardı.



Veya bazısı bazısına karşı istilaya ve galip gelmeye çalışırdı.



Genelde de böyle olmuştur.[1>



Bağy” kelimesi, kemiyet veya keyfiyet yönüyle ortası aranan şeylerde haddi tecavüz etmektir.



وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء “Fakat O, dilediği ölçüde indirir.”



Lakin Allah meşietinin iktizasına göre, rızkı belli bir ölçüyle indirir.



إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, kullarına Habîr-Basîr’dir.”



Onların gizli durumlarını ve aşikar hâllerini bilir, onlara uygun olanı takdir eder.



Sebeb-i Nüzûl



Rivayete göre, Suffe ehli zengin olmayı temenni ettiklerinde bu ayet nazil oldu.



Denildi ki: Ayet Arablar hakkında indi. Bolluk olduğunda birbirleriyle savaşırlar, kıtlığa maruz kaldıklarında ise otlak ararlardı.







28- وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِن بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنشُرُ رَحْمَتَهُ “O ki, insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir, rahmetini her tarafa yayar.”



Ayet metninde geçen “ğays”, kuraklıktan kurtaran yağmurdur.



Rahmetinin tecellisi olan yağmuru ovalara, dağlara, bitkilere ve hayvanlara, kısaca her yere neşreder.



وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ “O, Velî’dir – Hamîd’dir.”



O Velî’dir, lütfuyla ve rahmetini neşretmek suretiyle kullarına yardım eder.



Hamîd’dir, bu icraâtlarına mukabil hamde layıktır.







29- وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّةٍ “Gökleri, yeri yaratması ve bu ikisi içinde canlıları yayması, O’nun ayetlerindendir.”Çünkü gökler ve yer, maddesiyle ve özellikleriyle, her şeye gücü yeten hikmetli bir sanatkârın varlığına delâlet eder.



وَهُوَ عَلَى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاء قَدِيرٌ “Ve O, dilediği zaman onları bir araya getirmeye de kadirdir.”







30- وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ “Size gelen her musibet, ellerinizin yaptıkları yüzündendir.”Başınıza gelen her musibet günahlarınız sebebiyledir.



وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ “O, yine çoğunu da affeder.”



Allah bununla beraber bütün günahlarınıza ceza vermez, bunların çoğunu affeder.



Ayet, mücrimler hakkındadır. Çünkü mücrim olmayanlara gelen musibetler, başka sebeplerdendir. Mesela, Allah musibet verir, kul da buna sabreder, bu vesile ile Allah onu büyük bir ecre nail eder.[2>







31- وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ “Yeryüzünde O’nu âciz bırakamazsınız.”



Sizler, Allahın sizin için takdir ettiği musibetlerden kaçmakla kurtulamazsınız.



وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ “Ve sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı yoktur.”Allah dışında sizi bu musibetlerden koruyabilecek ve sizden onları giderebilecek kimse yoktur.







32- وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ “Denizde yüzen dağlar gibi gemiler, O’nun ayetlerindendir.”







33- إِن يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ “O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde kalakalırlar.”



إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ “Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ayetler vardır.”Bunda, himmetini Allahın ayetlerini tefekkür etmeye sevkedip nefsini dizginleyen ve Allahın nimetlerini tefekkür eden kimseler için ibretler vardır.



Veya “bunda imanı kâmil her mü’min için ayetler vardır.”



Çünkü iman iki kısımdan ibarettir: Yarısı sabır ve yarısı da şükürdür.







34- أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا “Yahut yaptıkları yüzünden onları (gemileri)helâk eder.”



Veya Allah kuvvetli bir rüzgar göndererek gemileri gark eder.



Bundan murat, gemidekilerin helâkidir. “Yaptıkları yüzünden” denilmesi bunu gösterir.



وَيَعْفُ عَن كَثِيرٍ “Ve birçoğunu da affeder.”



Bir kısmı ise, affedilmeleri sebebiyle kurtulurlar.







35- وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ (Allah, böyle yapar ki), âyetlerimiz hakkında tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.”







36- فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ “Size verilenler, bu dünya hayatının bir metaıdır.”Hayatınız süresince bunlardan faydalanırsınız.



الدُّنْيَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ “Allah nezdindekiler ise, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”



Allah katında olan ahiret sevabı ise, daha hayırlı ve daha daimîdir.



Allah katında olan bu sevap, iman eden ve Rab’lerine tevekkül edenler içindir.



Ahiret sevabı, tamamen faydadır ve bu faydalılık gelip geçici değildir. Bundan dolayı, dünya nimetlerinden çok daha hayırlı ve devamlıdır.



Sebeb-i Nüzûl



Hz. Ali den şöyle rivayet edilir: Hz. Ebubekir malının tamamını tasadduk edince, pek çok kimse O’nu kınamıştı. Ayet bu münasebetle nazil oldu.







37- وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ “Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar.”



وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ “Öfkelendikleri zaman bağışlarlar.”







38- وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ “Onlar Rablerine icabet ettiler.”



وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ “Ve namazı dosdoğru kıldılar.”Ayet, ensar hakkında indi. Hz. Peygamber onları imana davet etmiş, onlar da kendisine icabet etmişlerdi.



وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ “İşleri, aralarında şûrâ (danışma) iledir.”Münferid bir görüşle harekete geçmezler. Aralarında meşveret edip ittifakla iş yaparlar. Bu, onların iş yaparken ziyadesiyle tedbirli olmaları ve işlerinde müteyakkız bulunmalarındandır.



وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ “Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”



Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, Allah yolunda hayır olmak üzere harcarlar.







39- وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ “Ve onlar bir haksızlığa uğra dıkları zaman, ona karşı direnirler.”Çünkü Allah, zelil halde olmalarını hoş karşılamamaktadır. Onların bu vasıfları, şecaâtlerini (cesur olmalarını) anlatır. Daha evvelinde de bir kısım büyük faziletleri nazara verilmişti. Bu vasıflar arasında affedicilik vasfının da olması, onların cesur olmalarına muhalif değildir.Çünkü bağışlamak, bağışlananın aczinden, intisar ise hasmın mukavemetinden haber verir. Aciz kimseye karşı hilim göstermek güzel bir haslettir. Galibe karşı hilim göstermek ise kötü bir özelliktir. Çünkü galibe karşı gösterilecek hilim, onu zulmetmeye karşı cesaretlendirmek ve teşvik etmek demektir.



Cenab-ı Hak, onları zulme karşı direnmekle vasfettikten sonra, haddi aşmaktan men etmek için şöyle bildirdi:







40- وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا “Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır).”Kötülüğe karşı mukabelenin kötülük (seyyie) şeklinde gelmesi, müşakele üslûbundandır.Veya karşı tarafa kötü gelmesindendir.



فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ “Ama kim affeder ve arayı düzeltirse,onun mükâfatı Allah’a aittir.”Mükâfatının ne olduğunun bildirilmemesi, vaat edilenin büyüklüğüne delâlet eder.



إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ “Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.”



Çünkü O, kötülüğü başlatan ve intikamda haddi aşan zalimleri sevmez.







41- وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيلٍ “Zulme uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye bir vebal yoktur.”Zulme maruz kalıp da hakkını alan kimselere bir vebâl yoktur, itaba ve cezaya maruz kalmazlar.







42- إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Vebal, ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir.”



Vebal ancak o kimseleredir ki,



-Başkalarına hiç yoktan zarar verirler.



-Hak etmedikleri şeyleri baskı uygulayarak onlardan almaya kalkışırlar.



أُوْلَئِكَ لَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ “İşte onlar için çok elîm bir azap vardır.”



Onlara, zulümlerine ve haksızlıklarına mukabil elem verici bir azap vardır.







43- وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ “Ve her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek güzel işlerdendir.”







44- وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن وَلِيٍّ مِّن بَعْدِهِ “Allah kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur.”Allah ona yardımını kestikten sonra, artık ona yardım edebilecek bir veli (yardımcı) yoktur.



وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَى مَرَدٍّ مِّن سَبِيلٍ “Azabı gördüklerinde zâlimlerin, “dönmeye bir yol yok mu?” dediklerini görürsün.”



Ayette zalimlerin azabı görmeleri geçmiş zaman sığasıyla anlatılması, azab görmelerinin muhakkak olduğunu göstermek içindir.O zaman “dünyaya dönüş yok mu?” diye feryad ederler.







45- وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنظُرُونَ مِن طَرْفٍ خَفِيٍّ “Onlar ateşe sunulurken, zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün.”



Onların cehennem ateşine bakmaları, kılıçla idam edilecek kimsenin kılıca bakması gibidir.



وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا “İman edenler ise şöyle derler:”



إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “İşte asıl hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ehillerini ziyana sokanlardır.”



Bunlar hem kendilerini hem de beraber oldukları kimseleri ebedi azaba maruz bırakmakla en büyük hüsranı yaşamışlardır.



Mü’minlerin bunu dünyada söylemiş olmaları muhtemel olduğu gibi, diğer âlemde onların hâlini görünce söyleyecek de olabilirler.



أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُّقِيمٍ “İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.”



Bu, onların sözünün davamı olabileceği gibi, Allahtan onları bir tasdik de olabilir.







46- وَمَا كَانَ لَهُم مِّنْ أَوْلِيَاء يَنصُرُونَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ “Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur.”



وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن سَبِيلٍ “Ve Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.”



Allahın yoldan çıkardığı kimse için hidayete veya kurtuluşa bir yol yoktur.




[1> Yani, genelde bol rızık verilenler, buna şükretmek yerine azgınlık yapmışlar, verilen nimetleri günahta kullanmışlardır.



[2>Beydavi’nin bu açıklaması, ayetinin hükmünün genel anlaşılmaya müsait olmasındandır. Bu açıklama, peygamber gibi masum insanlara ve çocuklar gibi günahsızlara gelen musibetlere güzel bir bakış getirmektedir.

47- اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ “Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce, Rabbinize icabet edin.”

مَا لَكُم مِّن مَّلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍ “O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâra bir mecal!”

Ve o gün yapmış olduklarınızı inkâra da bir mecâl yoktur. Çünkü bütün yaptıklarınız amel defterlerinizde toplanmıştır. Ayrıca, dilleriniz ve azalarınız da yaptıklarınıza şehâdet eder.



48- فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا “Eğer yüz çevirirlerse (bilesinki), biz seni onlara bir muhafız olarak göndermedik.”

Biz Seni onlara bir gözetleyici ve hesaba çekici olarak göndermedik.

إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ “Sana düşen, sadece tebliğdir.”Zaten onu da yaptın.

وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا “Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir.”

وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ “Ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan pek nankördür.”

Nimeti bütün bütün unutur, belayı ise durmadan hatırlar ve gözünde büyütür, sebebinin ne olduğunu düşünmez.

Ayette anlatılan durum her ne kadar mücrimlere has ise de, insan türünde böylelerinin çok olması ve mücrimlerin de insan sınıfına dâhil olması yüzünden, bu özelliğin insana isnadı caizdir.

Ayette insana rahmetin tattırılmasının katiyet ifade eden إِذَا “iza” ile, belanın gelmesinin ise ihtimal ifade eden إِنْ “in” ile gelmesi, rahmetinin tattırılmasının, bizzât gerekli bir âdet olması cihetiyle muhakkak olmasından, belanın isabetinin ise muhtemel bulunmasındandır.



49-
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır.”

Böyle olunca, nimeti ve belayı dilediği şekilde taksim etmek O’na aittir.

يَخْلُقُ مَا يَشَاء “Ne dilerse yaratır.”

Yaratması, bir ihtiyaçtan değildir. Ayrıca yarattığı bir şeye de itiraz söz konusu olamaz.

يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ “Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.”



50- أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا “Yahut o çocukları erkekler ve dişiler olmak üzere çift olarak verir.”

وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا “Dilediği kimseyi de kısır yapar.”

Allah insanlara meşietinin muktezasına göre evlat verir. Bir kısmına sadece erkek veya sadece kız verir. Bir kısmına hem erkek hem kız verir. Bir kısmına da hiç vermez.

Önce kız çocuğunun nazara verilmesi, muhtemelen neslin çoğalması için onların daha ziyade olması sebebiyledir.

-Veya ayetin sevk edildiği mana, insanın değil, Allahın meşietinin taalluk ettiğinin gerçekleştiğine delâlet içindir. Kız vermesi de böyledir.[1>

-Veya kelâm belâ hakkında idi. Arablar ise kız çocuğunu böyle telakki ediyorlardı.

-Veya kız babalarının kalplerini hoş etmek için önce onlardan başlanmıştır.

-Veya ayet sonlarındaki fasılaları muhafaza için böyle gelmiştir. “Zükûr” kelimesinin “ez-zükûr” şeklinde gelmesi de bundandır.

إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ “Şüphesiz O, Alîm’dir – Kadîr’dir (her şeyi hakkıyla bilendir, her şeye gücü yetendir).”

Böyle olanca yaptığını bir hikmet ve irade ile yapar.



51- وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur.”

“Vahiy yoluyla”


Bundan murat, idrak edilen gizli kelâmdır. Böyle bir kelâm, hadd-i zâtında harflerden mürekkep, peş peşe sıralanmaya dayalı değildir.

-Mi’rac hadisinde anlatıldığı tarzda ve rüyet hadisinde vaat edildiği şekliyle şifahî kelâmı [2>

-Ve Tuva ve Tur’da Hz. Musaya gelen vahiy gibi gaybtan bir sesle konuşmayı da içine alır. Ancak, “Yahut perde arkasından konuşur” ifadesinin üsttekine atfedilmesi, onu birinciye (yani şifahî kelama) has kılar.

Ayet, rü’yetin imkânsızlığına değil, caiz olmasına bir delildir.

Denildi ki: Bundan murat ilham ve mananın kalbe bırakılmasıdır.

Veya bundan murat, meleğin peygamberlere getirdiği vahiydir. Bu durumda, bunun devamında gelen mana söz konusudur.

أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء “Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder.”Allah, beşere bir nebi gönderir, o da Allahın vahyini O’nun emrettiği şekilde tebliğ eder.

Ancak birinciye göre “rasûl” kelimesi, peygamberlere vahiy getiren meleği ifade eder.

إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ “Şüphesiz O, Aliyy’dir - Hakîmdir.”

Allah, mahlûkatın sıfatlarından yücedir, hikmetinin muktezası ne ise onu yapar.

Böylece bazan vasıtayla, bazan da vasıtasız konuşur. Vasıtasız konuşması da,

-Ya doğrudan olur,

-Veya perde arkasından gerçekleşir.



52- وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا “İşte sana da, emrimizden bir ruh vahyettik.”

Hz. Peygambere gelen vahyin “ruh” olarak isimlendirilmesi, kalplerin onunla hayat bulmasındandır.

Veya bundan murat Cebraildir. Yani “Onu Sana vahiy meleği olarak gönderdik.”

مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.”

Sen, vahiyden önce kitap nedir, iman nedir bilmiyordun.

Ayet, Hz. Peygamberin nübüvvet öncesi bir din ile ibadet etmediğine bir delildir.

Denildi ki: Ayetteki imandan murat, ancak nakil yoluyla ulaşılabilecek bir imandır.

وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا “Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık.”

Onu” ifadesinden murat,

-Ruh,

-Kitap,

-Veya iman olabilir.

Biz, kullarımızdan dilediğimizi ona kabule ve kendinde tefekküre muvaffak kılarız.

وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun.”

Bundan murat, İslâmdır.



53- صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna.”

Semavat ve arzın hem yaratılması, hem de idaresi O’nundur.

أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ “İyi bilin ki, bütün işler Allah’a döner.”

Vasıtaların ve taallukatın kaldırılmasıyla bütün işler Allaha döner.

Ayette muti, olanlara vaat ve mücrim olanlara da vaîd vardır.

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Şûrâ sûresini okuyan kimse Meleklerin hakkında dua ettikleri, istiğfarda bulundukları ve kendisi için rahmet talebinde bulundukları kimselerden olur.”


[1> Genelde anne-babalar kızdan ziyade erkek çocuk isterler. Ama bu, kimsenin keyfine bırakılmamıştır. Allah, dünyanın her tarafında dengeli bir şekilde nüfusun yarısını kız olarak yaratır.

[2>Hz. Peygamber şöyle bildirir: Miraçta bir merhalede Cebrail benden ayrıldı, sesler benden kesildi. Derken Rabbimin kelâmını işittim: “Gönlün rahat olsun Ya Muhammed! Yaklaş, yaklaş” diyordu.


Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
 
Üst Alt