Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- حم “Hâ- mîm.”
2- وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ “Kitab-ı mübine andolsun.”
3- إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ “İyice anlayasınız diye, biz onu Arabça bir Kur’an kıldık.”Allahu Teâlânın yemin ettiği şeylerde, yemin edilen meseleye şahit getirmek söz konusudur. Apaçık mu’cize olduğunu nazara vererek Kur’an ile yemin etmesinde ise, onun hidayet yollarına ve beşerin din hususunda muhtaç olduğu şeylere rehberlik yapmasına dikkat çekilmiştir.
4- وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا “Şüphesiz o, nezdimizdeki ümmü’l- kitaptadır.”
Ümmü’l-kitaptan murat levh-i mahfuzdur. Çünkü o, semavî kitapların aslıdır.
“Nezdimizde” denilmesi, onun değişmeden mahfuz olduğunu bildirir.
لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ “Çok yücedir, hikmetlerle doludur.”
Diğer semavî kitaplar içinde mu’cize olmasıyla, O Kur’anın şanı yücedir, tümüyle hikmetle doludur. Muhkem olup, bir başkasıyla neshedilmesi söz konusu değildir.
5- أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ “Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye Zikir’le (Kur’an’la) sizi uyarmaktan vaz mı geçelim?”
6- وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِن نَّبِيٍّ فِي الْأَوَّلِينَ “Öncekilerde de nice peygamberler gönderdik.”
7- وَمَا يَأْتِيهِم مِّن نَّبِيٍّ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Onlar da kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.”
Ayet, kavminin yalanlamasına mukabil Hz. Peygamberi teselli etmektedir.
8- فَأَهْلَكْنَا أَشَدَّ مِنْهُم بَطْشًا “Biz onlardan daha kuvvetli olanları helâk ettik.”
Biz, Kur’anı inkâr eden Senin kavminden daha kuvvetlilerini helâk ettik.
وَمَضَى مَثَلُ الْأَوَّلِينَ “Ve öncekilerin örneği geçti!”
Kur’anda onların hayret verici kıssaları yer aldı.
Ayette Hz. Peygambere vaad ve muarızlarına da önceki milletlerin başına gelenlerin benzerinin onların da başına geleceğini haber vermek vardır.
9- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ “Andolsun, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları Azîz – Alîm olan yarattı” diyeceklerdir.”
Kur’anın pek çok yerinde benzeri ayetlerde onların “Allah” dedikleri nazara verilir. Burada Allahın iki ismiyle “Azîz – Alîm olan yarattı” demeleri, onların “Allah” demelerinin bir lazımı olarak getirilmiş olabilir.[1>
10- جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا “O ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı.”
وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ “Ve doğru gidesiniz diye orada sizin için yollar meydana getirdi.”Bu yollar vasıtasıyla maksatlarınıza ulaşırsınız.
Veya bunları düşünmek suretiyle Sâni’in hikmetine hidayet bulursunuz.
11- وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ “O ki, gökten bir ölçüyle su indirdi.”
O, fayda verir, zarar vermez bir şekilde gökten belli bir miktarla su indirdi.
فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا “Ardından onunla ölü beldeyi canlandırdık.”
“Meyten” kelimesinin “beldeten” kelimesine sıfat olduğu hâlde müzekker gelmesi, “beled ve mekân” manasında olmasındandır.
كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ “İşte siz de, böyle çıkarılacaksınız.”
Ölü beldenin bu su ile diriltilmesi gibi, siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.
12- وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا “O ki, her şeyi çift yarattı.”
وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ “Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar kıldı.”
13- لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا “Ta ki onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz:”
سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا “Bunları hizmetimize veren Allah’ı tesbih ederiz.”
وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ “Bunlara bizim gücümüz yetmezdi.”
Hz. Peygamber (asm) ayağını bineğe binmek için uzattığında “Bismillah” der, üzerine oturunca da “Elhamdülillah alâ külli hâl” deyip ardından bu ayeti ve devamını okurdu.
14- وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ “Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.”
“Rabbimize döneceğiz” denilmesi, Allaha dönmenin en büyük yolculuk olmasındandır.
Veya şu cihetten de olabilir. Yolculuğun bir kısım tehlikeleri de vardır. Yolcunun Allahtan gafil olmaması ve Allaha kavuşmaya hazır bulunması uygun düşer.
15- وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا “Böyle iken kullarından bir kısmını O’nun parçası saydılar.”Ayet, dokuzuncu ayetle bağlantılıdır. Yani, gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu itiraftan sonra, O’nun kullarından bir kısmını O’na evlat olarak nisbet edip –haşa- “melekler Allahın kızları” dediler.
Zâtında gerçek bir olan Allah hakkında böyle bir isnad, bunun imkânsızlığına delâlet eder.
إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ “Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.”
Allaha veled nisbet etmek, O’nu hiç tanımamaktır ve şanını tahkirdir.
16- أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُم بِالْبَنِينَ “Yoksa Allah, yarattıkların dan kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı?”
Ayetin üslûbunda onların bu iddialarını reddetmek ve hâllerine taaccüp vardır. Çünkü, Allaha bir cüz nisbet etmekle yetinmemişler, kendilerine nisbet edilmesinden hoşlanmadıkları kızları –haşa- Allaha nisbet etmişlerdir. Öyle ki, onlardan birine “kızın oldu” denildiğinde gam ve kederle dolardı. Ayetin devamı bunu nazara vermektedir:
17- وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ “Onlardan biri Rahmân’a isnad ettiği (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir, öfkesinden yutkunur durur.”
Ayetin bu anlatımında, onların iddialarının fasid olduğuna çok cihetle delâletler vardır.
18- أَوَمَن يُنَشَّأُ فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ “Süs içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve tartışmada (delilini erkekler gibi) açıklayamayanı mı Allah’a isnad ediyorlar?”
Kadının tartışmada meramını çok iyi anlatamaması,
-Kendisinde his yönünün daha kuvvetli olmasından,
-Ve görüş beyan etme yönünün zayıflığındandır.[2>
19- وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا “Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.”Bu, onların bir başka küfrüdür. Melekler Allahın kulları içinde en ekmel ve en eşref varlıklar iken, bunları dişi varlıklar olarak telakki etmişlerdir.
أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ “Onların yaratılışına şahit mi oldular?”
Allahın onları yaratmasında hazır bulunup da onları dişi varlıklar olarak mı gördüler?! Çünkü “melekler Allahın kızlarıdır” demeleri, onları görmelerini gerektirir.
Ayette soru yoluyla onların davasının ibtal edilmesi, onların cehâletini ortaya koymak içindir ve kendileriyle inceden inceye bir istihzadır.
سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ “Onların şehadeti yazılacak ve sorulacaklardır.”
Melekler hakkında böyle demeleri yazılacak ve kıyamet günü kendilerine bu sorulacaktır.
Bu, onlara çok şiddetli bir vaîddir.
20- وَقَالُوا لَوْ شَاء الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُم “Dediler: Eğer Rahmân dilesey di, biz onlara kulluk etmezdik.’’[3>
Allahın meleklere ibadeti engellemeyişini, onlara ibadeti yasaklamadığı veya onlara ibadetin güzel olduğu şeklinde değerlendirdiler. Bu ise batıldır. Bundan dolayı Allah onların cehaletini nazara verip şöyle buyurdu:
مَّا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ “Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur.”
إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ “Onlar sadece yalan söylüyorlar.”
Onlar, böyle demek suretiyle ancak batıl bir şekilde söz oyunları yapmaktadırlar.
Ayette işaret edilen durum, onlarla ilgili davanın aslına da bakabilir. Yani, onların bütün bu batıl iddialarının akıl yoluyla bir delili bulunmamaktadır.
Cenab-ı Hak ardından nakil yoluyla da bir delilleri olmamasına dikkat çekip şöyle buyurdu:
21- أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ “Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?”
Yoksa biz kendilerine Kur’andan önce bir kitap verdik de bu dediklerinin doğru olduğunu mu söylüyor? Onlar da buna yapışıp böyle konuşuyorlar!?
22- بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ “Hayır! Onlar şöyle dediler: “Şüphesiz biz atalarımızı bir din üzere bulduk.”
وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ “Ve biz onların izlerinden gitmekteyiz”
Yani, onların bu konuda aklî ve naklî hiç bir delili yoktur. Sırf cahil atalarını taklîd ile böyle şeylere meyletmişlerdir.
23- وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إ “İşte bunun gibi, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri şöyle demiş olmasınlar:”
إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ “Şüphesiz biz atalarımızı bir din üzerine bulduk.”
وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ “Ve biz onların izlerine uymaktayız.”
Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir ve taklidin böyle meselelerde kadîm (eskiden beri süregelen) bir dalâlet olduğuna bir delildir.
Ayet aynı zamanda bunlardan önce gelenlerin de kayda değer bir delili olmadığını nazara vermektedir.
Ayette varlıklı kişilerin böyle dediğinin söylenmesi, bolluk içinde olmanın ve meylür – rahatın bunları tefekkürden çevirip taklide sevkettiğini göstermektedir.
24- قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ “(Gönderilen uyarıcı)dedi: Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?”
Şayet ben atalarınızın dininden daha doğru bir dinle gelmişsem, yine de onlara mı uyacaksınız?
قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ “Dediler: Biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz”
Böyle demeleri, kendilerine gelen uyarıcı zâtın kendilerinden ümidini kesmesi içindir. Yani, “Senin getirdiğin din daha doğru da olsa, biz ona bakmayacağız, onunla ilgili düşünmeyeceğiz” demektedirler.
25- فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ “Biz de onlardan intikam aldık.” Biz de onların hepsini helâk ederek kendilerinden intikam aldık.
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “Şimdi bak, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu!”
Onların akıbetine bak da, kavminin yalanlamalarına aldırma.
[1> Onların âlemi yaratan Zât için “Allah” demeleri bir derece kolay iken, O’nu Azîz – Alîm olarak bilmeleri ileri bir marifeti ifade eder. Beydâvî bu noktadan hareketle, ayetteki bu iki ilâhî ismi doğrudan onların söylemeleri yerine, “Allah” demelerinin bir lazımı olarak değerlendirmektedir.
[2>Kadın, erkeğe nisbetle daha içe dönüktür. Tartışma gibi durumlarda akıldan ziyade hisleriyle meseleleri değerlendirir. Kur’anın buna dikkat çekmesi –haşa- kadını tahkir için olmayıp, müşriklerin mesleğinde görülen çelişkileri anlatmak içindir.
[3> Aslında bu cümleleri doğrudur. Allahın dilemediği bir şey meydana gelmez. Ama Allahın küfrü yaratması, ona razı olması demek değildir. Allahın domuzu yaratmasından hareketle “madem yaratmış, yiyelim” sonucuna varılmayacağı gibi, insanları böyle küfür yollarına düşebilecek mahiyette yaratması, insanların küfre düşmelerinde mazeretleri olması için değildir. Allah insanın önüne hak ve batılı koymak suretiyle onu imtihan etmekte, yanlışlar içinde doğruları bulmasını istemektedir.
26- وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ “Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti:”
Onlara İbrahimin şu kıssasını yâdet ki, nasıl taklidden teberri edip delile yapıştı, onlar da görsünler.
Veya onlara İbrahimin kıssasını anlat ki, mutlaka taklid edeceklerse O’nu taklîd etsinler. Çünkü O, kendilerinin en şerefli atasıdır.[1>
إِنَّنِي بَرَاء مِّمَّا تَعْبُدُونَ “Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.”
27- إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي “Ancak beni yaratan hariç.”
Burada istisna munkatı veya muttasıl olabilir.
Birinciye göre mana: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben ancak beni yaratana ibadet ederim.” İkinciye göre mana şöyledir: “Ben, beni yaratan Allah dışında sizin taptıklarınızdan uzağım.”
Çünkü hem Allaha hem de putlara tapıyorlardı.
فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ “Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir.”
Beni hidayet üzere sabit kılacak.[2>
Veya mana şöyle de olabilir. Beni şu anda ulaştırdığı hidayetten daha ötesine sevk edecek.
28- وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ “Ve bunu, ardından gelecek olanlara daimî bir miras kıldı.”Ve tevhid kelimesini zürriyetinde daimî bir miras bıraktı. Onun neslinde tek Allaha inanan ve tevhide davet eden kimseler daima bulundu.
“Miras kıldı” fiilinin faili Hz. İbrahimdir veya Allahu Teâlâdır.
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler.”Ta ki Allaha şirk koşanlar, tek Allaha inananların davetiyle tevhide dönsünler.
29- بَلْ مَتَّعْتُ هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ “Doğrusu şunları ve atalarını yararlandırdım.”
Bundan murat, hem Hz. Peygamber dönemindeki Kureyş kavmi, hem de bunların ecdadıdır. Allahu Teâlâ bunlara uzun ömür ve bol nimet vermiş, onlar da bununla şımarmış ve nefislerinin isteklerine kendilerini kaptırmışlardır.
حَتَّى جَاءهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ “Ta ki kendilerine hak ve mübin bir peygamber geldi.”
“Hak”tan murat, tevhide davet veya Kur’andır.
“Mübîn” ise, kendisine verilen mu’cizelerle Hz. Peygamberin risaletinin gayet açık olmasıdır.
“Mübîn” ifadesi Hz. Peygamberin delillerle ve ayetlerle tevhidi onlara beyan etmesini anlatıyor da olabilir.
30- وَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ “Hak kendilerine gelince, dediler: Bu bir sihirdir.”
وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ “Biz onu inkâr ediyoruz.”
Gafletlerinden uyandırmak üzere hak onlara geldiğinde “bu bir sihirdir. Biz onu inkâr ediyoruz” dediler. Böyle diyerek şerlerini ziyadeleştirdiler. Şirklerine
-Hakkı kabul etmemeyi,
-Ve onu hafife almayı ilâve ettiler. Kur’ana “sihir” dediler ve onu inkâr ettiler.
وَقَالُوا “Ve dediler:”
Hz. Peygamberi de hakîr görüp şöyle dediler:
31- لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْآنُ عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!”
“Bu Kur’an Mekke veya Taif’ten makam ve mal sahibi Velid Bin Muğîre veya Urve Bin Mes’ud gibi birine indirilse olmaz mıydı? Risalet büyük bir mansıptır, ancak büyük birine yaraşır.”
Bunlar bilmediler ki, risalet ruhanî bir rütbedir, ruhen büyük olmayı gerektirir. Bu ise faziletler ve kudsî kemâlât ile süslenmekle gerçekleşir, yoksa dünyevî yaldızlı şeylere sahip olmak bu vâdide bir işe yaramaz.
32- أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?”
Rahmetten murat, nübüvvettir. Buradaki sual, durumun böyle olmadığını bildirmek içindir. Bunda, onların cehâletini ortaya koymak ve tahakkümlerine hayret ettirmek vardır.
نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Dünya hayatında onların maişetini aralarında biz taksim ettik.”Onların dünyasında maişetleri en temel mesele iken bunun tedbirinden de aciz kimselerdir. Böyle olunca, insan mertebelerin en üstünü olan nübüvvet meselesinin tedbirini görebilmeleri elbette mümkün değildir.
Ayette “maişet” kelimesinin mutlak bırakılması, helalinin de haramının da Allah’tan olmasını iktiza eder.
وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا “Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık.”
Biz rızık hususunda ve başka hususlarda aralarında farklılık meydana getirdik.
Böyle olması, ihtiyaçları için bazısının bazısını kullanması ve böylece aralarında ülfet ve dayanışma meydana gelmesi içindir. Böylece, nizam-ı âlem tahakkuk eder.[3>
Yoksa bu zengin olanın kemâli ve dar imkâna sahip olanın da noksan olmasından değildir. Onların bu meselede bize bir itirazları ve tasarrufları olmazken, bundan daha yüce mesele olan peygamberlik tercihinde nasıl böyle düşünürler?
وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ “Rabbinin rahmeti, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.”Rabbinin bu nübüvvet ve buna tâbi meselelerde tecelli eden rahmeti, dünyanın bütün gelip geçici zînetlerinden daha hayırlıdır. Büyük insan, nübüvvet ve ona tâbi hususlarda özel rızka nail olandır, yoksa dünyanın fâni zînetlerine sahip olan değil.
33- وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ “Şayet bütün insanlar bir tek ümmet haline gelecek olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını gümüşten yapardık ve üzerine çıkacakları merdivenleri de öyle yapardık.”
34- وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ “Onların evleri için (gümüşten)kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.”
35- وَزُخْرُفًا “Daha nice altın ziynetler (verirdik).”
وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ا “Bütün bunlar dünya hayatının geçici metaından ibarettir.”
Şayet insanlar kâfirleri bolluk ve refah içinde görüp, kendilerindeki dünya sevgisi yüzünden küfre rağbet edecek ve küfür üzere tek ümmet hâline gelecek olmasalardı, onlara bütün bu imkânları verirdik.
وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ “Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.”
Ahiret ise, Rabbinin nezdinde küfür ve günahlardan korunanlar içindir.
Ayette “büyük insanın” ahiret açısından büyük olduğuna, dünyadaki büyüklüğe itibar edilmediğine bir delâlet vardır.
Ayrıca, aynı gerekçe ile insanların iman üzere tek ümmet olmaması için sayılan imkanların sadece mü’minlerin elinde kılınmadığını da hissettirmek söz konusudur.
Bütün bu imkânlar, aslında ahirette verilecek imkânlar yanında azıcık bir nimetlenmektir. Ayrıca çoğu kere de bu imkânların verildiği kimseler, başka açıdan ızdırap içinde olurlar. Tamamen geniş imkânlar içinde kedersiz yaşayan çok az kişi vardır. Ayetin devamı meselenin bu yönüne işaret eder:
36- وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا “Kim, Rahmân’ın zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız.”
Her kim duyulara hitap eden şeylerle aşırı meşguliyeti ve şehevî şeylere kendini kaptırması sonucu Rahmânın zikrini görmezden gelir ve ondan yüz çevirirse, ona bir şeytanı arkadaş veririz.
فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ “Artık o, onun ayrılmaz dostudur.”
Artık o, vesvese ve iğvası ile daima onunla beraber olur.
37- وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ “Şüphesiz bunlar onları doğru yoldan saptırırlar.”
Ve o şeytanlar, beraber oldukları kimseleri gidilmesi gereken hak yoldan alıkoyarlar.
Zamirler, bir önceki ayette tekil iken burada çoğul gelmesi, mana itibarıyladır. Çünkü murat, bir ferdi anlatmak değil, insan nevinin durumunu nazara vermektir.
وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ “Onlar ise onların doğru yolda olduklarını sanırlar.”
Rahmânı anmaktan yüz çeviren bu kimseler, beraber oldukları şeytanları hidayet üzere zannederler.
3ّ8- حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ “Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına şöyle der: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı!”
فَبِئْسَ الْقَرِينُ “Ne kötü arkadaşmışsın!”Bize geldiklerinde, zikrimizden yüz çeviren kimse şeytana şöyle diyecek: “Sen ne kötü bir arkadaşmışsın”
39- وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ “Ama bu (temenni) bugün size asla fayda vermeyecek.”
İçinde bulunduğunuz bu beklentiler bugün asla size bir fayda vermeyecek.
إِذ ظَّلَمْتُمْ “Çünkü zulmettiniz.”
Çünkü dünyada iken kendinize zulmetmiştiniz.
أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ “Sizler de azapta ortaksınız.”
Azaba sebep olan durumda müşterek olduğunuz gibi, sizin ve şeytanlarınızın hakkı, azapta da beraber olmaktır.
Şöyle de mana verilebilir: Çaresiz bir duruma düşen kimselerin, onu yüklenmek ve karşı koymakta birbirlerine yardım etmeleri fayda vermediği gibi, azapta beraber olmanız de size bir fayda vermeyecek. Çünkü her biriniz için tâkatinin yetmeyeceği bir azap vardır.
40- أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ “O halde sağırlara sen mi işittireceksin?”
أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “Yahut körlere ve apaçık bir dalalet içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?”
Ayetteki soru, hâli böyle olan kimselere gerçeği göstermenin mümkün olmadığını ifade etmek içindir. Küfürde bu kadar maharet kesbetmiş ve haktan yüz çevirmeleri körlük derecesine varacak kadar dalalete saplanmış kimselere yol gösterilemez.
Sebeb-i Nüzûl
Hz. Peygamber kavmini hakka davet hususunda gece gündüz kendini yorarken, onların gittikçe azgınlıkları artıyordu. Ayet, bu münasebetle nazil oldu.
Ayette, onların apaçık bir şekilde dalâlette olmalarının bu neticeyi verdiğini hissettirmek vardır.
41- فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ “Eğer seni alıp götürsek bile, biz onlardan intikam alırız.”Eğer onların azabını Sana göstermeden ruhunu kabzedersek, biz elbette ve elbette dünya ve ahirette azap vererek onlardan intikam alacağız.
42- أَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِي وَعَدْنَاهُمْ “Veya onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz.”
فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ “Çünkü biz onlar üzerinde muktediriz.”
Onlar bizden kaçamazlar.
43- فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ “Öyleyse sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl.”
Öyleyse Sen, Sana vahyedilen ayetlere ve hükümlere sımsıkı sarıl!
إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.”
44- وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ “Şüphesiz o, sana ve kavmine bir zikirdir.”
Şüphesiz o Kur’an Sana ve kavmine bir şereftir.
وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ “Sonra sorulacaksınız.”
Kıyamet günü ondan ve onun hakkını verip veremediğinizden sorulacaksınız.
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا 45 “Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor:”
O Peygamberlerin ümmetlerine ve din âlimlerine sor.
أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ “Rahmân’dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?”Biz, hiç putlara ibadet edilmesine hükmetmiş miyiz? Hiç böyle bir şey onların dininde gelmiş mi?
Bundan murat peygamberlerin tevhid üzere ittifaklarını şahit tutmak ve Hz. Peygamberin getirdiği dinin yalanlanacak ve kendisine muhalefet edilecek yeni bir şey olmadığını göstermektir. Çünkü tevhid meselesi, onları yalanlamaya ve muhalefete sevkeden hususların en kuvvetlisi idi.[4>
[1> Hz. Peygamberin kavmi, nesil itibarıyla Hz. İbrahime dayanıyordu. Batıl yolda giden bu kimseler “atalarımızı böyle bulduk” demekteydiler. Kur’an buna mukabil, en şerefli olan ataları İbrahimin durumunu kendilerine hüsn-ü misal olarak gösterdi.
[2>Çünkü Hz. İbrahim zâten hidayet üzere idi.
[3>Şöyle bir söz vardır: “Sen ağa ben ağa, inekleri kim sağa” İnsanlar şayet farklı geçim seviyelerinde olmasa, insanlık aleminde şimdi gördüğümüz renklilik ve hareketlilik olmazdı.
[4> Yani, Hz. Peygamberin getirdiği dinde hoşlarına gitmeyen çok şeyler olmakla beraber, bunlar içinde özellikle Allahın birliği ve ibadetin sadece O’na yapılması müşrikleri yalanlamaya ve şiddetli bir muhalefete sevkediyordu
46- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ “Andolsun, biz Mûsâ’yı ayetlerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik.”
فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “O şöyle dedi: Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.”
Cenab-ı Hak Hz. Musanın kıssasını anlatmakla hem Hz. Peygamberi teselli etmekte, hem de onların “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” (Zuhruf, 31) demelerine bir cevap vermektedir.[1>
Ayette, muhatapların dikkatle düşünmeleri için Hz. Musa’nın tevhide davetiyle şahit getirilmektedir.
47- فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ “Musa onlara ayetlerimizi getirince, onlar bu mu’cizelere güldüler.”Bu mu’cizeleri ilk gördüklerinde gülüyorlardı. Bunlarla istihza ettiler ve üzerinde düşünmediler.
48- وَمَا نُرِيهِم مِّنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا “Onlara gösterdiğimiz her bir ayet, önceki benzerinden daha büyüktü.”
Bunların her biri, en ileri seviyede birer mu’cize idi. Öyle ki bunları gören, daha ilerisi olmaz zannediyordu. Ayetten murat, mu’cizelerin hepsinin büyük olduğunu nazara vermektir.
Veya murat şu da olabilir: Bu mu’cizelerin her biri bir cihetle diğerlerinden daha büyük idi.
وَأَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler diye onları azaba uğrattık.”
Kıtlık, tufan ve çekirge istilası gibi azaplarla onları cezalandırdık.
49- وَقَالُوا يَا أَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ “Dediler: Ey sihirbaz! Sana verdiği ahid hürmetine, bizim için Rabbine dua et.”
Ta ki azabı bizden kaldırsın.
Hz. Musa’ya bu mu’cizeler karşısında “ey sihirbaz!” demeleri,
-Tabiatlarının sertliğinden
-Ve kıt akıllı olmalarındandır.
-Veya mahir âlime “sihirbaz” demelerindendir.
“Sana verdiği ahid hürmetine” demeleri,
-“Sende olan nübüvvet hakkı için,
-Veya Senin duana icabet edeceğini bildirmesi hakkı için,
-Veya yola gelenlerden azabı kaldıracağı vaadi hakkı için,
-Veya Senden söz aldığı ve Senin de ifa ettiğin iman ve tâat hakkı için” manalarına işaret edebilir.
إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ “Çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.”
50- فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ “Fakat biz onlardan azabı kaldırınca, bir de bakmışsın sözlerinden dönüyorlar.”
51- وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ “Firavun, kavmine seslenerek dedi ki:
Firavun, kendilerinden azap kaldırılınca, kavminin imana gelmesi korkusuyla, onlar içinde ya bizzat kendisi veya münadî vasıtasıyla şöyle dedi:
يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi?”
وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي “Şu nehirler de altımdan akıyor (değilmi?).”
“Bu nehirler sarayımın altından akıyor.
-Benim emrimle akıyor.
-Veya bahçelerimin arasından akıyor” manaları düşünülebilir.
أَفَلَا تُبْصِرُونَ “Hâlâ görmüyor musunuz?”
52- أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ “Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?”
Bu kadar mülk ve imkan içinde ben mi daha hayırlıyım yoksa bu zayıf, hakîr, riyasete istidadı olmayan, dilindeki tutukluktan dolayı neredeyse doğru dürüst konuşamayan Musa mı?
Firavunun böyle demesi, kendini üstün görmesindendir.
53- فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ “(Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler bırakılsın.”
“Altın bilezikler”den murat, saltanatın anahtarlarıdır. Çünkü Mısırlılar birisini reis yaptıklarında ona altından bilezikler takıyor, başına altın taç giydiriyorlardı.
أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ “Yahut beraberinde melekler bulunsun?”
Veya, yanında melekler olsun, Ona yardım etsinler ve kendisini tasdik etsinler.
54- فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ “Böylece Firavun, kavmini istihfaf etti, onlar da kendisine itaat ettiler.”
Firavunun kavmini istihfaf etmesi,
-“Kendisine tam itaat etmelerini istedi.
-Veya onları hafif akıllı kimseler olarak buldu” manasında olabilir.[2>
إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ “Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu.”
Kendileri fasık olduklarından dolayı, bu fasıka itaat ettiler.
55- فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ “Onlar bizi öfkelendirince biz de onlardan intikam aldık.”
فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ “Hepsini suda gark ettik.”
Şiddetli inad ve isyanla bizi gadaplandırdıklarında onlardan intikam aldık ve hepsini denizde boğduk.
56- فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْآخِرِينَ “Onları sonradan gelenler için bir selef ve örnek kıldık.”
Onları, peşlerinden giden sonraki kâfirlere böyle bir cezaya layık olma hususunda önderler yaptık. Ve onları sonrakilere bir öğüt veya dillerde dolaşan bir destan yaptık. Öyle ki “sizin hâliniz Firavunun kavminin hâli gibi” denilir oldu.
[1>Yani, şayet servet ve makam sahibi kimseler peygamber olacaksa, Hz. Musa zamanında Firavunun peygamber olması gerekirdi.
[2>Yani, onları kıt akıllı kimseler olarak buldu, kolayca onları peşinden sürükledi. Çobanın peşinden giden sürü misali, onları kendi
57- وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ “Meryem oğlu İsa bir mesel olarak anlatılınca, bakarsın ki kavmin onunla ilgili bağrışmaya başlarlar.”
“Gerçekten siz ve Allah’dan başka ibadet ettikleriniz cehennem yakıtısınız!” (Enbiya, 98) ayeti hakkında İbnu Zebari Hz. Peygambere şöyle demişti: “Hristiyanlar ehl-i kitap olup Hz. İsaya tapıyorlar, Onun Allahın oğlu olduğunu iddia ediyorlar. Eğer böyleyse, melekler Allaha evlat olmaya daha layıktırlar.”
Veya “Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor, Rahmân’dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?” (Zuhruf, 45) ayeti hakkında mücadeleye girmişti.
Veya “Mesih’e ibadet edildiği gibi, Muhammed kendisine ibadet etmemizi istiyor” demişti. Müşrikler bunu duyunca “Peygamberi ilzam ettik” zannıyla sevinçlerinden bağrışmaya başladılar.
58- وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ “Ve dediler: Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa O mu?”“Sana göre bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa İsa mı daha hayırlı? Şayet o cehennemde ise, varsın bizim ilahlarımız da orada olsunlar!”
Veya “İlahlarımız olan melekler mi daha hayırlı, yoksa İsa mı? Ona ibadet caiz oluyor ve Allahın oğlu sayılıyorsa, bizim ilahlarımız buna daha ziyade layıktırlar.”
Veya “Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa Muhammed mi? Öyleyse niye ilahlarımızı bırakıp O’na tapalım ki..?”
مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا “Bunu sadece seninle cedelleşmek için ortaya attılar.”
Onlar bunu hakkı batıldan ayırmak için değil, sırf bir cedel ve düşmanlık olsun diye yaptılar.
بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ “Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.”
Doğrusu onlar husumeti şiddetli, düşmanlık yapmaya hırslı kimselerdir.
59- إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ “O (İsa), sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir kuldur.”
Ayet, onların bu şüphesini izah eden bir cevap gibidir.
60- وَلَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَا مِنكُم مَّلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ “Eğer dilersek, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler kılarız.”Ey erkekler! Eğer istersek, Hz. İsa’yı babasız yarattığımız gibi sizden de melekler meydana getiririz.
Veya “sizin bedelinize yeryüzünde melekleri halife yaparız.”
Yani, “her ne kadar Hz. İsanın hâli hayret verici bir durum ise de, Allahu Teâlâ bundan daha hayret verici olanına da kâdirdir. Melekler, imkân dairesinde varlıklar olduklarından, doğrudan yaratılmaları caiz olduğu gibi, bir varlık vasıtasıyla yaratılmaları da muhtemeldir. Dolayısıyla, onların uluhiyete layık olmaları ve Allahın –haşa- evlatları olmaları asla söz konusu değildir.
61- وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ “Şüphesiz o, kıyamet için bir bilgidir.”
Hz. İsa, kıyamet için bir alâmettir. Çünkü O’nun yaratılışı veya yeryüzüne inmesi, kıyametin yakın olduğunu gösteren alâmetlerdendir.
Veya ölülerin diriltilmesi Allahın kudretine delil olması itibarıyla, Hz. İsa da kıyamete bir delildir.
Hadiste şöyle gelmiştir:
“Hz. İsa Arz-ı Mukaddeste bir tepeye iner. Elinde bir mızrak vardır, bununla deccalı öldürür. İnsanlar sabah namazında iken Beyt-i Makdise gelir. İmam geri çıkıp Hz. İsayı imamlığa geçirmek ister. Ama Hz. İsa onu imamlığa devam ettirir. Böylece imamın ardında Muhammedin dini üzere namaz kılar. Sonra domuzu öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri harap eder. Kendisine inananlar dışındaki Hristiyanları öldürür.”
Denildi ki: Ayetteki “o” zamiri Kur’ana racidir.
Çünkü Kur’anda kıyamet bildirilmkte ve onu delâlette bulunulmaktadır.
فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا “Artık onun (kıyametin) hakkında asla şüphe etmeyin.”
وَاتَّبِعُونِ “Ve bana uyun.”
- Benim hidayetime uyun.
- Şeriatıma uyun.
- Rasulüme uyun.
Denildi ki ayetin bu kısmı, böyle demesi için Hz. Peygambere bir emirdir.
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ “İşte, bu dosdoğru bir yoldur.”
Sizi davet ettiğim bu yol, dosdoğru bir yol olup, ona süluk eden asla dalalete sapmaz.
62- وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُ “Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin.”
Sakın şeytan sizi bana tâbi olmaktan alıkoymasın.
إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”
Sizi cennetten çıkarıp belâlara maruz bırakmakla, düşmanlığı gözler önündedir.
63- وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ “İsa, beyyinatı getirdiği zaman şöyle demişti:”
“Beyyinat”tan murat,
-Mu’cizelerdir.
-Veya İncil’in ayetleridir.
-Veya dinin apaçık hükümleridir.
قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilafa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim.”
Hikmet’ten murat, İncil veya din olabilir.
Ayette nazara verilen ihtilaf, dinî meselelerdir, yoksa dünya ile ilgili tartışmalı meseleler değildir. Çünkü peygamberler dünyevî meseleleri beyan etmek için gönderilmediler. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Siz dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz.”
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Öyle ise, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”
64- إِنَّ اللَّهَ هُوَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ “Şüphesiz Allah, Rabbim ve Rabbinizdir, öyleyse O’na ibadet edin.”
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ “İşte bu dosdoğru bir yoldur.”
Ayet, bir önceki ayette geçen “bana itaat edin” ifadesinin beyanıdır. Yani, tevhid itikadına sahip olmak ve Allahın indirdiği hükümleri yerine getirmek suretiyle ibadet etmektir. “İşte bu” ifadesi, “sahih itikad ve Allaha ibadet etmek” esaslarına işaret eder. Bu cümle, Hz. İsanın üstteki cümlesinin devamıdır.
Veya bu tâati iktiza eden şeye delâlet etmek üzere Allahu Teâlâ’dan bir cümle de olabilir.
65- فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِن بَيْنِهِمْ “Ama gruplar ayrılığa düştüler.”
Bundan murat, Hristiyanların kendi aralarında ihtilafı olabileceği gibi, Hz. İsanın gönderildiği kavimde Yahudilerle Hristiyanların birbiriyle ihtilafa düşmeleri de olabilir.
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ “Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin hâline!”Bahsedilen gün, kıyamet günüdür.
66- هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ “Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?”
Zamir Kureyş’e racidir veya üstteki ayette nazara verilen “zalimler”e de raci olabilir.
Ama onlar,
-Dünya işleriyle meşguliyetlerinden
-Ayrıca, onu inkar etmelerinden dolayı o kıyametten gaflet içindedirler.
67- الْأَخِلَّاء يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلَّا الْمُتَّقِينَ “O gün müttakiler dışında, dostlar birbirine düşmandır.”Dünyada birbiriyle dost olan kimseler, kıyamet günü kendisi için dostluk yaptıkları şeylerin azaba bir sebep olduğunun ortaya çıkmasıyla birbirleriyle olan alakalarını keserler, düşman hâle gelirler.
Takva sahiplerinin birbiriyle dostlukları “el-hubbu fillah” yani “Allah için sevmek” ölçüsüyle olduğundan, dostlukları daima kendilerine fayda verir.
68- يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.”
Ayetin bu kısmı, Allah için birbirini seven müttaki kimselere o günde yapılacak nidayı hikâye eder.
69- الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا “Ki onlar âyetlerimize imân etmişlerdir.”
وَكَانُوا مُسْلِمِينَ “Ve hakka teslim olmuşlardır.”
Onlar, muhlis (samimi) oldukları hâlde iman etmiş kimselerdir.[1>
70- ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete girin.”
71- يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ “Altın tepsiler ve kadehlerle onların etrafında dönülür.”
وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ “Orada canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır.”
Ayette önce bazı cennet nimetleri nazara verilmiş, sonunda ise “canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır” denilerek bütün güzelliklerin orada olacağı bildirilmiştir.
وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Ve siz orada ebedî olarak kalacaksınız.”
Çünkü zeval bulan her nimet,
-Koruma külfeti,
-Zeval korkusu,
-Peşinde bir pişmanlık gibi durumları gerektirir.
72- وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “İşte bu, yaptığınız amellere karşılık size mîras verilen cennettir.”
Ayette, amellerin karşılığı mirasa benzetildi.
73- لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ “Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.”
“Onlardan yersiniz” derken “o kadar çok ve devamlı ki, yemekle bitiremezsiniz” manasına işaret vardır.
Muhtemelen Kur’anda cennet nimetlerinin yiyecekler ve elbiseler şeklinde tafsilen anlatılması ve –bunlar cennetin diğer nimetlerine nisbeten hakir olmasına rağmen- Kur’anda tekrarlanması, insanların bunlara şiddetli ihtiyacından dolayıdır.
74- إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ “Şüphesiz mücrimler cehennem azabında devamlı kalacaklardır.”
“Mücrimler” ifadesinden murat kâfirlerdir. Çünkü buradaki ayetlerde mü’minlere mukabil olarak anlatılmaktadırlar ve onlarla ilgili hikâye edilenler kâfirlere has durumlardır.[2>
75- لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ “Azapları hafifletilmez.”
فِيهِ مُبْلِسُونَ “Ve onlar azap içinde ümitsizdirler.”
Ölümle veya başka şekilde onlar için bir kurtuluş yoktur.
76- وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ “Biz onlara zulmetmedik.”
وَلَكِن كَانُوا هُمُ الظَّالِمِينَ “Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.”
77- وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ “(Görevli meleğe şöyle seslenirler
“Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.”
قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ “O da der: Şüphesiz siz kalacaksınız.”
78- لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ “Andolsun, size hakkı getirdik.”
Peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek biz size hakkı getirmiştik.
Ayetin bu kısmı, onlara verilen cevabın tetimmesidir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ “Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayan kimselersiniz.”
Hakka uymada,
-Nefsin yorulması,
-Ve azaların belli kurallara uyması söz konusu olduğundan, çoğunuz haktan hoşlanmıyordunuz.
79- أَمْ أَبْرَمُوا أَمْرًا “Yoksa bir işe kesin karar mı verdiler?”
Yoksa onlar haktan hoşlanmamakla yetinmeyip onu yalanlamak ve reddetmek hususunda tam bir karar mı verdiler?
فَإِنَّا مُبْرِمُونَ “Şüphesiz biz de kararlıyız.”
Öyleyse, biz de onları cezalandırmada tam kararlıyız.
Önceki ayette onlara hitap edilirken, burada onlardan gıyabî olarak (üçüncü şahıslar şeklinde) bahsedilmesi, bu hâlin haktan hoşlanmamak hâllerinden çok daha kötü olduğunu hissettirmek içindir.
Ayetin şu manası da olabilir. “Yoksa o müşrikler Peygambere tuzak kurmada işlerini sağlam mı yaptılar? Biz de onlara tuzak kurmada işimizi sağlam yaptık!”
Ayetin devamı bunu teyit eder:
80- أَمْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم “Yoksa onların sırlarını ve fısıldaşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar?”
بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ “Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.”
81- قُلْ إِن كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ “De ki: Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ona ibadet edenlerin ilki ben olurdum.”
Çünkü Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen, O’nun hakkında sahih olanla olmayanı en iyi ayırt edendir. Allahın tazimi hususunda da, tazimi gerektiren şeyleri en iyi yapandır. Oğluna saygı duymak, onun babasına saygı duymak anlamına gelir. Bu ifadelerden, -haşa- Allahın bir oğlu olduğu ve ona ibadet edilmesi gerektiği anlaşılmamalıdır. Çünkü muhal bir şey, bazan muhali gerektirir.
Bu ifadelerden murat, en beliğ bir şekilde hem Allah için bir evlat söz konusu olmayacağını, hem de böyle bir ibadetin olmadığını anlatmaktır. Benzeri bir faraziyeyi şu ayette görürüz:
“Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22)
Ancak iki ayet arasında şöyle bir fark vardır: “Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” ayeti “şayet” şeklinde başlar ve bu ifade iki tarafın da nefyini hissettirir.[3>
Konumuz olan ayette ise “eğer” kelimesi kullanılmıştır. Bu ise, iki tarafın ne nefyini ne de zıddını hissettirmez. Çünkü bu ifade, sadece şartiyet bildirir. Allahın –haşa- evlâdı olmadığı, melzumun olmadığına delâlet eden lazımın nefyi ile malumdur.[4>
Ayette “eğer” ifadesinin kullanılması Hz. Peygamberin Allah için evlât olmasını inkârının bir inad ve muhalefetten kaynaklanmadığına delâlet içindir. Şayet Allahın evlâdı olsaydı, O bunu itiraf ve kabul hususunda insanların en önde geleni olurdu.
Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Eğer siz O’nun çocuğu olduğunu iddia ediyorsanız, ben sizi yalanlayanların ve tek Allah’a ibadet edenlerin ilki olurum.
Veya veledi olan bir ilahtan ve ona ibadetten yüz çevirenlerin ilki olurum.
82- سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ “Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.”
Gökler, yer ve arş, kendileri gibileri meydana getiren diğer cisimlerden farklı iken, bunları yoktan icad eden ve yaratan zâtın –haşa- kendi gibi bir ilah meydana getirmesi nasıl düşünülür?!
8ّ3- فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ “Öyleyse bırak onları, vaat edildikleri güne kavuşana kadar dalsınlar ve oynasınlar.”Öyleyse bırak onları batıllarına dalsınlar, kendi dünyalarında oynasınlar.
“Vaat edildikleri güne.”Bu günden murat, kıyamet günüdür.
Ayette onların Allaha evlat nisbet etmelerinin bir cehalet ve hevâya uymak olduğuna, bunların kalplerinin mühürlü olup ahirette azap göreceklerine bir delâlet vardır.
84- وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ “O ki, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.”
وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ “Ve O, Hakîm – Alîm’dir.”
Her ikisinde de ibadet edilmeye layık olan O’dur.
Ayette semavî ve arzî ilahların (batıl mabutların) nefyi ve ilah olmaya layık olanın sadece Allah olduğunu bildirmek vardır.
85- وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir!”
وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.”
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”
86- وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ “O’nun dışında taptıkları şeyler şefaat edemezler.”
إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler müstesna.”
Müşrikler “bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimiz” diye iddia ediyorlardı.
Burada istisna muttasıl veya munfasıl olabilir.
Birinciye göre, melekler ve Hz. İsa da ilk hükme dâhil olduklarından, bu cümleyle istisna edilmişlerdir.[5>
İkinciye göre ise, ayetin manası sırf putlara yöneliktir. Yani, onların taptıkları putlar, şefaat etmeye mâlik değillerdir. Ancak bilerek hakka şehadet edenler (peygamberler, melekler…) şefaat edeceklerdir.
87- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ “Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler.”
O batıl mabutlara tapanlara veya taptıkları mabutlara onları yaratanın kim olduğunu sorsan, mesele gayet aşikar ve inkârı gayr-ı kabil olduğundan, ister istemez “Allah” diyecekler.
فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ “Öyleyken nasıl döndürülüyorlar?”
Böyle iken, nasıl oluyor da Allahı bırakıp başkasına ibadete yöneliyorlar?!
88- وَقِيلِهِ “Onun (Peygamberin) sözü şu olmuştur:”
Ayet, seksenbeşinci ayetteki “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.” ifadesine atfedilmiştir. Yani, Allah kıyametin ne zaman kopacağını bildiği gibi, peygamberinin şöyle demesini de bilir:
يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ لَّا يُؤْمِنُونَ “Ya Rabbi! Şüphesiz bunlar iman etmeyen bir kavimdir.”
89- فَاصْفَحْ عَنْهُمْ “Öyleyse sen onları hoş gör.”
Öyleyse Sen onların imanından ümidini keserek kendilerini davetten yüz çevir.
وَقُلْ سَلَامٌ “Ve “selâm size” de.”
“Sizden istediğimiz selâmet ve mütarekedir” de.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Artık sonra bilecekler.”
Ayetin bu kısmı Hz. Peygamber için bir teselli ve onlar için de bir tehdittir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Zuhruf sûresini okursa, haklarında “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.” (Zuhruf, 68) denilenlerden olur.”
[1> Yani, onların imanı münafıklar gibi değildir.
[2> Beydâvî’nin “mücrimler” ifadesini “kâfirler” şeklinde açıklaması yanlış anlamayı önlemek içindir. Çünkü, “mücrim” ifadesi kelime anlamı itibarıyla “cürüm işleyen, suçlu” manasındadır. Bu mana itibarıyla ehl-i imana da şümûlü vardır. Çünkü hemen her ehl-i imanın bir şekilde günahları da vardır ve bu yönüyle “mücrim”dir. Ama ayette anlatılan durum, suçluluğun zirvesinde olan kâfirlerle alakalıdır.
[3> Yani, göklerde ve yerde Allah dışında ilahlar yoktur, dolayısıyla gökler ve yer bozulmamakta, dengeli bir şekilde devam etmektedir.
[4>Yani, Allahın evladı olsaydı ona da ibadet etmek gerekirdi. Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen kimse olarak sadece Allaha ibadet ettiğine göre, Allah için evlât söz konusu değildir ve olamaz.
[5> Yani, onların şefaatçi olduklarına inandıkları batıl mabutlar asla şefaatçi olamazlar. Ama Hz. İsa ve melekler, Allahın verdiği şefaat izniyle şefaatçi olacaklardır. Çünkü bunlar, bilerek hakka şehadet etmektedirler. Bazılarının yanlış olarak bunlara ilahlık payesi vermesi, onların şefaatçi olmalarına engel değildir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
2- وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ “Kitab-ı mübine andolsun.”
3- إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ “İyice anlayasınız diye, biz onu Arabça bir Kur’an kıldık.”Allahu Teâlânın yemin ettiği şeylerde, yemin edilen meseleye şahit getirmek söz konusudur. Apaçık mu’cize olduğunu nazara vererek Kur’an ile yemin etmesinde ise, onun hidayet yollarına ve beşerin din hususunda muhtaç olduğu şeylere rehberlik yapmasına dikkat çekilmiştir.
4- وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا “Şüphesiz o, nezdimizdeki ümmü’l- kitaptadır.”
Ümmü’l-kitaptan murat levh-i mahfuzdur. Çünkü o, semavî kitapların aslıdır.
“Nezdimizde” denilmesi, onun değişmeden mahfuz olduğunu bildirir.
لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ “Çok yücedir, hikmetlerle doludur.”
Diğer semavî kitaplar içinde mu’cize olmasıyla, O Kur’anın şanı yücedir, tümüyle hikmetle doludur. Muhkem olup, bir başkasıyla neshedilmesi söz konusu değildir.
5- أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ “Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye Zikir’le (Kur’an’la) sizi uyarmaktan vaz mı geçelim?”
6- وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِن نَّبِيٍّ فِي الْأَوَّلِينَ “Öncekilerde de nice peygamberler gönderdik.”
7- وَمَا يَأْتِيهِم مِّن نَّبِيٍّ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Onlar da kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.”
Ayet, kavminin yalanlamasına mukabil Hz. Peygamberi teselli etmektedir.
8- فَأَهْلَكْنَا أَشَدَّ مِنْهُم بَطْشًا “Biz onlardan daha kuvvetli olanları helâk ettik.”
Biz, Kur’anı inkâr eden Senin kavminden daha kuvvetlilerini helâk ettik.
وَمَضَى مَثَلُ الْأَوَّلِينَ “Ve öncekilerin örneği geçti!”
Kur’anda onların hayret verici kıssaları yer aldı.
Ayette Hz. Peygambere vaad ve muarızlarına da önceki milletlerin başına gelenlerin benzerinin onların da başına geleceğini haber vermek vardır.
9- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ “Andolsun, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları Azîz – Alîm olan yarattı” diyeceklerdir.”
Kur’anın pek çok yerinde benzeri ayetlerde onların “Allah” dedikleri nazara verilir. Burada Allahın iki ismiyle “Azîz – Alîm olan yarattı” demeleri, onların “Allah” demelerinin bir lazımı olarak getirilmiş olabilir.[1>
10- جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا “O ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı.”
وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ “Ve doğru gidesiniz diye orada sizin için yollar meydana getirdi.”Bu yollar vasıtasıyla maksatlarınıza ulaşırsınız.
Veya bunları düşünmek suretiyle Sâni’in hikmetine hidayet bulursunuz.
11- وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ “O ki, gökten bir ölçüyle su indirdi.”
O, fayda verir, zarar vermez bir şekilde gökten belli bir miktarla su indirdi.
فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا “Ardından onunla ölü beldeyi canlandırdık.”
“Meyten” kelimesinin “beldeten” kelimesine sıfat olduğu hâlde müzekker gelmesi, “beled ve mekân” manasında olmasındandır.
كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ “İşte siz de, böyle çıkarılacaksınız.”
Ölü beldenin bu su ile diriltilmesi gibi, siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.
12- وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا “O ki, her şeyi çift yarattı.”
وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ “Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar kıldı.”
13- لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا “Ta ki onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz:”
سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا “Bunları hizmetimize veren Allah’ı tesbih ederiz.”
وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ “Bunlara bizim gücümüz yetmezdi.”
Hz. Peygamber (asm) ayağını bineğe binmek için uzattığında “Bismillah” der, üzerine oturunca da “Elhamdülillah alâ külli hâl” deyip ardından bu ayeti ve devamını okurdu.
14- وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ “Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.”
“Rabbimize döneceğiz” denilmesi, Allaha dönmenin en büyük yolculuk olmasındandır.
Veya şu cihetten de olabilir. Yolculuğun bir kısım tehlikeleri de vardır. Yolcunun Allahtan gafil olmaması ve Allaha kavuşmaya hazır bulunması uygun düşer.
15- وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا “Böyle iken kullarından bir kısmını O’nun parçası saydılar.”Ayet, dokuzuncu ayetle bağlantılıdır. Yani, gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu itiraftan sonra, O’nun kullarından bir kısmını O’na evlat olarak nisbet edip –haşa- “melekler Allahın kızları” dediler.
Zâtında gerçek bir olan Allah hakkında böyle bir isnad, bunun imkânsızlığına delâlet eder.
إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ “Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.”
Allaha veled nisbet etmek, O’nu hiç tanımamaktır ve şanını tahkirdir.
16- أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُم بِالْبَنِينَ “Yoksa Allah, yarattıkların dan kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı?”
Ayetin üslûbunda onların bu iddialarını reddetmek ve hâllerine taaccüp vardır. Çünkü, Allaha bir cüz nisbet etmekle yetinmemişler, kendilerine nisbet edilmesinden hoşlanmadıkları kızları –haşa- Allaha nisbet etmişlerdir. Öyle ki, onlardan birine “kızın oldu” denildiğinde gam ve kederle dolardı. Ayetin devamı bunu nazara vermektedir:
17- وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ “Onlardan biri Rahmân’a isnad ettiği (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir, öfkesinden yutkunur durur.”
Ayetin bu anlatımında, onların iddialarının fasid olduğuna çok cihetle delâletler vardır.
18- أَوَمَن يُنَشَّأُ فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ “Süs içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve tartışmada (delilini erkekler gibi) açıklayamayanı mı Allah’a isnad ediyorlar?”
Kadının tartışmada meramını çok iyi anlatamaması,
-Kendisinde his yönünün daha kuvvetli olmasından,
-Ve görüş beyan etme yönünün zayıflığındandır.[2>
19- وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا “Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.”Bu, onların bir başka küfrüdür. Melekler Allahın kulları içinde en ekmel ve en eşref varlıklar iken, bunları dişi varlıklar olarak telakki etmişlerdir.
أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ “Onların yaratılışına şahit mi oldular?”
Allahın onları yaratmasında hazır bulunup da onları dişi varlıklar olarak mı gördüler?! Çünkü “melekler Allahın kızlarıdır” demeleri, onları görmelerini gerektirir.
Ayette soru yoluyla onların davasının ibtal edilmesi, onların cehâletini ortaya koymak içindir ve kendileriyle inceden inceye bir istihzadır.
سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ “Onların şehadeti yazılacak ve sorulacaklardır.”
Melekler hakkında böyle demeleri yazılacak ve kıyamet günü kendilerine bu sorulacaktır.
Bu, onlara çok şiddetli bir vaîddir.
20- وَقَالُوا لَوْ شَاء الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُم “Dediler: Eğer Rahmân dilesey di, biz onlara kulluk etmezdik.’’[3>
Allahın meleklere ibadeti engellemeyişini, onlara ibadeti yasaklamadığı veya onlara ibadetin güzel olduğu şeklinde değerlendirdiler. Bu ise batıldır. Bundan dolayı Allah onların cehaletini nazara verip şöyle buyurdu:
مَّا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ “Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur.”
إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ “Onlar sadece yalan söylüyorlar.”
Onlar, böyle demek suretiyle ancak batıl bir şekilde söz oyunları yapmaktadırlar.
Ayette işaret edilen durum, onlarla ilgili davanın aslına da bakabilir. Yani, onların bütün bu batıl iddialarının akıl yoluyla bir delili bulunmamaktadır.
Cenab-ı Hak ardından nakil yoluyla da bir delilleri olmamasına dikkat çekip şöyle buyurdu:
21- أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ “Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?”
Yoksa biz kendilerine Kur’andan önce bir kitap verdik de bu dediklerinin doğru olduğunu mu söylüyor? Onlar da buna yapışıp böyle konuşuyorlar!?
22- بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ “Hayır! Onlar şöyle dediler: “Şüphesiz biz atalarımızı bir din üzere bulduk.”
وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ “Ve biz onların izlerinden gitmekteyiz”
Yani, onların bu konuda aklî ve naklî hiç bir delili yoktur. Sırf cahil atalarını taklîd ile böyle şeylere meyletmişlerdir.
23- وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إ “İşte bunun gibi, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri şöyle demiş olmasınlar:”
إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ “Şüphesiz biz atalarımızı bir din üzerine bulduk.”
وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ “Ve biz onların izlerine uymaktayız.”
Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir ve taklidin böyle meselelerde kadîm (eskiden beri süregelen) bir dalâlet olduğuna bir delildir.
Ayet aynı zamanda bunlardan önce gelenlerin de kayda değer bir delili olmadığını nazara vermektedir.
Ayette varlıklı kişilerin böyle dediğinin söylenmesi, bolluk içinde olmanın ve meylür – rahatın bunları tefekkürden çevirip taklide sevkettiğini göstermektedir.
24- قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ “(Gönderilen uyarıcı)dedi: Ben size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?”
Şayet ben atalarınızın dininden daha doğru bir dinle gelmişsem, yine de onlara mı uyacaksınız?
قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ “Dediler: Biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz”
Böyle demeleri, kendilerine gelen uyarıcı zâtın kendilerinden ümidini kesmesi içindir. Yani, “Senin getirdiğin din daha doğru da olsa, biz ona bakmayacağız, onunla ilgili düşünmeyeceğiz” demektedirler.
25- فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ “Biz de onlardan intikam aldık.” Biz de onların hepsini helâk ederek kendilerinden intikam aldık.
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “Şimdi bak, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu!”
Onların akıbetine bak da, kavminin yalanlamalarına aldırma.
[1> Onların âlemi yaratan Zât için “Allah” demeleri bir derece kolay iken, O’nu Azîz – Alîm olarak bilmeleri ileri bir marifeti ifade eder. Beydâvî bu noktadan hareketle, ayetteki bu iki ilâhî ismi doğrudan onların söylemeleri yerine, “Allah” demelerinin bir lazımı olarak değerlendirmektedir.
[2>Kadın, erkeğe nisbetle daha içe dönüktür. Tartışma gibi durumlarda akıldan ziyade hisleriyle meseleleri değerlendirir. Kur’anın buna dikkat çekmesi –haşa- kadını tahkir için olmayıp, müşriklerin mesleğinde görülen çelişkileri anlatmak içindir.
[3> Aslında bu cümleleri doğrudur. Allahın dilemediği bir şey meydana gelmez. Ama Allahın küfrü yaratması, ona razı olması demek değildir. Allahın domuzu yaratmasından hareketle “madem yaratmış, yiyelim” sonucuna varılmayacağı gibi, insanları böyle küfür yollarına düşebilecek mahiyette yaratması, insanların küfre düşmelerinde mazeretleri olması için değildir. Allah insanın önüne hak ve batılı koymak suretiyle onu imtihan etmekte, yanlışlar içinde doğruları bulmasını istemektedir.
26- وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ “Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti:”
Onlara İbrahimin şu kıssasını yâdet ki, nasıl taklidden teberri edip delile yapıştı, onlar da görsünler.
Veya onlara İbrahimin kıssasını anlat ki, mutlaka taklid edeceklerse O’nu taklîd etsinler. Çünkü O, kendilerinin en şerefli atasıdır.[1>
إِنَّنِي بَرَاء مِّمَّا تَعْبُدُونَ “Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.”
27- إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي “Ancak beni yaratan hariç.”
Burada istisna munkatı veya muttasıl olabilir.
Birinciye göre mana: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben ancak beni yaratana ibadet ederim.” İkinciye göre mana şöyledir: “Ben, beni yaratan Allah dışında sizin taptıklarınızdan uzağım.”
Çünkü hem Allaha hem de putlara tapıyorlardı.
فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ “Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir.”
Beni hidayet üzere sabit kılacak.[2>
Veya mana şöyle de olabilir. Beni şu anda ulaştırdığı hidayetten daha ötesine sevk edecek.
28- وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ “Ve bunu, ardından gelecek olanlara daimî bir miras kıldı.”Ve tevhid kelimesini zürriyetinde daimî bir miras bıraktı. Onun neslinde tek Allaha inanan ve tevhide davet eden kimseler daima bulundu.
“Miras kıldı” fiilinin faili Hz. İbrahimdir veya Allahu Teâlâdır.
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler.”Ta ki Allaha şirk koşanlar, tek Allaha inananların davetiyle tevhide dönsünler.
29- بَلْ مَتَّعْتُ هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ “Doğrusu şunları ve atalarını yararlandırdım.”
Bundan murat, hem Hz. Peygamber dönemindeki Kureyş kavmi, hem de bunların ecdadıdır. Allahu Teâlâ bunlara uzun ömür ve bol nimet vermiş, onlar da bununla şımarmış ve nefislerinin isteklerine kendilerini kaptırmışlardır.
حَتَّى جَاءهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ “Ta ki kendilerine hak ve mübin bir peygamber geldi.”
“Hak”tan murat, tevhide davet veya Kur’andır.
“Mübîn” ise, kendisine verilen mu’cizelerle Hz. Peygamberin risaletinin gayet açık olmasıdır.
“Mübîn” ifadesi Hz. Peygamberin delillerle ve ayetlerle tevhidi onlara beyan etmesini anlatıyor da olabilir.
30- وَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ “Hak kendilerine gelince, dediler: Bu bir sihirdir.”
وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ “Biz onu inkâr ediyoruz.”
Gafletlerinden uyandırmak üzere hak onlara geldiğinde “bu bir sihirdir. Biz onu inkâr ediyoruz” dediler. Böyle diyerek şerlerini ziyadeleştirdiler. Şirklerine
-Hakkı kabul etmemeyi,
-Ve onu hafife almayı ilâve ettiler. Kur’ana “sihir” dediler ve onu inkâr ettiler.
وَقَالُوا “Ve dediler:”
Hz. Peygamberi de hakîr görüp şöyle dediler:
31- لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْآنُ عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!”
“Bu Kur’an Mekke veya Taif’ten makam ve mal sahibi Velid Bin Muğîre veya Urve Bin Mes’ud gibi birine indirilse olmaz mıydı? Risalet büyük bir mansıptır, ancak büyük birine yaraşır.”
Bunlar bilmediler ki, risalet ruhanî bir rütbedir, ruhen büyük olmayı gerektirir. Bu ise faziletler ve kudsî kemâlât ile süslenmekle gerçekleşir, yoksa dünyevî yaldızlı şeylere sahip olmak bu vâdide bir işe yaramaz.
32- أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?”
Rahmetten murat, nübüvvettir. Buradaki sual, durumun böyle olmadığını bildirmek içindir. Bunda, onların cehâletini ortaya koymak ve tahakkümlerine hayret ettirmek vardır.
نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Dünya hayatında onların maişetini aralarında biz taksim ettik.”Onların dünyasında maişetleri en temel mesele iken bunun tedbirinden de aciz kimselerdir. Böyle olunca, insan mertebelerin en üstünü olan nübüvvet meselesinin tedbirini görebilmeleri elbette mümkün değildir.
Ayette “maişet” kelimesinin mutlak bırakılması, helalinin de haramının da Allah’tan olmasını iktiza eder.
وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا “Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık.”
Biz rızık hususunda ve başka hususlarda aralarında farklılık meydana getirdik.
Böyle olması, ihtiyaçları için bazısının bazısını kullanması ve böylece aralarında ülfet ve dayanışma meydana gelmesi içindir. Böylece, nizam-ı âlem tahakkuk eder.[3>
Yoksa bu zengin olanın kemâli ve dar imkâna sahip olanın da noksan olmasından değildir. Onların bu meselede bize bir itirazları ve tasarrufları olmazken, bundan daha yüce mesele olan peygamberlik tercihinde nasıl böyle düşünürler?
وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ “Rabbinin rahmeti, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.”Rabbinin bu nübüvvet ve buna tâbi meselelerde tecelli eden rahmeti, dünyanın bütün gelip geçici zînetlerinden daha hayırlıdır. Büyük insan, nübüvvet ve ona tâbi hususlarda özel rızka nail olandır, yoksa dünyanın fâni zînetlerine sahip olan değil.
33- وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ “Şayet bütün insanlar bir tek ümmet haline gelecek olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını gümüşten yapardık ve üzerine çıkacakları merdivenleri de öyle yapardık.”
34- وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ “Onların evleri için (gümüşten)kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.”
35- وَزُخْرُفًا “Daha nice altın ziynetler (verirdik).”
وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ا “Bütün bunlar dünya hayatının geçici metaından ibarettir.”
Şayet insanlar kâfirleri bolluk ve refah içinde görüp, kendilerindeki dünya sevgisi yüzünden küfre rağbet edecek ve küfür üzere tek ümmet hâline gelecek olmasalardı, onlara bütün bu imkânları verirdik.
وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ “Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.”
Ahiret ise, Rabbinin nezdinde küfür ve günahlardan korunanlar içindir.
Ayette “büyük insanın” ahiret açısından büyük olduğuna, dünyadaki büyüklüğe itibar edilmediğine bir delâlet vardır.
Ayrıca, aynı gerekçe ile insanların iman üzere tek ümmet olmaması için sayılan imkanların sadece mü’minlerin elinde kılınmadığını da hissettirmek söz konusudur.
Bütün bu imkânlar, aslında ahirette verilecek imkânlar yanında azıcık bir nimetlenmektir. Ayrıca çoğu kere de bu imkânların verildiği kimseler, başka açıdan ızdırap içinde olurlar. Tamamen geniş imkânlar içinde kedersiz yaşayan çok az kişi vardır. Ayetin devamı meselenin bu yönüne işaret eder:
36- وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا “Kim, Rahmân’ın zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız.”
Her kim duyulara hitap eden şeylerle aşırı meşguliyeti ve şehevî şeylere kendini kaptırması sonucu Rahmânın zikrini görmezden gelir ve ondan yüz çevirirse, ona bir şeytanı arkadaş veririz.
فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ “Artık o, onun ayrılmaz dostudur.”
Artık o, vesvese ve iğvası ile daima onunla beraber olur.
37- وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ “Şüphesiz bunlar onları doğru yoldan saptırırlar.”
Ve o şeytanlar, beraber oldukları kimseleri gidilmesi gereken hak yoldan alıkoyarlar.
Zamirler, bir önceki ayette tekil iken burada çoğul gelmesi, mana itibarıyladır. Çünkü murat, bir ferdi anlatmak değil, insan nevinin durumunu nazara vermektir.
وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ “Onlar ise onların doğru yolda olduklarını sanırlar.”
Rahmânı anmaktan yüz çeviren bu kimseler, beraber oldukları şeytanları hidayet üzere zannederler.
3ّ8- حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ “Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına şöyle der: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı!”
فَبِئْسَ الْقَرِينُ “Ne kötü arkadaşmışsın!”Bize geldiklerinde, zikrimizden yüz çeviren kimse şeytana şöyle diyecek: “Sen ne kötü bir arkadaşmışsın”
39- وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ “Ama bu (temenni) bugün size asla fayda vermeyecek.”
İçinde bulunduğunuz bu beklentiler bugün asla size bir fayda vermeyecek.
إِذ ظَّلَمْتُمْ “Çünkü zulmettiniz.”
Çünkü dünyada iken kendinize zulmetmiştiniz.
أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ “Sizler de azapta ortaksınız.”
Azaba sebep olan durumda müşterek olduğunuz gibi, sizin ve şeytanlarınızın hakkı, azapta da beraber olmaktır.
Şöyle de mana verilebilir: Çaresiz bir duruma düşen kimselerin, onu yüklenmek ve karşı koymakta birbirlerine yardım etmeleri fayda vermediği gibi, azapta beraber olmanız de size bir fayda vermeyecek. Çünkü her biriniz için tâkatinin yetmeyeceği bir azap vardır.
40- أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ “O halde sağırlara sen mi işittireceksin?”
أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ “Yahut körlere ve apaçık bir dalalet içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?”
Ayetteki soru, hâli böyle olan kimselere gerçeği göstermenin mümkün olmadığını ifade etmek içindir. Küfürde bu kadar maharet kesbetmiş ve haktan yüz çevirmeleri körlük derecesine varacak kadar dalalete saplanmış kimselere yol gösterilemez.
Sebeb-i Nüzûl
Hz. Peygamber kavmini hakka davet hususunda gece gündüz kendini yorarken, onların gittikçe azgınlıkları artıyordu. Ayet, bu münasebetle nazil oldu.
Ayette, onların apaçık bir şekilde dalâlette olmalarının bu neticeyi verdiğini hissettirmek vardır.
41- فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ “Eğer seni alıp götürsek bile, biz onlardan intikam alırız.”Eğer onların azabını Sana göstermeden ruhunu kabzedersek, biz elbette ve elbette dünya ve ahirette azap vererek onlardan intikam alacağız.
42- أَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِي وَعَدْنَاهُمْ “Veya onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz.”
فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ “Çünkü biz onlar üzerinde muktediriz.”
Onlar bizden kaçamazlar.
43- فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ “Öyleyse sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl.”
Öyleyse Sen, Sana vahyedilen ayetlere ve hükümlere sımsıkı sarıl!
إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.”
44- وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ “Şüphesiz o, sana ve kavmine bir zikirdir.”
Şüphesiz o Kur’an Sana ve kavmine bir şereftir.
وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ “Sonra sorulacaksınız.”
Kıyamet günü ondan ve onun hakkını verip veremediğinizden sorulacaksınız.
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا 45 “Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor:”
O Peygamberlerin ümmetlerine ve din âlimlerine sor.
أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ “Rahmân’dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?”Biz, hiç putlara ibadet edilmesine hükmetmiş miyiz? Hiç böyle bir şey onların dininde gelmiş mi?
Bundan murat peygamberlerin tevhid üzere ittifaklarını şahit tutmak ve Hz. Peygamberin getirdiği dinin yalanlanacak ve kendisine muhalefet edilecek yeni bir şey olmadığını göstermektir. Çünkü tevhid meselesi, onları yalanlamaya ve muhalefete sevkeden hususların en kuvvetlisi idi.[4>
[1> Hz. Peygamberin kavmi, nesil itibarıyla Hz. İbrahime dayanıyordu. Batıl yolda giden bu kimseler “atalarımızı böyle bulduk” demekteydiler. Kur’an buna mukabil, en şerefli olan ataları İbrahimin durumunu kendilerine hüsn-ü misal olarak gösterdi.
[2>Çünkü Hz. İbrahim zâten hidayet üzere idi.
[3>Şöyle bir söz vardır: “Sen ağa ben ağa, inekleri kim sağa” İnsanlar şayet farklı geçim seviyelerinde olmasa, insanlık aleminde şimdi gördüğümüz renklilik ve hareketlilik olmazdı.
[4> Yani, Hz. Peygamberin getirdiği dinde hoşlarına gitmeyen çok şeyler olmakla beraber, bunlar içinde özellikle Allahın birliği ve ibadetin sadece O’na yapılması müşrikleri yalanlamaya ve şiddetli bir muhalefete sevkediyordu
46- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ “Andolsun, biz Mûsâ’yı ayetlerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik.”
فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “O şöyle dedi: Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.”
Cenab-ı Hak Hz. Musanın kıssasını anlatmakla hem Hz. Peygamberi teselli etmekte, hem de onların “Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” (Zuhruf, 31) demelerine bir cevap vermektedir.[1>
Ayette, muhatapların dikkatle düşünmeleri için Hz. Musa’nın tevhide davetiyle şahit getirilmektedir.
47- فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ “Musa onlara ayetlerimizi getirince, onlar bu mu’cizelere güldüler.”Bu mu’cizeleri ilk gördüklerinde gülüyorlardı. Bunlarla istihza ettiler ve üzerinde düşünmediler.
48- وَمَا نُرِيهِم مِّنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا “Onlara gösterdiğimiz her bir ayet, önceki benzerinden daha büyüktü.”
Bunların her biri, en ileri seviyede birer mu’cize idi. Öyle ki bunları gören, daha ilerisi olmaz zannediyordu. Ayetten murat, mu’cizelerin hepsinin büyük olduğunu nazara vermektir.
Veya murat şu da olabilir: Bu mu’cizelerin her biri bir cihetle diğerlerinden daha büyük idi.
وَأَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki dönerler diye onları azaba uğrattık.”
Kıtlık, tufan ve çekirge istilası gibi azaplarla onları cezalandırdık.
49- وَقَالُوا يَا أَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ “Dediler: Ey sihirbaz! Sana verdiği ahid hürmetine, bizim için Rabbine dua et.”
Ta ki azabı bizden kaldırsın.
Hz. Musa’ya bu mu’cizeler karşısında “ey sihirbaz!” demeleri,
-Tabiatlarının sertliğinden
-Ve kıt akıllı olmalarındandır.
-Veya mahir âlime “sihirbaz” demelerindendir.
“Sana verdiği ahid hürmetine” demeleri,
-“Sende olan nübüvvet hakkı için,
-Veya Senin duana icabet edeceğini bildirmesi hakkı için,
-Veya yola gelenlerden azabı kaldıracağı vaadi hakkı için,
-Veya Senden söz aldığı ve Senin de ifa ettiğin iman ve tâat hakkı için” manalarına işaret edebilir.
إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ “Çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.”
50- فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ “Fakat biz onlardan azabı kaldırınca, bir de bakmışsın sözlerinden dönüyorlar.”
51- وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ “Firavun, kavmine seslenerek dedi ki:
Firavun, kendilerinden azap kaldırılınca, kavminin imana gelmesi korkusuyla, onlar içinde ya bizzat kendisi veya münadî vasıtasıyla şöyle dedi:
يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi?”
وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي “Şu nehirler de altımdan akıyor (değilmi?).”
“Bu nehirler sarayımın altından akıyor.
-Benim emrimle akıyor.
-Veya bahçelerimin arasından akıyor” manaları düşünülebilir.
أَفَلَا تُبْصِرُونَ “Hâlâ görmüyor musunuz?”
52- أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ “Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?”
Bu kadar mülk ve imkan içinde ben mi daha hayırlıyım yoksa bu zayıf, hakîr, riyasete istidadı olmayan, dilindeki tutukluktan dolayı neredeyse doğru dürüst konuşamayan Musa mı?
Firavunun böyle demesi, kendini üstün görmesindendir.
53- فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ “(Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler bırakılsın.”
“Altın bilezikler”den murat, saltanatın anahtarlarıdır. Çünkü Mısırlılar birisini reis yaptıklarında ona altından bilezikler takıyor, başına altın taç giydiriyorlardı.
أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ “Yahut beraberinde melekler bulunsun?”
Veya, yanında melekler olsun, Ona yardım etsinler ve kendisini tasdik etsinler.
54- فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ “Böylece Firavun, kavmini istihfaf etti, onlar da kendisine itaat ettiler.”
Firavunun kavmini istihfaf etmesi,
-“Kendisine tam itaat etmelerini istedi.
-Veya onları hafif akıllı kimseler olarak buldu” manasında olabilir.[2>
إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ “Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu.”
Kendileri fasık olduklarından dolayı, bu fasıka itaat ettiler.
55- فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ “Onlar bizi öfkelendirince biz de onlardan intikam aldık.”
فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ “Hepsini suda gark ettik.”
Şiddetli inad ve isyanla bizi gadaplandırdıklarında onlardan intikam aldık ve hepsini denizde boğduk.
56- فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْآخِرِينَ “Onları sonradan gelenler için bir selef ve örnek kıldık.”
Onları, peşlerinden giden sonraki kâfirlere böyle bir cezaya layık olma hususunda önderler yaptık. Ve onları sonrakilere bir öğüt veya dillerde dolaşan bir destan yaptık. Öyle ki “sizin hâliniz Firavunun kavminin hâli gibi” denilir oldu.
[1>Yani, şayet servet ve makam sahibi kimseler peygamber olacaksa, Hz. Musa zamanında Firavunun peygamber olması gerekirdi.
[2>Yani, onları kıt akıllı kimseler olarak buldu, kolayca onları peşinden sürükledi. Çobanın peşinden giden sürü misali, onları kendi
57- وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ “Meryem oğlu İsa bir mesel olarak anlatılınca, bakarsın ki kavmin onunla ilgili bağrışmaya başlarlar.”
“Gerçekten siz ve Allah’dan başka ibadet ettikleriniz cehennem yakıtısınız!” (Enbiya, 98) ayeti hakkında İbnu Zebari Hz. Peygambere şöyle demişti: “Hristiyanlar ehl-i kitap olup Hz. İsaya tapıyorlar, Onun Allahın oğlu olduğunu iddia ediyorlar. Eğer böyleyse, melekler Allaha evlat olmaya daha layıktırlar.”
Veya “Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor, Rahmân’dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?” (Zuhruf, 45) ayeti hakkında mücadeleye girmişti.
Veya “Mesih’e ibadet edildiği gibi, Muhammed kendisine ibadet etmemizi istiyor” demişti. Müşrikler bunu duyunca “Peygamberi ilzam ettik” zannıyla sevinçlerinden bağrışmaya başladılar.
58- وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ “Ve dediler: Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa O mu?”“Sana göre bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa İsa mı daha hayırlı? Şayet o cehennemde ise, varsın bizim ilahlarımız da orada olsunlar!”
Veya “İlahlarımız olan melekler mi daha hayırlı, yoksa İsa mı? Ona ibadet caiz oluyor ve Allahın oğlu sayılıyorsa, bizim ilahlarımız buna daha ziyade layıktırlar.”
Veya “Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa Muhammed mi? Öyleyse niye ilahlarımızı bırakıp O’na tapalım ki..?”
مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا “Bunu sadece seninle cedelleşmek için ortaya attılar.”
Onlar bunu hakkı batıldan ayırmak için değil, sırf bir cedel ve düşmanlık olsun diye yaptılar.
بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ “Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.”
Doğrusu onlar husumeti şiddetli, düşmanlık yapmaya hırslı kimselerdir.
59- إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ “O (İsa), sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir kuldur.”
Ayet, onların bu şüphesini izah eden bir cevap gibidir.
60- وَلَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَا مِنكُم مَّلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ “Eğer dilersek, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler kılarız.”Ey erkekler! Eğer istersek, Hz. İsa’yı babasız yarattığımız gibi sizden de melekler meydana getiririz.
Veya “sizin bedelinize yeryüzünde melekleri halife yaparız.”
Yani, “her ne kadar Hz. İsanın hâli hayret verici bir durum ise de, Allahu Teâlâ bundan daha hayret verici olanına da kâdirdir. Melekler, imkân dairesinde varlıklar olduklarından, doğrudan yaratılmaları caiz olduğu gibi, bir varlık vasıtasıyla yaratılmaları da muhtemeldir. Dolayısıyla, onların uluhiyete layık olmaları ve Allahın –haşa- evlatları olmaları asla söz konusu değildir.
61- وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ “Şüphesiz o, kıyamet için bir bilgidir.”
Hz. İsa, kıyamet için bir alâmettir. Çünkü O’nun yaratılışı veya yeryüzüne inmesi, kıyametin yakın olduğunu gösteren alâmetlerdendir.
Veya ölülerin diriltilmesi Allahın kudretine delil olması itibarıyla, Hz. İsa da kıyamete bir delildir.
Hadiste şöyle gelmiştir:
“Hz. İsa Arz-ı Mukaddeste bir tepeye iner. Elinde bir mızrak vardır, bununla deccalı öldürür. İnsanlar sabah namazında iken Beyt-i Makdise gelir. İmam geri çıkıp Hz. İsayı imamlığa geçirmek ister. Ama Hz. İsa onu imamlığa devam ettirir. Böylece imamın ardında Muhammedin dini üzere namaz kılar. Sonra domuzu öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri harap eder. Kendisine inananlar dışındaki Hristiyanları öldürür.”
Denildi ki: Ayetteki “o” zamiri Kur’ana racidir.
Çünkü Kur’anda kıyamet bildirilmkte ve onu delâlette bulunulmaktadır.
فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا “Artık onun (kıyametin) hakkında asla şüphe etmeyin.”
وَاتَّبِعُونِ “Ve bana uyun.”
- Benim hidayetime uyun.
- Şeriatıma uyun.
- Rasulüme uyun.
Denildi ki ayetin bu kısmı, böyle demesi için Hz. Peygambere bir emirdir.
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ “İşte, bu dosdoğru bir yoldur.”
Sizi davet ettiğim bu yol, dosdoğru bir yol olup, ona süluk eden asla dalalete sapmaz.
62- وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُ “Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin.”
Sakın şeytan sizi bana tâbi olmaktan alıkoymasın.
إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”
Sizi cennetten çıkarıp belâlara maruz bırakmakla, düşmanlığı gözler önündedir.
63- وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ “İsa, beyyinatı getirdiği zaman şöyle demişti:”
“Beyyinat”tan murat,
-Mu’cizelerdir.
-Veya İncil’in ayetleridir.
-Veya dinin apaçık hükümleridir.
قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilafa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim.”
Hikmet’ten murat, İncil veya din olabilir.
Ayette nazara verilen ihtilaf, dinî meselelerdir, yoksa dünya ile ilgili tartışmalı meseleler değildir. Çünkü peygamberler dünyevî meseleleri beyan etmek için gönderilmediler. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Siz dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz.”
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ “Öyle ise, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”
64- إِنَّ اللَّهَ هُوَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ “Şüphesiz Allah, Rabbim ve Rabbinizdir, öyleyse O’na ibadet edin.”
هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ “İşte bu dosdoğru bir yoldur.”
Ayet, bir önceki ayette geçen “bana itaat edin” ifadesinin beyanıdır. Yani, tevhid itikadına sahip olmak ve Allahın indirdiği hükümleri yerine getirmek suretiyle ibadet etmektir. “İşte bu” ifadesi, “sahih itikad ve Allaha ibadet etmek” esaslarına işaret eder. Bu cümle, Hz. İsanın üstteki cümlesinin devamıdır.
Veya bu tâati iktiza eden şeye delâlet etmek üzere Allahu Teâlâ’dan bir cümle de olabilir.
65- فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِن بَيْنِهِمْ “Ama gruplar ayrılığa düştüler.”
Bundan murat, Hristiyanların kendi aralarında ihtilafı olabileceği gibi, Hz. İsanın gönderildiği kavimde Yahudilerle Hristiyanların birbiriyle ihtilafa düşmeleri de olabilir.
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ “Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin hâline!”Bahsedilen gün, kıyamet günüdür.
66- هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ “Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?”
Zamir Kureyş’e racidir veya üstteki ayette nazara verilen “zalimler”e de raci olabilir.
Ama onlar,
-Dünya işleriyle meşguliyetlerinden
-Ayrıca, onu inkar etmelerinden dolayı o kıyametten gaflet içindedirler.
67- الْأَخِلَّاء يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلَّا الْمُتَّقِينَ “O gün müttakiler dışında, dostlar birbirine düşmandır.”Dünyada birbiriyle dost olan kimseler, kıyamet günü kendisi için dostluk yaptıkları şeylerin azaba bir sebep olduğunun ortaya çıkmasıyla birbirleriyle olan alakalarını keserler, düşman hâle gelirler.
Takva sahiplerinin birbiriyle dostlukları “el-hubbu fillah” yani “Allah için sevmek” ölçüsüyle olduğundan, dostlukları daima kendilerine fayda verir.
68- يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.”
Ayetin bu kısmı, Allah için birbirini seven müttaki kimselere o günde yapılacak nidayı hikâye eder.
69- الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا “Ki onlar âyetlerimize imân etmişlerdir.”
وَكَانُوا مُسْلِمِينَ “Ve hakka teslim olmuşlardır.”
Onlar, muhlis (samimi) oldukları hâlde iman etmiş kimselerdir.[1>
70- ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete girin.”
71- يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ “Altın tepsiler ve kadehlerle onların etrafında dönülür.”
وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ “Orada canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır.”
Ayette önce bazı cennet nimetleri nazara verilmiş, sonunda ise “canların istediği ve gözlerin lezzet aldığı her şey vardır” denilerek bütün güzelliklerin orada olacağı bildirilmiştir.
وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Ve siz orada ebedî olarak kalacaksınız.”
Çünkü zeval bulan her nimet,
-Koruma külfeti,
-Zeval korkusu,
-Peşinde bir pişmanlık gibi durumları gerektirir.
72- وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “İşte bu, yaptığınız amellere karşılık size mîras verilen cennettir.”
Ayette, amellerin karşılığı mirasa benzetildi.
73- لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ “Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.”
“Onlardan yersiniz” derken “o kadar çok ve devamlı ki, yemekle bitiremezsiniz” manasına işaret vardır.
Muhtemelen Kur’anda cennet nimetlerinin yiyecekler ve elbiseler şeklinde tafsilen anlatılması ve –bunlar cennetin diğer nimetlerine nisbeten hakir olmasına rağmen- Kur’anda tekrarlanması, insanların bunlara şiddetli ihtiyacından dolayıdır.
74- إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ “Şüphesiz mücrimler cehennem azabında devamlı kalacaklardır.”
“Mücrimler” ifadesinden murat kâfirlerdir. Çünkü buradaki ayetlerde mü’minlere mukabil olarak anlatılmaktadırlar ve onlarla ilgili hikâye edilenler kâfirlere has durumlardır.[2>
75- لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ “Azapları hafifletilmez.”
فِيهِ مُبْلِسُونَ “Ve onlar azap içinde ümitsizdirler.”
Ölümle veya başka şekilde onlar için bir kurtuluş yoktur.
76- وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ “Biz onlara zulmetmedik.”
وَلَكِن كَانُوا هُمُ الظَّالِمِينَ “Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.”
77- وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ “(Görevli meleğe şöyle seslenirler
“Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.”
قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ “O da der: Şüphesiz siz kalacaksınız.”
78- لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ “Andolsun, size hakkı getirdik.”
Peygamberler göndererek ve kitaplar indirerek biz size hakkı getirmiştik.
Ayetin bu kısmı, onlara verilen cevabın tetimmesidir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ “Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayan kimselersiniz.”
Hakka uymada,
-Nefsin yorulması,
-Ve azaların belli kurallara uyması söz konusu olduğundan, çoğunuz haktan hoşlanmıyordunuz.
79- أَمْ أَبْرَمُوا أَمْرًا “Yoksa bir işe kesin karar mı verdiler?”
Yoksa onlar haktan hoşlanmamakla yetinmeyip onu yalanlamak ve reddetmek hususunda tam bir karar mı verdiler?
فَإِنَّا مُبْرِمُونَ “Şüphesiz biz de kararlıyız.”
Öyleyse, biz de onları cezalandırmada tam kararlıyız.
Önceki ayette onlara hitap edilirken, burada onlardan gıyabî olarak (üçüncü şahıslar şeklinde) bahsedilmesi, bu hâlin haktan hoşlanmamak hâllerinden çok daha kötü olduğunu hissettirmek içindir.
Ayetin şu manası da olabilir. “Yoksa o müşrikler Peygambere tuzak kurmada işlerini sağlam mı yaptılar? Biz de onlara tuzak kurmada işimizi sağlam yaptık!”
Ayetin devamı bunu teyit eder:
80- أَمْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم “Yoksa onların sırlarını ve fısıldaşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar?”
بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ “Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.”
81- قُلْ إِن كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ “De ki: Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ona ibadet edenlerin ilki ben olurdum.”
Çünkü Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen, O’nun hakkında sahih olanla olmayanı en iyi ayırt edendir. Allahın tazimi hususunda da, tazimi gerektiren şeyleri en iyi yapandır. Oğluna saygı duymak, onun babasına saygı duymak anlamına gelir. Bu ifadelerden, -haşa- Allahın bir oğlu olduğu ve ona ibadet edilmesi gerektiği anlaşılmamalıdır. Çünkü muhal bir şey, bazan muhali gerektirir.
Bu ifadelerden murat, en beliğ bir şekilde hem Allah için bir evlat söz konusu olmayacağını, hem de böyle bir ibadetin olmadığını anlatmaktır. Benzeri bir faraziyeyi şu ayette görürüz:
“Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22)
Ancak iki ayet arasında şöyle bir fark vardır: “Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların düzeni bozulurdu.” ayeti “şayet” şeklinde başlar ve bu ifade iki tarafın da nefyini hissettirir.[3>
Konumuz olan ayette ise “eğer” kelimesi kullanılmıştır. Bu ise, iki tarafın ne nefyini ne de zıddını hissettirmez. Çünkü bu ifade, sadece şartiyet bildirir. Allahın –haşa- evlâdı olmadığı, melzumun olmadığına delâlet eden lazımın nefyi ile malumdur.[4>
Ayette “eğer” ifadesinin kullanılması Hz. Peygamberin Allah için evlât olmasını inkârının bir inad ve muhalefetten kaynaklanmadığına delâlet içindir. Şayet Allahın evlâdı olsaydı, O bunu itiraf ve kabul hususunda insanların en önde geleni olurdu.
Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Eğer siz O’nun çocuğu olduğunu iddia ediyorsanız, ben sizi yalanlayanların ve tek Allah’a ibadet edenlerin ilki olurum.
Veya veledi olan bir ilahtan ve ona ibadetten yüz çevirenlerin ilki olurum.
82- سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ “Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.”
Gökler, yer ve arş, kendileri gibileri meydana getiren diğer cisimlerden farklı iken, bunları yoktan icad eden ve yaratan zâtın –haşa- kendi gibi bir ilah meydana getirmesi nasıl düşünülür?!
8ّ3- فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ “Öyleyse bırak onları, vaat edildikleri güne kavuşana kadar dalsınlar ve oynasınlar.”Öyleyse bırak onları batıllarına dalsınlar, kendi dünyalarında oynasınlar.
“Vaat edildikleri güne.”Bu günden murat, kıyamet günüdür.
Ayette onların Allaha evlat nisbet etmelerinin bir cehalet ve hevâya uymak olduğuna, bunların kalplerinin mühürlü olup ahirette azap göreceklerine bir delâlet vardır.
84- وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ “O ki, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.”
وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ “Ve O, Hakîm – Alîm’dir.”
Her ikisinde de ibadet edilmeye layık olan O’dur.
Ayette semavî ve arzî ilahların (batıl mabutların) nefyi ve ilah olmaya layık olanın sadece Allah olduğunu bildirmek vardır.
85- وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا “Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir!”
وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.”
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”
86- وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ “O’nun dışında taptıkları şeyler şefaat edemezler.”
إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ “Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler müstesna.”
Müşrikler “bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimiz” diye iddia ediyorlardı.
Burada istisna muttasıl veya munfasıl olabilir.
Birinciye göre, melekler ve Hz. İsa da ilk hükme dâhil olduklarından, bu cümleyle istisna edilmişlerdir.[5>
İkinciye göre ise, ayetin manası sırf putlara yöneliktir. Yani, onların taptıkları putlar, şefaat etmeye mâlik değillerdir. Ancak bilerek hakka şehadet edenler (peygamberler, melekler…) şefaat edeceklerdir.
87- وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ “Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler.”
O batıl mabutlara tapanlara veya taptıkları mabutlara onları yaratanın kim olduğunu sorsan, mesele gayet aşikar ve inkârı gayr-ı kabil olduğundan, ister istemez “Allah” diyecekler.
فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ “Öyleyken nasıl döndürülüyorlar?”
Böyle iken, nasıl oluyor da Allahı bırakıp başkasına ibadete yöneliyorlar?!
88- وَقِيلِهِ “Onun (Peygamberin) sözü şu olmuştur:”
Ayet, seksenbeşinci ayetteki “Kıyametin ilmi yalnız O’nun katındadır.” ifadesine atfedilmiştir. Yani, Allah kıyametin ne zaman kopacağını bildiği gibi, peygamberinin şöyle demesini de bilir:
يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ لَّا يُؤْمِنُونَ “Ya Rabbi! Şüphesiz bunlar iman etmeyen bir kavimdir.”
89- فَاصْفَحْ عَنْهُمْ “Öyleyse sen onları hoş gör.”
Öyleyse Sen onların imanından ümidini keserek kendilerini davetten yüz çevir.
وَقُلْ سَلَامٌ “Ve “selâm size” de.”
“Sizden istediğimiz selâmet ve mütarekedir” de.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Artık sonra bilecekler.”
Ayetin bu kısmı Hz. Peygamber için bir teselli ve onlar için de bir tehdittir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Zuhruf sûresini okursa, haklarında “Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.” (Zuhruf, 68) denilenlerden olur.”
[1> Yani, onların imanı münafıklar gibi değildir.
[2> Beydâvî’nin “mücrimler” ifadesini “kâfirler” şeklinde açıklaması yanlış anlamayı önlemek içindir. Çünkü, “mücrim” ifadesi kelime anlamı itibarıyla “cürüm işleyen, suçlu” manasındadır. Bu mana itibarıyla ehl-i imana da şümûlü vardır. Çünkü hemen her ehl-i imanın bir şekilde günahları da vardır ve bu yönüyle “mücrim”dir. Ama ayette anlatılan durum, suçluluğun zirvesinde olan kâfirlerle alakalıdır.
[3> Yani, göklerde ve yerde Allah dışında ilahlar yoktur, dolayısıyla gökler ve yer bozulmamakta, dengeli bir şekilde devam etmektedir.
[4>Yani, Allahın evladı olsaydı ona da ibadet etmek gerekirdi. Hz. Peygamber Allahı en iyi bilen kimse olarak sadece Allaha ibadet ettiğine göre, Allah için evlât söz konusu değildir ve olamaz.
[5> Yani, onların şefaatçi olduklarına inandıkları batıl mabutlar asla şefaatçi olamazlar. Ama Hz. İsa ve melekler, Allahın verdiği şefaat izniyle şefaatçi olacaklardır. Çünkü bunlar, bilerek hakka şehadet etmektedirler. Bazılarının yanlış olarak bunlara ilahlık payesi vermesi, onların şefaatçi olmalarına engel değildir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren