Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- حم “Hâ, mîm.”
2- تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ “Kitab’ın indirilişi, Azîz – Hakîm olan Allah tarafındandır.”
3- إِنَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Şüphesiz, göklerde ve yerde, mü’minler için nice ayetler vardır.”
Ayet, zâhirine göre göklerde ve yerde nice ayetler olduğunu ifade eder. Ancak, devamında yaratmak kelimesinin kullanılmasından hareketle “göklerin ve yerin yaratılmasında nice ayetler vardır” manasına da gelebilir.
4- وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِن دَابَّةٍ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yaydığı her bir canlıda da yakinen inanan bir toplum için nice ayetler vardır.”
Gerek insanın yaratılışında, gerekse Allahın çeşit çeşit hayvanları yaymasında, bunların hayatını devam ettireceği şeyleri bir araya getirmesi gibi hâllerde Sani-i Muhtarın (irade sahibi bir sanatkârın) varlığına deliller vardır.
5- وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ “Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın semadan rızık indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır.”
“Semadan indirilen rızık”tan murat yağmurdur. Çünkü yağmur, rızkın sebebidir.
Rüzgârın muhtelif şekillerde ve muhtelif cihetlere gönderilmesinde aklını kullananlara ayetler vardır.
Bu üç ayette, Allahın tekvînî ayetlerinin sırasıyla
-Mü’minler,
-Yakinen inananlar,
-Aklını kullananlar için olduğunun nazara verilmesi, bu tekvînî ayetlerin dakiklik ve açıklık yönüyle farklı farklı olmasındandır.
6- تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ “İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir, onları sana hak olarak okuyoruz.”
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ “Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?”
Ayette Allahın isminin önce gelmesi, manayı kuvvetlendirmek ve tazim içindir.
Veya “Allah, sözün en güzelini müteşabih, mesani (ahenkli) bir kitap olarak indirdi.” (Zümer, 23) ayetinde olduğu gibi buradaki “söz”den murat “Allahın sözü” manasında Kur’an-ı Kerimdir.
“Allahın ayetleri”nden murat, O’nun üstteki ayetlerde nazara verilen delilleridir.
Veya Kur’an kastedilmiştir. Bu durumda bunların bir birine atfı, vasıf olarak farklı vasıfların nazara verilmesindendir.
7- وَيْلٌ لِّكُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ “Her günahkâr iftiracının vay hâline!”
8- يَسْمَعُ آيَاتِ اللَّهِ تُتْلَى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا “Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir.” Ayetlere inanmaya karşı büyüklük taslar.
Ayetteki “sonra” ifadesi, ayetleri işittikten sonra küfürde ısrarın makul olmayışını ifade içindir.
فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!”
Küfürde ısrarına mukabil, onu elîm bir azapla müjdele.
Ayetteki müjde, asıl manasıyladır veya tehekküm, yani ince bir alay bildirir.
9- وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا “Âyetlerimizden bir şey öğrenince onu alaya alır.”
أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ “Onlar için zillet verici bir azap vardır!”
Ayette şöyle bir manayı hissettirmek söz konusudur: Böylesi kimse, kelâm işitip de bunun ayetlerimizden olduğunu bildiğinde, duyduğuyla sınırlı kalmadan hemen bütün ayetlerle istihza etmeye başlar.[1>
10- مِن وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ “Onların vera’sında cehennem vardır.”
“Onların verasında” ifadesi iki şekilde anlaşılabilir:
1-“Önlerinde cehennem vardır.” Çünkü ona müteveccihtirler.
2-“Arkalarında cehennem vardır.” Çünkü cehennem, ecellerinden sonradır.
وَلَا يُغْنِي عَنْهُم مَّا كَسَبُوا شَيْئًا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء “Kazandıkları ve Allah’tan başka edindikleri dostlar onlara hiçbir fayda vermez.”
Onların mal, evlat gibi kazançları, Allahın azabından herhangi bir şeyi gidermez.
Taptıkları putlar da bir işe yaramaz.
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Onlar için çok büyük bir azap vardır.”
Onlar için dayanılmaz çok büyük bir azap vardır.
11- هَذَا هُدًى “İşte bu, bir hidayettir.”
“İşte bu” ifadesi, devamından anlaşıldığı gibi, Kur’ana işaret eder.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مَّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ “Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise, elem dolu çok kötü bir azap vardır.”
12- اللَّهُ الَّذِي سخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “O Allah ki, içinde gemilerin emriyle akıp gitmesi, Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verdi.”
Allah, denizin sathını düz yaptı, gemilerin üzerinde kalabileceği ve dalmaya engel olmayacak özellikte yarattı.
İnsanlar deniz vasıtasıyla ticaret yaparlar, dalgıçlık ve avcılık yaparak içindekilerden yararlanırlar.
13- وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından size itaat ettirdi.”
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır.
Allahın sanatlarında tefekkür edenler için bunda nice ayetler / ibretler vardır.
14- قُل لِّلَّذِينَ آمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذِينَ لا يَرْجُون أَيَّامَ اللَّهِ “İman edenlere söyle: Allah’ın günlerini ummayanları (şimdilik) bağışlasınlar.”
“Eyyamullah” “Allahın günleri” demektir. Arabların tarihinde önemli vakalar için “eyyamu’l-Arab” denildiği gibi, taraf-ı ilâhîden Allah düşmanlarına verilen cezalar için “Allahın günleri” denilir.
Bundan murat, Allahın mü’minlere yardım etmek, sevaplarını vermek gibi vaatlerinin tahakkuk zamanı da olabilir.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet Hz. Ömer hakkında nazil oldu. Gıfar kabilesinden biri kendisine çirkin söz söyleyince onu yakalayıp cezalandırmak istemişti.
Bu ayetin, kıtal ayetiyle mensuh olduğunu söyleyenler de olmuştur.
لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِما كَانُوا يَكْسِبُونَ “Çünkü Allah her bir kavme kazandıklarının karşılığını verecektir.”
Ayetteki “kavim” ifadesinden murat mü’minler olabileceği gibi, kâfirler de olabilir. Veya her ikisini beraberce şümûlüne alır.
“Kavim” ifadesi ayette, elif-lâmsız gelmiştir. Bundan murat mü’minler olduğunda tazim manası, kâfirler olduğunda ise tahkir manası ifâde eder.
Kesplerinin karşılığını almak noktasından baktığımızda ise, mü’minler bağışlamalarının, kâfirler ise kötülüklerinin karşılığını alacaklardır.
15- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ “Kim salih bir amel işlerse, kendi lehine işlemiş olur.”
وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا “Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur.”
ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ “Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
O da amellerinizin karşılığını verecektir.
16- وَلَقَدْ آتَيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ “Andolsun ki biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik vermiştik.”Kitaptan murat Tevrattır. Hükümden murat ise, nazarî ve amelî (teorik ve pratik) hikmet veya kul haklarını ihlâlde söz konusu olan hükümlerdir.
Diğer Milletlere nisbeten kendilerinde pek çok peygamber gelmişti.
وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ “Onları temiz rızıklarla rızıklandırmıştık.”
وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ “Ve onları âlemlere üstün kılmıştık.”Öyle ki, başkalarına vermediğimizi bunlara verdik.
17- وَآتَيْنَاهُم بَيِّنَاتٍ مِّنَ الْأَمْرِ “Onlara din konusunda açık deliller verdik.”
Din meselesinde onlara deliller verdik. Mu’cizeler de bu delillere dâhildir.
Denildi ki: Bundan murat, Hz. Muhammedin (asm) doğruluğunu ortaya koyan ayetler olabilir.
فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ “Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, ancak aralarındaki hasetten dolayı ayrılığa düştüler.”
Sırf düşmanlık ve hased duygularıyla böyle ihtilaf ettiler.
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “Şüphesiz Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.”
Allah, muaheze ve cezalandırmak suretiyle kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
18- ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ “Sonra seni din hususunda bir şeriat üzere kıldık.”
فَاتَّبِعْهَا “Sen ona tâbi ol!”Sen, delillerle sabit olan kendi şeriatına tâbi ol.
وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ “Bilmeyenlerin hevâlarına uyma.”
Şehvetine tâbi olan cahillerin görüşlerine uyma.
Bunlar, Kureyşin reisleridir.
Hz. Peygambere “atalarının dinine dön” demişlerdi.
19- إِنَّهُمْ لَن يُغْنُوا عَنكَ مِنَ اللَّهِ شَيئًا “Çünkü onlar, Allah’a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar.”
وإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ “Şüphesiz zalimler birbirinin dostlarıdır.”
Çünkü, aynı cinsten olmak, beraber olmaya sebeptir. Dolayısıyla, Sen onların hevâlarına uyarak kendilerine dostluk gösterme.
وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ “Allah ise müttakilerin dostudur.”
Böyle olunca, takva ile ve O’nun bildirdiği şeriata uymak suretiyle Allaha yönel.
20- هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ “İşte bu, insanlar için basiret nurlarıdır.”
İşte bu, insanlar için onlara kurtuluş cihetini gösteren apaçık delillerdir.
“İşte bu” ifadesi ile kastedilen Kur’andır veya şeriata tâbi olmaktır.
وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمِ يُوقِنُونَ “Yakînen inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir.”
Ve dalaletten kurtarıcı bir hidayettir.
Ve Allahtan bir nimettir.
Bunun böyle olması, yakîn talep edenler içindir.
21- أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ “Yoksa kötü işlerle uğraşanlar, kendilerini iman eden ve salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar?”Mü’minler ve kâfirler şu dünya hayatında rızık ve sıhhat gibi bazı cihetlerde müsavidirler. Ama ölüm sonrasında durumlar çok değişecek, mü’minler hoş bir hâlde ikrama mazhar olurken, kâfirler yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
سَاء مَا يَحْكُمُونَ “Ne kötü hüküm veriyorlar!”
[1> Yani, bu durumda olan biri Allahın ayetleri hakkında yanlış ön kabulle hareket eder. Duyduğu ilâhî ayet hakkında insafla bakıp anlamaya çalışmak yerine, laubali bir şekilde dalga geçer.
22- وَخَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ “Allah, gökleri ve yeri, hak ile yarattı.”
Ayet, önceki hükme bir delil gibidir. Şöyle ki: Göklerin ve yerin hak ile yaratılması adaleti iktiza eder. Bu ise mazlumun hakkını zâlimden almayı, kötülük yapanla iyilik yapan arasında farklılık olmasını gerektirir. Hayatta iken bu olmadığında, öldükten sonra farklı olmaları kaçınılmaz olur.
وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ “Ta ki her nefsis yaptığının karşılığını bulsun.”
Bunun evvelinde mukadder bir illet cümlesi düşünülebilir. O zaman mana şöyle olur: Allah gökleri ve yeri, kudretine delil olsun ve her nefis kendi kazancına göre karşılık bulsun diye yarattı.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve onlara zulmedilmez.”
Onlara
-Sevapları azaltılarak
-Veya cezaları artırılarak zulmedilmez. Allah şayet böyle de yapsa aslında zulüm değilken buna “zulüm” denilmesi, bir başkası yapmış olsa zulüm olacağı cihetledir.[1>
Allah’ın şeklen zulüm gibi görülen fiilleri, insanları denemek, imtihan etmek içindir.
23- أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ “Hevâsını ilâhı edineni gördün mü?”
Hüdaya tâbi olmayı terk edip hevâya uydu, sanki hevâsına tapar hâle geldi.
وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ “Allah onu bir ilim üzere saptırdı.”Allah onun dalâletini ve ruh cevherinin bozulmasını bilerek, kendisini yüzüstü bıraktı, yoldan saptırdı.
وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ “Kulağını ve kalbini mühürledi.”
Bunun sonucu olarak artık verilen öğütlere aldırmaz, ayetler hakkında düşünmez.
وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً “Ve gözüne de perde çekti.”Dolayısıyla basiret ve ibret gözüyle bakmaz.
فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ “Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verebilir?”
Artık Allahın saptırmasından sonra kim onu hidayete sevk edebilir?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hala düşünmez misiniz?”
24- وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا “Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur.”
نَمُوتُ وَنَحْيَا “Ölürüz ve yaşarız.”
Nutfe iken ve daha evvelinde ölü idik, ardından hayat bulduk.
Veya ruhlarımız ölür, çocuklarımızın hayatlarının devamı ile biz de yaşarız.
Veya bazımız ölür, bazımız yaşar.
Veya ölüm ve hayat şu dünyada bize isabet eder, bunun devamında başka bir hayat yok!
Bununla tenasühü murat etmeleri de muhtemeldir. Çünkü tenasüh inancı, puta tapanların çoğunda görülen bir durumdur.
وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ “Bizi ancak zaman yok eder.”
Bizi ancak zamanın geçmesi helâk eder.
Dehr kelimesi, aslında âlemin bekası müddetidir.
وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ “Bu hususta onların hiç bir bilgisi yoktur.”
Onların olayları müstakil olarak feleklerin hareketine ve bununla alakalı şeylere bağlamaları veya öldükten sonraki hayatı inkâr etmeleri, ilme dayalı bir inanç değildir.
إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ “Onlar ancak zanda bulunuyorlar.”
Çünkü, bu konuda bir delilleri yoktur. Bunu,
-Taklide
-Ve duyularıyla muhatap olmadıkları şeyi inkâra binâ ederek söylediler.
25- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin” demek oldu.”
Onların inançlarının tersine delalet eden apaçık ayetlerimiz onlara okunduğunda “haydi ölmüş ecdadımızı diriltin de görelim!” dediler.
Ayette onların böyle demelerine “hüccet” yani delil denilmesi, onların kabulüne göredir.
Veya “onların birbirlerine selâmları karşılıklı tokat atmaktır” deyiminde olduğu gibidir. Çünkü, bir şeyin meydana gelmeyişinden, mutlak manada onun imkansızlığı lâzım gelmez.[2>
26- قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ “De ki: “Allah sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde sizi bir araya getirecek.”De ki: Hüccetlerin delâlet ettiği üzere, Allah size hayat verir, sonra da sizi öldürür.
Çünkü yoktan yaratan, yeniden yaratmaya da kâdirdir. Daha önceleri de pek çok kereler nazara verildiği üzere, ilâhî hikmet insanların amellerinin karşılığını vermek için ikinci bir hayatı iktiza etmektedir.
Mu’cizelerle doğruluğu sabit olan ilâhî vaad de, bunun vukuuna delâlet eder.
Durum böyle olunca, aslında onların ecdadını hemen diriltivermek mümkündür, ama ilâhî hikmet amellerinin karşılığını vermek üzere kıyamet günü diriltilmelerini iktiza etmiştir.
وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Lakin insanların çoğu bilmezler.”
Lakin insanların çoğu,
-Az düşünmelerinden
-Ve nazarlarını sadece duyularına hasretmelerinden dolayı bunu bilmezler.
27- وَلَلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرضِ “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
Ayet, Allahın kudretinin hayata ve ölüme bakan cihetinden sonra, her şeye yettiğinin nazara verilmesidir.
وَيَومَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ “Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.”
28- وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً “(O gün) her ümmeti diz çökmüş bir halde görürsün.”
كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا “Her ümmet kendi amel defterine çağrılır.”
Onlara şöyle denilir:
الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Bugün yaptığınız amellerin karşılığını göreceksiniz.”
29- هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ “İşte kitabımız, size karşı gerçeği konuşuyor.”
Cenab-ı Hakkın “İşte kitabımız” diye amel defterlerini kendine nisbet etmesi, ilgili meleklere insanların amellerini kaydetmelerini emretmesi cihetiyledir.
Bu kitap, ne bir eksik ne de fazla, yaptıklarınızın tamamına şehadette bulunur.
إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.”
Yaptıklarınızı kaydetmelerini meleklere emretmiştik.
30- فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِي رَحْمَتِهِ “İman edip salih ameller yapanlara gelince; Rableri onları rahmetine alır.”
Yani, onları rahmetinin tecelligâhından olan cennete alır.
ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ “İşte, apaçık kurtuluş budur.”
Şaibelerden hâlis olduğu için, işte bu açık bir kurtuluştur.
31- وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا “İnkar edenlere gelince:”
أَفَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ “Ayetlerim size okunmadı mı?”
Onlara denilir ki: Elçilerim size gelip de ayetlerimi sizlere okumadı mı?
فَاسْتَكْبَرْتُمْ “Ama siz büyüklük tasladınız.”Ama siz, bunlara imana yanaşmadınız.
وَكُنتُمْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ “Ve günah işleyen bir kavim oldunuz.”
Cürüm işlemek âdeti olan bir topluluk oldunuz.
32- وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم “Allah’ın vaadi gerçektir ve O kıyâmetin geleceğinde şüphe yoktur” denildiğinde şöyle dediniz:”
مَّا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ “Kıyamet nedir, bilmiyoruz.”
إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّا “Yalnız bir zandan ibârettir sanıyoruz.”
وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ “Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz.”
Bunun mümkün olduğuna yakinen inananlardan değiliz.
Muhtemelen bu ifade, onlardan bazılarının ifadesidir. Kıyametle ilgili atalarından duyduklarıyla kendilerine okunan ayetler arasında tereddüt içinde kalmışlar ve böyle söylemişlerdir.
33- وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا “Ve yaptıkları amellerin kötülüğü gözlerinin önüne serildi.”
Yapmış oldukları işlerin gerçek yüzünü tanıdılar, çirkin olduğunu ve akıbetinin vahim olduğunu anladılar.
Veya bundan murat, amellerinin karşılığıdır.
وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Ve alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.”
34- وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا “Onlara şöyle denildi:“Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unuturuz.”Unutulmuş insanın terk edilmesi gibi, sizi azap içinde terk ederiz.
وَمَأْوَاكُمْ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن “Barınağınız ateştir.”
نَّاصِرِينَ “Size bir yardımcı da yoktur.”
Sizi bundan kurtaracak bir yardımcı da yoktur.
35- ذَلِكُم بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا “Bunun sebebi şudur: Siz Allah’ın âyetlerini alaya aldınız.”
وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا “Ve dünya hayatı sizi aldattı.”
Bunun sebebi şu: Çünkü siz Allahın ayetleriyle istihza ettiniz ve onlar hakkında hiç düşünmediniz.Böylece, bu hayattan başka bir hayat yok zannettiniz.
فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا “Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmazlar.”
وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ “Ve kendilerinden özür dilemeleri de istenmez.”
3ّ6- فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Artık her türlü hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Çünkü bunların hepsi O’ndan bir nimettir ve kudretinin kemâline delâlet etmektedir.
37- وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde kibriya O’na aittir.”
Çünkü, göklerde ve yerde Allahın kibriyasının (büyüklüğünün) eserleri görülür.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Ve O, Azîz – Hakîm’dir.”O Aziz’dir, mağlup olmaz.Hakîm’dir, takdir ettiği ve hükmettiği şeylerde hikmet sahibidir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Casiye sûresini okusa Allah hesap günü onun ayıplarını örter, kalbine sükûnet verir.”
[1> Zulüm, başkasının malında yapılan haksız tasarruftur. Bu zâviyeden bakıldığında Allah için –haşa- bir zulüm söz konusu olamaz. Çünkü bütün her şeyin yaratıcısı ve sahibi O’dur. Mülkün mâliki, kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur.
[2> Mesela, ömründe hiç kış görmemiş birine, yaz mevsiminde iken kıştan bahsedilse “haydi getirin de görelim” diyebilir. Ama o anda kışın olmayışı, “kış gelmeyecek” demek değildir. Gelecektir, ama zamanı vardır. Benzeri bir durum, öldükten sonraki diriliş için söz konusudur.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
2- تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ “Kitab’ın indirilişi, Azîz – Hakîm olan Allah tarafındandır.”
3- إِنَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِّلْمُؤْمِنِينَ “Şüphesiz, göklerde ve yerde, mü’minler için nice ayetler vardır.”
Ayet, zâhirine göre göklerde ve yerde nice ayetler olduğunu ifade eder. Ancak, devamında yaratmak kelimesinin kullanılmasından hareketle “göklerin ve yerin yaratılmasında nice ayetler vardır” manasına da gelebilir.
4- وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِن دَابَّةٍ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yaydığı her bir canlıda da yakinen inanan bir toplum için nice ayetler vardır.”
Gerek insanın yaratılışında, gerekse Allahın çeşit çeşit hayvanları yaymasında, bunların hayatını devam ettireceği şeyleri bir araya getirmesi gibi hâllerde Sani-i Muhtarın (irade sahibi bir sanatkârın) varlığına deliller vardır.
5- وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ “Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın semadan rızık indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır.”
“Semadan indirilen rızık”tan murat yağmurdur. Çünkü yağmur, rızkın sebebidir.
Rüzgârın muhtelif şekillerde ve muhtelif cihetlere gönderilmesinde aklını kullananlara ayetler vardır.
Bu üç ayette, Allahın tekvînî ayetlerinin sırasıyla
-Mü’minler,
-Yakinen inananlar,
-Aklını kullananlar için olduğunun nazara verilmesi, bu tekvînî ayetlerin dakiklik ve açıklık yönüyle farklı farklı olmasındandır.
6- تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ “İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir, onları sana hak olarak okuyoruz.”
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ “Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?”
Ayette Allahın isminin önce gelmesi, manayı kuvvetlendirmek ve tazim içindir.
Veya “Allah, sözün en güzelini müteşabih, mesani (ahenkli) bir kitap olarak indirdi.” (Zümer, 23) ayetinde olduğu gibi buradaki “söz”den murat “Allahın sözü” manasında Kur’an-ı Kerimdir.
“Allahın ayetleri”nden murat, O’nun üstteki ayetlerde nazara verilen delilleridir.
Veya Kur’an kastedilmiştir. Bu durumda bunların bir birine atfı, vasıf olarak farklı vasıfların nazara verilmesindendir.
7- وَيْلٌ لِّكُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ “Her günahkâr iftiracının vay hâline!”
8- يَسْمَعُ آيَاتِ اللَّهِ تُتْلَى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا “Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir.” Ayetlere inanmaya karşı büyüklük taslar.
Ayetteki “sonra” ifadesi, ayetleri işittikten sonra küfürde ısrarın makul olmayışını ifade içindir.
فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!”
Küfürde ısrarına mukabil, onu elîm bir azapla müjdele.
Ayetteki müjde, asıl manasıyladır veya tehekküm, yani ince bir alay bildirir.
9- وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا “Âyetlerimizden bir şey öğrenince onu alaya alır.”
أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ “Onlar için zillet verici bir azap vardır!”
Ayette şöyle bir manayı hissettirmek söz konusudur: Böylesi kimse, kelâm işitip de bunun ayetlerimizden olduğunu bildiğinde, duyduğuyla sınırlı kalmadan hemen bütün ayetlerle istihza etmeye başlar.[1>
10- مِن وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ “Onların vera’sında cehennem vardır.”
“Onların verasında” ifadesi iki şekilde anlaşılabilir:
1-“Önlerinde cehennem vardır.” Çünkü ona müteveccihtirler.
2-“Arkalarında cehennem vardır.” Çünkü cehennem, ecellerinden sonradır.
وَلَا يُغْنِي عَنْهُم مَّا كَسَبُوا شَيْئًا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء “Kazandıkları ve Allah’tan başka edindikleri dostlar onlara hiçbir fayda vermez.”
Onların mal, evlat gibi kazançları, Allahın azabından herhangi bir şeyi gidermez.
Taptıkları putlar da bir işe yaramaz.
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Onlar için çok büyük bir azap vardır.”
Onlar için dayanılmaz çok büyük bir azap vardır.
11- هَذَا هُدًى “İşte bu, bir hidayettir.”
“İşte bu” ifadesi, devamından anlaşıldığı gibi, Kur’ana işaret eder.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مَّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ “Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise, elem dolu çok kötü bir azap vardır.”
12- اللَّهُ الَّذِي سخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “O Allah ki, içinde gemilerin emriyle akıp gitmesi, Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verdi.”
Allah, denizin sathını düz yaptı, gemilerin üzerinde kalabileceği ve dalmaya engel olmayacak özellikte yarattı.
İnsanlar deniz vasıtasıyla ticaret yaparlar, dalgıçlık ve avcılık yaparak içindekilerden yararlanırlar.
13- وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından size itaat ettirdi.”
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için âyetler vardır.
Allahın sanatlarında tefekkür edenler için bunda nice ayetler / ibretler vardır.
14- قُل لِّلَّذِينَ آمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذِينَ لا يَرْجُون أَيَّامَ اللَّهِ “İman edenlere söyle: Allah’ın günlerini ummayanları (şimdilik) bağışlasınlar.”
“Eyyamullah” “Allahın günleri” demektir. Arabların tarihinde önemli vakalar için “eyyamu’l-Arab” denildiği gibi, taraf-ı ilâhîden Allah düşmanlarına verilen cezalar için “Allahın günleri” denilir.
Bundan murat, Allahın mü’minlere yardım etmek, sevaplarını vermek gibi vaatlerinin tahakkuk zamanı da olabilir.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet Hz. Ömer hakkında nazil oldu. Gıfar kabilesinden biri kendisine çirkin söz söyleyince onu yakalayıp cezalandırmak istemişti.
Bu ayetin, kıtal ayetiyle mensuh olduğunu söyleyenler de olmuştur.
لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِما كَانُوا يَكْسِبُونَ “Çünkü Allah her bir kavme kazandıklarının karşılığını verecektir.”
Ayetteki “kavim” ifadesinden murat mü’minler olabileceği gibi, kâfirler de olabilir. Veya her ikisini beraberce şümûlüne alır.
“Kavim” ifadesi ayette, elif-lâmsız gelmiştir. Bundan murat mü’minler olduğunda tazim manası, kâfirler olduğunda ise tahkir manası ifâde eder.
Kesplerinin karşılığını almak noktasından baktığımızda ise, mü’minler bağışlamalarının, kâfirler ise kötülüklerinin karşılığını alacaklardır.
15- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ “Kim salih bir amel işlerse, kendi lehine işlemiş olur.”
وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا “Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur.”
ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ “Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
O da amellerinizin karşılığını verecektir.
16- وَلَقَدْ آتَيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ “Andolsun ki biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik vermiştik.”Kitaptan murat Tevrattır. Hükümden murat ise, nazarî ve amelî (teorik ve pratik) hikmet veya kul haklarını ihlâlde söz konusu olan hükümlerdir.
Diğer Milletlere nisbeten kendilerinde pek çok peygamber gelmişti.
وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ “Onları temiz rızıklarla rızıklandırmıştık.”
وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ “Ve onları âlemlere üstün kılmıştık.”Öyle ki, başkalarına vermediğimizi bunlara verdik.
17- وَآتَيْنَاهُم بَيِّنَاتٍ مِّنَ الْأَمْرِ “Onlara din konusunda açık deliller verdik.”
Din meselesinde onlara deliller verdik. Mu’cizeler de bu delillere dâhildir.
Denildi ki: Bundan murat, Hz. Muhammedin (asm) doğruluğunu ortaya koyan ayetler olabilir.
فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ “Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, ancak aralarındaki hasetten dolayı ayrılığa düştüler.”
Sırf düşmanlık ve hased duygularıyla böyle ihtilaf ettiler.
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “Şüphesiz Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.”
Allah, muaheze ve cezalandırmak suretiyle kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
18- ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ “Sonra seni din hususunda bir şeriat üzere kıldık.”
فَاتَّبِعْهَا “Sen ona tâbi ol!”Sen, delillerle sabit olan kendi şeriatına tâbi ol.
وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ “Bilmeyenlerin hevâlarına uyma.”
Şehvetine tâbi olan cahillerin görüşlerine uyma.
Bunlar, Kureyşin reisleridir.
Hz. Peygambere “atalarının dinine dön” demişlerdi.
19- إِنَّهُمْ لَن يُغْنُوا عَنكَ مِنَ اللَّهِ شَيئًا “Çünkü onlar, Allah’a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar.”
وإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ “Şüphesiz zalimler birbirinin dostlarıdır.”
Çünkü, aynı cinsten olmak, beraber olmaya sebeptir. Dolayısıyla, Sen onların hevâlarına uyarak kendilerine dostluk gösterme.
وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ “Allah ise müttakilerin dostudur.”
Böyle olunca, takva ile ve O’nun bildirdiği şeriata uymak suretiyle Allaha yönel.
20- هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ “İşte bu, insanlar için basiret nurlarıdır.”
İşte bu, insanlar için onlara kurtuluş cihetini gösteren apaçık delillerdir.
“İşte bu” ifadesi ile kastedilen Kur’andır veya şeriata tâbi olmaktır.
وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمِ يُوقِنُونَ “Yakînen inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir.”
Ve dalaletten kurtarıcı bir hidayettir.
Ve Allahtan bir nimettir.
Bunun böyle olması, yakîn talep edenler içindir.
21- أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ “Yoksa kötü işlerle uğraşanlar, kendilerini iman eden ve salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar?”Mü’minler ve kâfirler şu dünya hayatında rızık ve sıhhat gibi bazı cihetlerde müsavidirler. Ama ölüm sonrasında durumlar çok değişecek, mü’minler hoş bir hâlde ikrama mazhar olurken, kâfirler yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
سَاء مَا يَحْكُمُونَ “Ne kötü hüküm veriyorlar!”
[1> Yani, bu durumda olan biri Allahın ayetleri hakkında yanlış ön kabulle hareket eder. Duyduğu ilâhî ayet hakkında insafla bakıp anlamaya çalışmak yerine, laubali bir şekilde dalga geçer.
22- وَخَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ “Allah, gökleri ve yeri, hak ile yarattı.”
Ayet, önceki hükme bir delil gibidir. Şöyle ki: Göklerin ve yerin hak ile yaratılması adaleti iktiza eder. Bu ise mazlumun hakkını zâlimden almayı, kötülük yapanla iyilik yapan arasında farklılık olmasını gerektirir. Hayatta iken bu olmadığında, öldükten sonra farklı olmaları kaçınılmaz olur.
وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ “Ta ki her nefsis yaptığının karşılığını bulsun.”
Bunun evvelinde mukadder bir illet cümlesi düşünülebilir. O zaman mana şöyle olur: Allah gökleri ve yeri, kudretine delil olsun ve her nefis kendi kazancına göre karşılık bulsun diye yarattı.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve onlara zulmedilmez.”
Onlara
-Sevapları azaltılarak
-Veya cezaları artırılarak zulmedilmez. Allah şayet böyle de yapsa aslında zulüm değilken buna “zulüm” denilmesi, bir başkası yapmış olsa zulüm olacağı cihetledir.[1>
Allah’ın şeklen zulüm gibi görülen fiilleri, insanları denemek, imtihan etmek içindir.
23- أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ “Hevâsını ilâhı edineni gördün mü?”
Hüdaya tâbi olmayı terk edip hevâya uydu, sanki hevâsına tapar hâle geldi.
وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ “Allah onu bir ilim üzere saptırdı.”Allah onun dalâletini ve ruh cevherinin bozulmasını bilerek, kendisini yüzüstü bıraktı, yoldan saptırdı.
وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ “Kulağını ve kalbini mühürledi.”
Bunun sonucu olarak artık verilen öğütlere aldırmaz, ayetler hakkında düşünmez.
وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً “Ve gözüne de perde çekti.”Dolayısıyla basiret ve ibret gözüyle bakmaz.
فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ “Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verebilir?”
Artık Allahın saptırmasından sonra kim onu hidayete sevk edebilir?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hala düşünmez misiniz?”
24- وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا “Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur.”
نَمُوتُ وَنَحْيَا “Ölürüz ve yaşarız.”
Nutfe iken ve daha evvelinde ölü idik, ardından hayat bulduk.
Veya ruhlarımız ölür, çocuklarımızın hayatlarının devamı ile biz de yaşarız.
Veya bazımız ölür, bazımız yaşar.
Veya ölüm ve hayat şu dünyada bize isabet eder, bunun devamında başka bir hayat yok!
Bununla tenasühü murat etmeleri de muhtemeldir. Çünkü tenasüh inancı, puta tapanların çoğunda görülen bir durumdur.
وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ “Bizi ancak zaman yok eder.”
Bizi ancak zamanın geçmesi helâk eder.
Dehr kelimesi, aslında âlemin bekası müddetidir.
وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ “Bu hususta onların hiç bir bilgisi yoktur.”
Onların olayları müstakil olarak feleklerin hareketine ve bununla alakalı şeylere bağlamaları veya öldükten sonraki hayatı inkâr etmeleri, ilme dayalı bir inanç değildir.
إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ “Onlar ancak zanda bulunuyorlar.”
Çünkü, bu konuda bir delilleri yoktur. Bunu,
-Taklide
-Ve duyularıyla muhatap olmadıkları şeyi inkâra binâ ederek söylediler.
25- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin” demek oldu.”
Onların inançlarının tersine delalet eden apaçık ayetlerimiz onlara okunduğunda “haydi ölmüş ecdadımızı diriltin de görelim!” dediler.
Ayette onların böyle demelerine “hüccet” yani delil denilmesi, onların kabulüne göredir.
Veya “onların birbirlerine selâmları karşılıklı tokat atmaktır” deyiminde olduğu gibidir. Çünkü, bir şeyin meydana gelmeyişinden, mutlak manada onun imkansızlığı lâzım gelmez.[2>
26- قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ “De ki: “Allah sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde sizi bir araya getirecek.”De ki: Hüccetlerin delâlet ettiği üzere, Allah size hayat verir, sonra da sizi öldürür.
Çünkü yoktan yaratan, yeniden yaratmaya da kâdirdir. Daha önceleri de pek çok kereler nazara verildiği üzere, ilâhî hikmet insanların amellerinin karşılığını vermek için ikinci bir hayatı iktiza etmektedir.
Mu’cizelerle doğruluğu sabit olan ilâhî vaad de, bunun vukuuna delâlet eder.
Durum böyle olunca, aslında onların ecdadını hemen diriltivermek mümkündür, ama ilâhî hikmet amellerinin karşılığını vermek üzere kıyamet günü diriltilmelerini iktiza etmiştir.
وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Lakin insanların çoğu bilmezler.”
Lakin insanların çoğu,
-Az düşünmelerinden
-Ve nazarlarını sadece duyularına hasretmelerinden dolayı bunu bilmezler.
27- وَلَلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرضِ “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
Ayet, Allahın kudretinin hayata ve ölüme bakan cihetinden sonra, her şeye yettiğinin nazara verilmesidir.
وَيَومَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ “Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.”
28- وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً “(O gün) her ümmeti diz çökmüş bir halde görürsün.”
كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا “Her ümmet kendi amel defterine çağrılır.”
Onlara şöyle denilir:
الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Bugün yaptığınız amellerin karşılığını göreceksiniz.”
29- هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ “İşte kitabımız, size karşı gerçeği konuşuyor.”
Cenab-ı Hakkın “İşte kitabımız” diye amel defterlerini kendine nisbet etmesi, ilgili meleklere insanların amellerini kaydetmelerini emretmesi cihetiyledir.
Bu kitap, ne bir eksik ne de fazla, yaptıklarınızın tamamına şehadette bulunur.
إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.”
Yaptıklarınızı kaydetmelerini meleklere emretmiştik.
30- فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِي رَحْمَتِهِ “İman edip salih ameller yapanlara gelince; Rableri onları rahmetine alır.”
Yani, onları rahmetinin tecelligâhından olan cennete alır.
ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ “İşte, apaçık kurtuluş budur.”
Şaibelerden hâlis olduğu için, işte bu açık bir kurtuluştur.
31- وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا “İnkar edenlere gelince:”
أَفَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ “Ayetlerim size okunmadı mı?”
Onlara denilir ki: Elçilerim size gelip de ayetlerimi sizlere okumadı mı?
فَاسْتَكْبَرْتُمْ “Ama siz büyüklük tasladınız.”Ama siz, bunlara imana yanaşmadınız.
وَكُنتُمْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ “Ve günah işleyen bir kavim oldunuz.”
Cürüm işlemek âdeti olan bir topluluk oldunuz.
32- وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم “Allah’ın vaadi gerçektir ve O kıyâmetin geleceğinde şüphe yoktur” denildiğinde şöyle dediniz:”
مَّا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ “Kıyamet nedir, bilmiyoruz.”
إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّا “Yalnız bir zandan ibârettir sanıyoruz.”
وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ “Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz.”
Bunun mümkün olduğuna yakinen inananlardan değiliz.
Muhtemelen bu ifade, onlardan bazılarının ifadesidir. Kıyametle ilgili atalarından duyduklarıyla kendilerine okunan ayetler arasında tereddüt içinde kalmışlar ve böyle söylemişlerdir.
33- وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا “Ve yaptıkları amellerin kötülüğü gözlerinin önüne serildi.”
Yapmış oldukları işlerin gerçek yüzünü tanıdılar, çirkin olduğunu ve akıbetinin vahim olduğunu anladılar.
Veya bundan murat, amellerinin karşılığıdır.
وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Ve alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.”
34- وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا “Onlara şöyle denildi:“Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unuturuz.”Unutulmuş insanın terk edilmesi gibi, sizi azap içinde terk ederiz.
وَمَأْوَاكُمْ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن “Barınağınız ateştir.”
نَّاصِرِينَ “Size bir yardımcı da yoktur.”
Sizi bundan kurtaracak bir yardımcı da yoktur.
35- ذَلِكُم بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا “Bunun sebebi şudur: Siz Allah’ın âyetlerini alaya aldınız.”
وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا “Ve dünya hayatı sizi aldattı.”
Bunun sebebi şu: Çünkü siz Allahın ayetleriyle istihza ettiniz ve onlar hakkında hiç düşünmediniz.Böylece, bu hayattan başka bir hayat yok zannettiniz.
فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا “Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmazlar.”
وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ “Ve kendilerinden özür dilemeleri de istenmez.”
3ّ6- فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Artık her türlü hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Çünkü bunların hepsi O’ndan bir nimettir ve kudretinin kemâline delâlet etmektedir.
37- وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde kibriya O’na aittir.”
Çünkü, göklerde ve yerde Allahın kibriyasının (büyüklüğünün) eserleri görülür.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Ve O, Azîz – Hakîm’dir.”O Aziz’dir, mağlup olmaz.Hakîm’dir, takdir ettiği ve hükmettiği şeylerde hikmet sahibidir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Casiye sûresini okusa Allah hesap günü onun ayıplarını örter, kalbine sükûnet verir.”
[1> Zulüm, başkasının malında yapılan haksız tasarruftur. Bu zâviyeden bakıldığında Allah için –haşa- bir zulüm söz konusu olamaz. Çünkü bütün her şeyin yaratıcısı ve sahibi O’dur. Mülkün mâliki, kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur.
[2> Mesela, ömründe hiç kış görmemiş birine, yaz mevsiminde iken kıştan bahsedilse “haydi getirin de görelim” diyebilir. Ama o anda kışın olmayışı, “kış gelmeyecek” demek değildir. Gelecektir, ama zamanı vardır. Benzeri bir durum, öldükten sonraki diriliş için söz konusudur.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren