Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- حم “Hâ - Mîm.”
2- تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ “(Bu Kur’ân) Rahmân - Rahîm tarafından indirilmiştir.”
Bundan önceki Mü’min sûresinden itibaren yedi sûrenin “Ha-mim” ile başlaması ve bunlara toplu hâlde “Havâmîm” denilmesi, nazım ve lafızda birbirine benzer bir şekilde, sûre başında Kitabın beyanıyla ilgili ayetlerin yer almasından olabilir.Tenzil’in Rahmân ve Rahime nisbet edilmesi, Allahın kitabının dünya ve ahiret maslahatlarını temin edecek esaslarla dolu olmasındandır.
3- كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “Bu, bilen bir toplum için Arabça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.”Kitab’ın ayetleri lafız ve mana itibarıyla birbirinden temyiz ile ayrılmıştır.Böylece Onun okunması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.
“Bilen bir toplum için”Bu kitap, ehl-i ilim ve ehl-i tefekkür olanlar içindir.
4- بَشِيرًا وَنَذِيرًا “Müjdeleyici ve uyarıcı olarak.”Onunla amel edenlere bir müjdeci ve ona muhalif olanlara da bir uyarıcı olarak indirilmiştir.
فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ “Fakat onların çoğu yüz çevirdi.”Ama onların çoğu onu düşünmekten ve kabulden yüz çevirdi. فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ “Artık onlar işitmezler.”Böyle olunca onlar tefekkür ve tâat kulağıyla dinlemezler.
5- وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ “Dediler: Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz örtülüdür.”
وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ “Kulaklarımızda da bir ağırlık var.”
وَمِن بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ “Seninle bizim aramızda bir de perde var.”Bu perde, bir araya gelmemize engel oluyor.Ayetteki مِنْ “min” ifadesi, bu perdenin onlarla Hz. Peygamber arasındaki tüm mesafeyi içine aldığına ve bir boşluk kalmadığına delâlet etmek içindir.Bunlar, Hz. Peygamberin davet ettiği şeyleri idrake karşı onların kalplerinin yüz çevirmesini, kulaklarının bunları duymak istemeyişini, Hz. Peygamberle beraber olmalarının ve O’na muvafakat etmelerinin imkânsızlığını anlatan temsillerdir.
فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ “Artık (yapacağını) yap, çünkü biz de yapıyoruz.”
Sen kendi dinine göre veya bizim davamızı ibtal için yapacağını yap.
Biz de kendi dinimize göre veya Senin davanı ibtal için yapacağımızı yapacağız.
6- قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ “De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım.”
يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ “Fakat bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.”
Ben, kendisinden ders alamayacağınız bir melek veya bir cinnî olmayıp sizin gibi bir insanım. Ayrıca, akılların ve kulakların yüz çevireceği şeylere de çağırmıyorum. Ben sizi ancak tevhide ve amelde istikamete çağırıyorum. Aklî deliller ve naklî şahitler de bunlara delâlet etmektedir.
فَاسْتَقِيمُوا إِلَيْهِ “Artık O’na yönelin.”
Öyleyse, fiillerinizde Allaha yönelmiş bir şekilde istikamet üzere olun.
Veya tevhid ve ihlas ile ameli düzgün yapın.
وَاسْتَغْفِرُوهُ “Ve O’ndan bağışlanma dileyin.”
İçinde bulunduğunuz kötü inanç ve kötü amele mukabil, Allaha istiğfar edin.
Cenab-ı Hak bunları bildirdikten sonra, bu konuda şöyle tehditte bulundu:
وَوَيْلٌ لِّلْمُشْرِكِينَ “Müşriklerin vay hâline!”
Aşırı cehaletleri ve Allahı hafife almaları yüzünden, vay o Allaha ortak koşanların hâline!
7- الَّذِينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ “Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir.”
Onların zekâta yanaşmamaları,
-Cimriliklerinden
-Ve halka şefkat duymamalarındandır. Bu ise, en büyük rezâletlerdendir.
Ayette, kâfirlerin dinin fûruatına muhatap olduklarına bir delil vardır.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Onlar nefislerini arıtacak iman ve tâati yapmazlar.
وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ “Ve onlar ahireti de inkâr ederler.”
Ayetin bu kısmı, onların zekâttan kaçınmalarının,
-Dünyayı talep etmeye kendilerini bütünüyle kaptırmaları,
-Ve ahireti de inkârları yüzünden olduğunu hissettirmektedir.
8- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ “Şüphesiz ki, iman eden ve salih amel işleyenler için bitmez tükenmez bir mükafat vardır.”
Ayet metnindeki “gayr-i memnun” şunu ifade eder:
-Onlara verilecek bu büyük mükâfatta kendilerine minnette bulunulmaz.
-Veya bundan murat, bu mükâfatın hiç kesilmeyecek olmasıdır.
Denildi ki: Ayet hasta ve yaşlılar hakkında indi. Bunlar tâatten âciz kaldıklarında, daha önce yaptıkları amelin en salih şekli mükafat olarak kendilerine yazılır.
9- قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا “De ki: Arzı (yeri) iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar mı koşuyorsunuz?”
Bundan murat iki gün olabileceği gibi, iki merhale de olabilir. Allah herbir merhalede, en seri bir şekilde yarattıklarını yaratmıştır. Belki de arzdan murat, topraktaki elementlerdir.
İki günde yaratmaktan murat ise, bunlara ortak bir asıl yaratılmasıdır. Sonra da bunlara suretler vermiş, böylece türler meydana gelmiştir.
Onların Allahı inkârı ise, O’nun zât ve sıfatlarını kabul etmemeleridir.
ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ “İşte O, âlemlerin Rabbidir.”
İşte, arzı iki günde böyle yaratan Allah, vücut sahasına getirilen bütün mümkinatın yaratıcısı ve terbiye edicisidir.
10- وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا “O, yeryüzünde yükselen sabit dağlarkıldı.”
Arzın üzerinde yükselmiş dağları meydana getirdi. Ta ki bakanlar ibretle nazar etsinler, araştırmacılar onlardaki menfaatleri bulabilsinler.
وَبَارَكَ فِيهَا “Orada bolluk - bereket meydana getirdi.”
Orada çeşit çeşit bitki ve hayvanlar yaratmak suretiyle, arzın hayrını ziyade kıldı.
وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا “Ve orada rızıklar takdir etti.”
Her nev için ona uygun ve kendisiyle yaşayabileceği yiyecekler takdir etti.
Veya arzın her bir bölgesi için oraya uygun yiyecekler tahsis etti.
فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ “Dört gün içinde.”
Burada dört gün, önceki iki günle beraber dört gündür. Bu, şöyle demene benzer: “Basra’dan Bağdad’a on gün yürüdüm. Kûfe’ye de onbeş gün yürüdüm.”
Bu merhaleyi anlatırken “iki günde” demek yerine, “dört günde” denilmesi önceki iki günle bitişik olduğunu hissettirmek içindir, ikisinin toplamını açık olarak ifade etmektir.
سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ “(Rızık) arayanlar için yeter bir şekilde.”
Yani, bu dört gün, arzın ve onun içinde olanların yaratılış müddetini soranlar içindir.
Veya mana şöyle de takdir edilebilir: “Allah, arzda bu rızıkları, bunlara talip olanlar için takdir etti.’’[1>
11- ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi.”
Sonra da tam bir teveccühle semaya yöneldi. Zâhir olan o ki, ayetteki “sonra” ifadesi zaman itibarıyla olmayıp, iki yaratılış arasındaki farklılığı bildirmek içindir. Çünkü başka bir ayette “Arzı da bundan sonra düzenleyip döşedi.” (Naziat, 20) denilmektedir. Ayette anlatılan arzın bu tanzimi, üzerinde dağlar yaratılmasından öncedir.
Duhan hâli, onun zulmanî durumunu ifade eder. Belki de bundan murat, semanın maddesidir veya semanın terkibinde yer alan küçücük cüzlerdir.
فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا “Ona ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi.”
Sizde yarattığım etkileme ve etkilenme ile vücuda gelin, size verdiğim çeşit çeşit vaziyetler ve farklı farklı varlıklarla ortaya çıkın.
Veya daha önce dokuzuncu ayette geçen “yaratmak” ifadesi “takdir etmek” anlamında olabilir. Böyle olunca ayetin bu kısmı “vücut sahasına gelin” manası taşır.
Veya şöyle mana verilebilir: “Sizden her biriniz, sizden meydana gelmesini istediğim şeylerde diğerine vereceğini versin.”
Bundan murat, Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâlini ve irade ettiği şeyin vücuda gelmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktır. Yoksa sema ve arzın isteyip istememelerini nazara vermek değildir.
قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ “Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler.”
Bundan murat, Allahın kudretinin bunlarda tesirini ve onların da bu kudretten bizzat etkilenmelerini tasvîr etmektir. “Ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca “ol!” der, o da hemen oluverir.” (Bakara, 117) de olduğu gibi, sema ve arzı komutana itaat eden iki nefer şeklinde temsil yoluyla anlatmaktır.
“Allah onlara hitap etti ve onları cevap vermeye muktedir kıldı” şeklinde bir yorum, ancak ilk ve son vecih üzere tasavvur edilebilir.
12- فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ “Böylece onları, iki günde yedi sema olarak yarattı.”
Böylece Allah onları yoktan yarattı ve durumlarını mükemmel kıldı.
وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا “Ve her semaya kendi işini vahyetti.”
Allah her semaya irade verdi veya fıtrî bir sevk ile onları yapacakları şeylere sevketti.
Denildi ki: Bundan murat “emirleri ve yasaklarıyla her sema ehline direktifler verdi” manasıdır.
وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا “En yakın semayı kandillerle süsledik ve onu koruduk.”
Öyle ki, sen semaya baktığın zaman oradaki yıldızları dünya üzerinde parlar bir vaziyette görürsün.
Semanın korunması,
-“Onu afetlerden koruduk”
-Veya “cinlerin kulak hırsızlığı yapmalarından koruduk” manasını ifade eder.
ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ “İşte bu, Azîz – Alîm’in takdiridir.”Onun kudret ve ilmi, kemâl mertebesindedir.
13- فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِّثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ “Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan saika gibi bir saikaya karşı uyardım.”
Bu beyandan sonra imandan yüz çevirirlerse, onları yıldırım gibi kendilerine isabet edecek şiddetli bir azap ile uyar.
14- إِذْ جَاءتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ “Hani peygamberler onlara önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişlerdi.”
Peygamberler her taraftan onlara gelmiş ve her cihetle kendilerine anlatmışlardı.
Veya mana şöyle olabilir: Gelen elçiler hem geçmiş, hem de gelecek zamanla alakalı uyarılarda bulundular. Geçmiş zamanla alakalı olarak kâfirlerin başlarına gelen felâketleri anlattılar. Gelecekle ilgili olarak ise, ahirette onlara hazırlanan azabı hatırlattılar.
Veya şöyle de düşünülebilir: Onlardan önce ve sonra peygamberler gelmişti. Çünkü bunlara önceki peygamberlerin haberi ulaşmıştı. Peygamberleri olan Hz. Hûd ve Hz. Salih, sonraki peygamberleri de haber vermişlerdi. Bunların hepsi de onları imana davet etmekte idi.
Veya ayetin ibaresinden murat, “Rızkı her yerden bol bol geliyordu.” (Nahl, 112) ayetinde olduğu gibi çokluğu ifade etmek de olabilir.
قَالُوا لَوْ شَاء رَبُّنَا لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً “Onlar dediler: Şayet Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi.”
Onlar dediler ki: Şayet Rabbimiz peygamber göndermek istese, melekleri indirirdi.
فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ “Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz.”
Dolayısıyla, her ne kadar siz kendinizi Allahın elçileri sayıyorsanız da, biz bunu inkâr ediyoruz. Çünkü siz de bizim gibi insansınız, bize bir üstünlüğünüz yok.
15- فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Âd kavmine gelince, onlar yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar.”
Haksız bir şekilde, yeryüzündeki insanlara karşı büyüklendiler.
وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً “Bizden daha güçlü kim var?” dediler.”
Kuvvet ve saltanatlarıyla mağrur olup “var mı bizden daha kuvvetlisi?” dediler.
Denildi ki: Onlardan biri kayayı yerinden söküp eliyle kaldırabiliyordu.
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً “Onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi?”
Çünkü Allahın kudreti zâtındandır ve sınırsızdır. Başka hiç kimsenin güç yetiremeyeceği şeyleri yapar.
وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ “Ve onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.”
Ayetlerimizin hak olduğunu bilmekle beraber, onları inkâr ediyorlardı.
16- فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَّحِسَاتٍ لِّنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik.”
Onların üzerine şiddetli soğuğuyla helâk eden bir rüzgâr gönderdik.
Veya ayetteki “sarsar” ifadesi “şiddetli ses” anlamına da gelebilir. Yani, “üzerlerine şiddetli uğultuyla esen bir rüzgâr gönderdik.”
وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَى “Ahiret azâbı elbette daha zillet vericidir.”
وَهُمْ لَا يُنصَرُونَ “Ve onlara yardım da edilmez.”
Azap kendilerinden kaldırılarak bir yardım görmezler.
17- وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ “Semûd kavmine gelince, onlara doğru yolu göstermiştik.”
Deliller göstererek ve peygamberler göndererek onları hakka yönlendirdik.
فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَى عَلَى الْهُدَى “Ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.”
Ama onlar, dalaleti hidayete tercih ettiler.
فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ “Derken, yaptıklarına karşılık olarak zillet verici azap saikası onları çarptı.”
Semadan gelen bir saika, onları helâk etti.
Bunun azap saikası olması ve zillet verici özelliği, başlarına gelen azabı daha etkin bir şekilde anlatmak içindir.
Bu azabın başlarına gelmesi, dalâleti seçmelerindendi.
18- وَنَجَّيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ “İman edenleri ve kötülükten sakınanları ise kurtardık.”
İman eden ve günahlardan sakınanları ise, bu saikadan kurtardık.
[1> Ayetin dört mevsime baktığına da dikkat çekilir. Yeryüzündeki bütün canlıların rızıkları, dört mevsim içinde hazırlanmakta ve hepsine yetmektedir.
19- وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاء اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ “O gün Allah düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere yığın yığın bir araya getirilirler.”
Dağılıp gitmemeleri için hepsi tutuklu hâlde tutulurlar.
Ayet, cehennem ehlinin sayıca çok olmasını anlatmaktadır.
2ّ0- حَتَّى إِذَا مَا جَاؤُوهَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Nihayet oraya vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ettiler.”
Bu, Allahın o azaları konuşturmasıyla olur veya bu azaların üzerinde neler işlediklerine delâlet eden alâmetler bulunur, böylece azalar hâl diliyle konuşmuş olur.
21- وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدتُّمْ عَلَيْنَا “Derilerine, “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler.”
Bu, kınama ve şaşkınlık sorusudur.
قَالُوا أَنطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ “Derileri dedi: Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu.”Yani, biz kendi irademizle konuşmuyoruz, her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturuyor.Veya, “Her canlıyı konuşturan Allahın kudreti açısından, bizim konuşmamız hayret edilecek bir şey değildir.”
Şayet onların cevabı ve konuşması “hâl diliyledir” şeklinde te’vîl edilse, o zaman ayetteki “şey” ifadesi imkân dairesindeki herşeyi içine alır.
وَهُوَ خَلَقَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ “Sizi ilk defa yaratan da O’dur.”
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve O’na döndürüleceksiniz.”
Ayetin bu kısmı, onların derilerinin sözü olabileceği gibi, müstakil yeni bir cümle de olabilir.
22- وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ “Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz.”
وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِّمَّا تَعْمَلُونَ “Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”Siz, çirkin işleri yaparken rezil olma korkusuyla insanlardan gizleniyordunuz. Ama gün gelip azalarınızın bu gizli hâllerinize şahitlik yapacağını hiç zannetmiyordunuz?!
Ayette, mü’min olan kimsenin daima gözetleme altında olduğunu hatırdan çıkarmaması gerektiğine bir tenbih vardır.
23- وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ “İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti.”
فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ “Böylece zarara uğrayanlardan oldunuz.”
Bu zannınız sebebiyle, böyle cürümler işlemeye cesaret ettiniz. Çünkü, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmanız için size verilenleri, hem dünyayı hem de ahireti kaybetmeye vesile yaptınız.
24- فَإِن يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ “Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir!”
وَإِن يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُم مِّنَ الْمُعْتَبِينَ “Eğer Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmeyecektir.”
Onlara, o cehennemden bir kurtuluş yoktur. Bunun bir benzeri şu ayettir:
“Feryat da etsek, sabır da göstersek artık bizim için bir şey değişmez.” (İbrahim, 21)
25- وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَاء “Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik.”
O kâfirlere şeytanlardan dostlar takdir ettik. Kabuğun yumurtayı sarması gibi, bu şeytanlar da onları her taraftan istila ederler.
فَزَيَّنُوا لَهُم مَّا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ “Bunlar kendilerine önlerinde ve arkalarında ne varsa güzel gösterdiler.”
Önlerinden olan, dünya işleri ve şehvete uymak gibi durumlardır.
Arkalarından olan ise, ahiret işleri ve ahireti inkâr tarzındaki hâllerdir.
وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ “Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları hakkındaki azab sözü onlar için de hak oldu.”
Böylece bunlar da, daha önce azabı hak etmiş cin ve ins gibi kötü ameller yaptılar, böylece azap kelimesi bunlar hakkında da tahakkuk etti.
إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ “Çünkü onlar kendilerine yazık etmişlerdi.”
Azabı hak etmelerinin gerekçesini bildirir. Zamir, hem onlara, hem de önceki milletlere racidir.
26- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ “İnkâr edenler dediler: Bu Kur’ân-ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın.”
Ve hurafe şeylerle de olsa ona karşı çıkın.
Veya hurafe şeylerle sesinizi yükseltin, ta ki Kur’anı okuyanın aklını karıştırın.
لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ “Ola ki üstün gelirsiniz.”
Böylece, onun okunmasına engel olursunuz.
27- فَلَنُذِيقَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا عَذَابًا شَدِيدًا “İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız.”İnkâr edenlerden murat, üstteki sözü söyleyenler olabileceği gibi, genel anlamda kâfirler de olabilir.
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ “Ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.”
Amellerinin seyyieleriyle, elbette onları cezalandıracağız. Bunun benzeri daha önce geçmişti.[1>
28- ذَلِكَ جَزَاء أَعْدَاء اللَّهِ النَّارُ “İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir.”
لَهُمْ فِيهَا دَارُ الْخُلْدِ جَزَاء بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ “Ayetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak onlar için o ateşte ebedîlik yurdu vardır.”
Çünkü orası, onların ikâmet yeridir. Bu, hakkı inkâr etmelerine veya gürültü çıkararak ona engel olmaya çalışmalarına bir cezadır.
29- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا رَبَّنَا أَرِنَا الَّذَيْنِ أَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ أَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْأَسْفَلِينَ “(Ateşe giren) inkârcılar şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
Bununla dalalet ve isyana sevkeden cin ve ins şeytanlarını kastetmektedirler.
Denildi ki: Bundan murat İblis ve Kâbil’dir. Çünkü küfür ve katli başlatanlar, bu ikisidir.
Denildi ki: “Onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar” kısmından murat “Onları cehennemin en alt derekesine atalım. Ta ki mekân veya zillet yönüyle en aşağıda yer alsınlar” manası olabilir.
30- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا “Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya…”Rububiyetini itiraf ve vahdaniyetini ikrâr olarak “Rabbimiz Allah” diyenler, sonra amelde istikamet üzere olanlar…
Ayette önce imanın sonra istikametin gelmesi, istikametin imana terettüp etmesindendir.
Veya zor olduğundan böyle gelmiştir. Çünkü, iman edip de tam bir istikamet üzere olan kimse, çok çok azdır.
Hulefa-i Raşidinden istikametin yorumu olarak imanda sebat etmek, ameli ihlaslı yapmak ve farzları eda etmek” gibi nakledilen rivayetler, istikametin cüziyatındandır.
تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا “Onların üzerine melekler iner ve derler ki: Korkmayın ve üzülmeyin.”
Melekler onlara,
-Sadırlarına genişlik verecek,
-Kendilerinden korku ve hüznü giderecek şekilde nüzul ederler.
Bu nüzul, ölüm anındadır veya kabirden çıkıştadır.
Önden gönderdiklerinize korkmayın, geride bıraktıklarınıza da üzülmeyin.
وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ “Ve size va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
Peygamberlerin diliyle dünyada iken size vaat edilen cennetle sevinin.
31- نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ “Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız.”
Şeytanların kâfirlere yaptıklarına bedel, biz de dünya hayatında sizin dostlarınız olduk, size hakkı ilham ettik, hayra sevkettik. Ahirette ise, kâfirler şeytanlarıyla birbirine düşman olurken, biz şefaat ve ikram ile sizlerle beraber olacağız.
وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ “Sizin için orada canınızın çektiği her şey var.”
Size, ahirette nefsinizin hoşlanacağı her türlü lezzetler var.
وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ “Sizin için orada istediğiniz her şey var.”
Ayetin bu kısmı, birinci kısmından daha geneldir.[2>
32- نُزُلًا مِّنْ غَفُورٍ رَّحِيمٍ “Bunlar çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Allah tarafından bir ikramdır.” Ayet metnindeki “nüzül” ifadesi, “misafire geldiğinde ilk ikram edilen şey” manasını ifade ettiği cihetle, ayet onlara hatırlarına bile gelmeyen daha nice şeylerin verileceğini hissettirir.
[1> Mesela bkz. Nahl 96-97, Ankebut 7, Zümer 35.
[2> Birinci kısmı, insana fıtrî olarak iştah duyduğu her şeyin cennette olduğunu anlatırken, bu kısmı ise talep ettiği her şeyin cennette olacağını nazara verir. Bunun alanı, diğerine göre daha geniştir.
33- وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “ben gerçekten müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
-Allaha ibadete çağıran,
-Kendisiyle Rabbi arasında olan şahsi ibadetlerini düzgün bir şekilde yapan,
-Ve iftiharla ve İslâmı bir din ve hayat tarzı olarak benimseyerek “ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?
Ayet, bu özellikleri kendinde taşıyan herkesi içine alır.
Denildi ki: Ayet, Hz. Peygamber hakkında indi.
Denildi ki: Müezzinler hakkında indi.
34- وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ “İyilikle kötülük bir olmaz.”
Karşılık verilmesi ve akıbetin güzelliği noktasında ne iyilik ne de kötülük aynı değildir.
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ “Kötülüğü en güzel bir şekilde sav.”
Yapılan bir kötülüğe, mümkün olan en güzel iyilikle mukabelede bulun.
Ayet, “kötü bir muameleye maruz kalırsam ne yapayım?” şeklinde mukadder bir soruya cevaptır. “en güzel bir şekilde” ifadesinin gelmesi, manayı ziyadesiyle takviye içindir. Bundan dolayı “güzel” kelimesi yerine “en güzel” ifadesi kullanıldı.
فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”
35- وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا “Bu davranışa ancak sabredenler kavuşturulur.”
Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak, ancak sabredenlerin yapabileceği bir harekettir. Çünkü bu harekette, nefsi intikamdan alıkoymak vardır.
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ “Buna ancak (hayırdan) büyük bir payı olanlar kavuşturulur.”
Böyle yapabilenler, hayırdan ve nefsin kemâlinden büyük bir pay sahibi olanlardır.
36- وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.”
Çünkü insan kötü bir muameleye maruz kaldığında, şeytan o kötülüğe daha kötü bir muameleyle cevap vermek tarzında, aslında hiç de uygun olmayan şeyleri telkin eder.
O zaman şeytanın şerrinden Allaha sığın ve ona itaat etme.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Çünkü O, Semi’-Alim’dir.”
Çünkü O, senin kendisine sığınmanı işitir ve niyetini, salahını bilir.
37- وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ “Gece ile gündüz ve güneş ile ay O’nun ayetlerindendir.”
لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ “Güneşe ve aya secde etmeyin.”
Çünkü ay da, güneş de sizin gibi emir altında birer mahlûktur.
Ayette, güneş ve ayın ilim ve irade sahibi olmadığını hissettirmek vardır.
وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ “Eğer sadece Allah’a ibadet yapıyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”
Çünkü secde, ibadetlerin en has olanıdır.[1>
Şafii mezhebinde, emir burada yer aldığından ayetin bu kısmı okunduğunda secde yapılır. Hanefi mezhebinde ise, mana diğer ayetin sonunda bitmesi esas alınarak, diğer ayetin sonunda secde yapılır.
38- فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ “Eğer büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin nezdinde olanlar, gece gündüz hiç usanmadan O’nu tesbih ederler.”
“Rabbinin nezdinde olanlar”dan murat, meleklerdir.
“Gece ve gündüz tesbih etmeleri” ise, “daima tesbih ederler” anlamını taşır.
39- وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً “Onun ayetlerinden biri de şudur: Sen arzı huşu içinde (boynu bükük) görürsün.”
“Arzın huşu içinde olması”, onun tezellülünü istiare yoluyla ifade eder.
فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ “Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar ve kabarır.”
إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى “Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir.”
إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz O, her şeye kadirdir.”
O, ihya ve imateden her şeye kâdirdir.
40- إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا “Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz.”
Bu,
-Ayetleri tenkit etmek,
-Allahın kelâmında tahrifte bulunmak,
-Batıl te’viller yapmak,
-Okunurken gürültü çıkarmaya çalışmak gibi durumlardır.
Dolayısıyla, bu taşkınlıklarına mukabil onları cezalandırırız.
أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ “O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?”Ayette, kâfirlerin ateşe atılmalarına mukabil, mü’minlerin emin bir şekilde gelmelerinin nazara verilmesinde, onların hâlinin güzelliğini etkili bir şekilde anlatmak vardır.
اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ “Dilediğinizi yapın.”
Ayet, kâfirlere karşı şiddetli bir tehdit manası taşır.
إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
Allahın, onların her hâlini gördüğünün nazara verilmesi, onlara ceza verilmesini bildirir.[2>
41- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ “Zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler var ya…”Bu ayet, bir önceki ayette vasfedilenlerden bedel olabilir.
Veya yeni bir cümle olarak şöyle takdir edilir: “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar inatçı kimselerdir.”
Veya “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar helâk olacaklardır” şeklinde de değerlendirilebilir.
وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ “Şüphesiz o, azîz bir kitaptır.”
“O, azîz bir kitaptır.”
-Faydası pek çoktur, nazîri ise yoktur.
-Veya O ibtal edilmekten, tahrif edilmekten korunmuştur.
42- لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ “Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez.”Hiçbir cihetten ona bâtıl bir şey arız olamaz.Veya bundan murat, onda yer alan geçmişle ve gelecekle ilgili haberlerde batıl bir şey olmadığını anlatmaktır.
تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ “O, Hakîm - Hamîd tarafından indirilmiştir.”
Her varlık kendisinde görülen hallerle O’nun hikmetine şehadet eder, nimetlerine ise hamdeder.
43- مَا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَ “Sana söylenenler, ancak senden önceki peygamberlere söylenmiş olanlardır.”Senden önceki peygamberlere kâfir olan kavimleri tarafından neler denilmişse, Sana da kendi kavminin kâfirleri benzeri şeyleri diyorlar.
إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ “Hiç şüphesiz Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem verici bir ceza sahibidir.”
Senin Rabbin, peygamberlerine mağfiret sahibidir. Onların düşmanlarına ise, elem verici bir azap sahibidir.Şöyle de mana verilebilir: Hem Sana, hem de Senden önceki peygamberlere vahiyle söylenen, mü’minlerin mağfiret edileceğini ve kâfirlerin de cezalandırılacağını vaat etmek olmuştur.
44- وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ “Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık şöyle derlerdi: Keşke âyetleri genişçe açıklansaydı.”
Ayet, “Ona Arabça dışında bir dille Kur’an indirilse ya!” demelerine cevaptır. O zaman “anlayacağımız bir dille beyan edilse ya” derler.
أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ “Başka dilde bir kitap ve Arab bir peygamber, öylemi?”
Muhatap Arab iken, Arabça olmayan bir kelâm mı?
Ayetten maksat, mahzuruna dikkat çekerek, taleplerinin ibtalidir.
Veya ayetler nasıl gelirse gelsin işi yokuşa süreceklerini ortaya koymaktır.
قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء “De ki: O, iman edenler için bir hidayet ve şifâdır.”
O Kur’an, ehl-i imanı hakka sevkeden bir rehber ve onların sadırlarında olan şek ve şüphelere bir şifadır.
وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ “İman etmeyenlerin kulaklarında bir ağırlık vardır.”
وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى “Ve o (Kur’an) kendilerine kapalı gelir.”
Bu, onların Kur’anı duymazdan gelmeleri ve O’nun gösterdiği ayetler karşısında görmez bir tavır sergilemelerindendir.
أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ “(Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”
Ayet, onların hakkı kabul etmemelerini anlatan bir temsildir. Uzaktan çağrılan bir kimse nasıl bir şey duymaz ve anlamazsa, bunlar da Kur’andan bir şey duymamakta ve anlamamaktadır.
[1>Hadiste “kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir” buyrulur.
[2>Yani, ayetin lazımı murattır. Her ne yaparsanız gördüğü için, bütün yaptıklarınızın cezasını verecektir.
45- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ “Andolsun ki biz Musa’ya Kitabı vermiştik de onda ihtilaf edilmişti.”Kur’anda ihtilaf edildiği gibi, Musaya Kitabı (Tevratı) verdiğimizde de tasdik ve tekzip yönünden ihtilaf edildi.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ “Şayet Rabbin tarafından bir söz geçmeseydi mutlaka aralarında hüküm verilirdi.”Bundan murat, kıyametin vaat edilmesi ve husumetin o zaman halledilmesidir.Veya bundan murat, ecellerin takdiri de olabilir. Şayet böyle bir söz olmasa, Kitabı yalanlayanların hepsi toptan helâk edilirlerdi.
وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ “Gerçekten onlar bunda derin bir şüphe içindedir.”
O Yahudiler veya genel anlamda o iman etmeyenler, Tevrattan, Kur’andan şek içindedirler.
46- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ “Kim salih bir iş yaparsa kendi lehinedir.”
وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا “Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.”
وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ “Rabbin, kullara asla zulmedici değildir.”
Dolayısıyla, onlara yapması uygun olmayan bir şeyi yapması söz konusu olamaz.
47- إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ “Kıyametin ilmi O’na havale edilir.”Kıyametten sorulduğunda, bunun bilgisi O’na havale edilir. Çünkü, Ondan başkası bunu bilmez.
وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَاتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ “Meyvelerin tomurcuklarından çıkması, dişinin hamile kalması ve doğurması ancak O’nun ilmiyledir.”Bütün bunlar O’nun ilmi dairesinde meydana gelir. İlminin taalluku olmadan bir şey olması düşünülemez.
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي “Allah o gün onlara “Nerede şeriklerim?” diye seslenir.”
Bana şerik olduğunu iddia ettikleriniz nerede!?
Onlara “nerede şeriklerim?” denilmesi, kınamak içindir.
قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ “Şöyle derler: Sana arz ederiz ki, bizden bir şahit yok.”
Ya Rabbi, bizden artık onların şerik olduğuna şehadet eden kimse yok. Çünkü, durumu gördüğümüzde, onlardan teberri ettik.Veya mana şöyle de olabilir: “Bizden onları gören kimse yok, çünkü hepsi kayboldular.”Denildi ki: “Bizden bir şahit yok” ifadesi, şeriklerin sözü de olabilir. Yani, “bizden, o müşriklerin haklı olduğuna şehadet eden kimse yok.”
48- وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَدْعُونَ مِن قَبْلُ “Daha önce yalvardıkları batıl mabutlar onları bırakıp kayboldu.”
وَظَنُّوا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ “Ve kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anladılar.”
49- لَا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاء الْخَيْرِ “İnsan hayır istemekten usanmaz.”
İnsan, genişlik ve nimet talebinde bulunmaktan hiç usanmaz.
وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ “Fakat kendisine kötülük dokununca, ümitsizliğe düşer, yıkılır.”
Ama darlık kendisine dokunduğunda Allahın lütuf ve rahmetinden bütün bütün ümidini keser. Bu ise, “Çünkü Allah’ın rahmetinden kâfirlerden başkası ümit kesmez.” (Yusuf, 87) ayetinin hükmünce kâfire ait bir özelliktir.
50- وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِن بَعْدِ ضَرَّاء مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَذَا لِي “Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka şöyle der: Bu benim hakkımdır.”
O zaman, “bu benim hakkımdır, üstünlüğüm ve çalışmam sayesinde bunu kazandım” der.
Veya “bu hâl, benim daimî hâlimdir” der.
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum.”
وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَى رَبِّي إِنَّ لِي عِندَهُ لَلْحُسْنَى “Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için en güzeli vardır.”Böyle demesi, kendisine isabet eden dünya nimetlerinin kendisinden kaynaklanan bir liyakat sebebiyle olduğuna inanmasındandır. Bu hâlin kendisinden hiç ayrılmayacağını zannetmektedir.
فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُوا “Andolsun, biz inkâr edenlere işlediklerini mutlaka haber vereceğiz.”Biz, hiç şüphe yok ki, onların amellerinin hakikatini kendilerine haber vereceğiz ve bu konudaki inançlarının tam aksini onlara göstereceğiz.
وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ “Ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptantattıracağız.”
Bu azaptan hiçbir şekilde kurtulamayacaklar.
51- وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأى بِجَانِبِهِ “İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir, yan çizer.”
وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَاء عَرِيضٍ “Ona şer dokunduğu zaman ise, uzun uzun yalvarır.”
52- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ ثُمَّ كَفَرْتُم بِهِ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ فِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ “De ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?”
Eğer Kur’an Allah katından ise ve siz de hiç düşünmeden ve bir delile uymadan onu inkâr etmişseniz, durumunuz ne olur?
Ayette “sizden daha sapmış olanı var mı?” demek yerine “çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?” denilmesi, hem onların hâlini açıklar, hem de haktan ziyadesiyle sapmalarının illetini bildirir.
53- سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ “Onlara ayetlerimizi âfakta ve enfüste (kendi nefislerinde) göstereceğiz.”Âfakta ayetlerin gösterilmesi,
-Hz. Peygamberin onlara haber verdiği istikbale matuf hadiseleri ve helâk olan milletlerin kalıntılarını,
-Allahın Hz. Peygambere ve halifelerine harikulâde bir şekilde nasip ettiği fetihleri, doğu ve batı hükümdarlarına galebesini onlara göstereceğiz.
Kendi nefislerinde ayetlerin gösterilmesi,
-Mekke ehli arasında zuhur eden ilâhî ayetleri ve onların başına neler geldiğini göstermek,
-Veya, insan bedenindeki Allahın kudretinin kemâline delâlet eden sanat harikalarını onlara göstermek olabilir.
حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ “Ta ki, onun hak olduğu kendilerine iyice belli olsun.”
Buradaki “o” zamiri
-Kur’an,
-Peygamber,
-Tevhid,
-Veya Allah’a raci olabilir.
أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ “Rabbinin, her şeye şehîd (şâhit) olması yetmez mi?”
Allah her şeyi tahakkuk ettirendir. Vaad edilen diğer şeyleri tahakkuk ettirdiği gibi, Senin dinini de vaat edilen ayetleri göstermek suretiyle diğer dinlere galip kılar.
Veya Allahın “Şehîd” olması, muttali olması anlamındadır.
Dolayısıyla Senin de, onların da hâlini bilir.
İnsanı günahlardan sakındırmada Allahu Teâlânın her şeye muttali olması, hiçbir gizli hâlin O’na gizli olmaması yetmez mi?
54- أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاء رَبِّهِمْ “İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedir.”
Onlar, öldükten sonra diriltililerek ve hesap vererek Rab’lerine mülaki olacaklarından bir şüphe içindeler.
أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ “İyi bilin ki O, her şeyi kuşatmıştır.”
O, bütün her şeyi, bütün ayrıntılarıyla bilir, her şeye gücü yeter. Hiçbir şey O’ndan kaçamaz.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim Fussılet sûresini okursa Allah her harfine on hasene verir.”
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
2- تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ “(Bu Kur’ân) Rahmân - Rahîm tarafından indirilmiştir.”
Bundan önceki Mü’min sûresinden itibaren yedi sûrenin “Ha-mim” ile başlaması ve bunlara toplu hâlde “Havâmîm” denilmesi, nazım ve lafızda birbirine benzer bir şekilde, sûre başında Kitabın beyanıyla ilgili ayetlerin yer almasından olabilir.Tenzil’in Rahmân ve Rahime nisbet edilmesi, Allahın kitabının dünya ve ahiret maslahatlarını temin edecek esaslarla dolu olmasındandır.
3- كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “Bu, bilen bir toplum için Arabça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.”Kitab’ın ayetleri lafız ve mana itibarıyla birbirinden temyiz ile ayrılmıştır.Böylece Onun okunması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.
“Bilen bir toplum için”Bu kitap, ehl-i ilim ve ehl-i tefekkür olanlar içindir.
4- بَشِيرًا وَنَذِيرًا “Müjdeleyici ve uyarıcı olarak.”Onunla amel edenlere bir müjdeci ve ona muhalif olanlara da bir uyarıcı olarak indirilmiştir.
فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ “Fakat onların çoğu yüz çevirdi.”Ama onların çoğu onu düşünmekten ve kabulden yüz çevirdi. فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ “Artık onlar işitmezler.”Böyle olunca onlar tefekkür ve tâat kulağıyla dinlemezler.
5- وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ “Dediler: Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz örtülüdür.”
وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ “Kulaklarımızda da bir ağırlık var.”
وَمِن بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ “Seninle bizim aramızda bir de perde var.”Bu perde, bir araya gelmemize engel oluyor.Ayetteki مِنْ “min” ifadesi, bu perdenin onlarla Hz. Peygamber arasındaki tüm mesafeyi içine aldığına ve bir boşluk kalmadığına delâlet etmek içindir.Bunlar, Hz. Peygamberin davet ettiği şeyleri idrake karşı onların kalplerinin yüz çevirmesini, kulaklarının bunları duymak istemeyişini, Hz. Peygamberle beraber olmalarının ve O’na muvafakat etmelerinin imkânsızlığını anlatan temsillerdir.
فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ “Artık (yapacağını) yap, çünkü biz de yapıyoruz.”
Sen kendi dinine göre veya bizim davamızı ibtal için yapacağını yap.
Biz de kendi dinimize göre veya Senin davanı ibtal için yapacağımızı yapacağız.
6- قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ “De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım.”
يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ “Fakat bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.”
Ben, kendisinden ders alamayacağınız bir melek veya bir cinnî olmayıp sizin gibi bir insanım. Ayrıca, akılların ve kulakların yüz çevireceği şeylere de çağırmıyorum. Ben sizi ancak tevhide ve amelde istikamete çağırıyorum. Aklî deliller ve naklî şahitler de bunlara delâlet etmektedir.
فَاسْتَقِيمُوا إِلَيْهِ “Artık O’na yönelin.”
Öyleyse, fiillerinizde Allaha yönelmiş bir şekilde istikamet üzere olun.
Veya tevhid ve ihlas ile ameli düzgün yapın.
وَاسْتَغْفِرُوهُ “Ve O’ndan bağışlanma dileyin.”
İçinde bulunduğunuz kötü inanç ve kötü amele mukabil, Allaha istiğfar edin.
Cenab-ı Hak bunları bildirdikten sonra, bu konuda şöyle tehditte bulundu:
وَوَيْلٌ لِّلْمُشْرِكِينَ “Müşriklerin vay hâline!”
Aşırı cehaletleri ve Allahı hafife almaları yüzünden, vay o Allaha ortak koşanların hâline!
7- الَّذِينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ “Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir.”
Onların zekâta yanaşmamaları,
-Cimriliklerinden
-Ve halka şefkat duymamalarındandır. Bu ise, en büyük rezâletlerdendir.
Ayette, kâfirlerin dinin fûruatına muhatap olduklarına bir delil vardır.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Onlar nefislerini arıtacak iman ve tâati yapmazlar.
وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ “Ve onlar ahireti de inkâr ederler.”
Ayetin bu kısmı, onların zekâttan kaçınmalarının,
-Dünyayı talep etmeye kendilerini bütünüyle kaptırmaları,
-Ve ahireti de inkârları yüzünden olduğunu hissettirmektedir.
8- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ “Şüphesiz ki, iman eden ve salih amel işleyenler için bitmez tükenmez bir mükafat vardır.”
Ayet metnindeki “gayr-i memnun” şunu ifade eder:
-Onlara verilecek bu büyük mükâfatta kendilerine minnette bulunulmaz.
-Veya bundan murat, bu mükâfatın hiç kesilmeyecek olmasıdır.
Denildi ki: Ayet hasta ve yaşlılar hakkında indi. Bunlar tâatten âciz kaldıklarında, daha önce yaptıkları amelin en salih şekli mükafat olarak kendilerine yazılır.
9- قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا “De ki: Arzı (yeri) iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar mı koşuyorsunuz?”
Bundan murat iki gün olabileceği gibi, iki merhale de olabilir. Allah herbir merhalede, en seri bir şekilde yarattıklarını yaratmıştır. Belki de arzdan murat, topraktaki elementlerdir.
İki günde yaratmaktan murat ise, bunlara ortak bir asıl yaratılmasıdır. Sonra da bunlara suretler vermiş, böylece türler meydana gelmiştir.
Onların Allahı inkârı ise, O’nun zât ve sıfatlarını kabul etmemeleridir.
ذَلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ “İşte O, âlemlerin Rabbidir.”
İşte, arzı iki günde böyle yaratan Allah, vücut sahasına getirilen bütün mümkinatın yaratıcısı ve terbiye edicisidir.
10- وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا “O, yeryüzünde yükselen sabit dağlarkıldı.”
Arzın üzerinde yükselmiş dağları meydana getirdi. Ta ki bakanlar ibretle nazar etsinler, araştırmacılar onlardaki menfaatleri bulabilsinler.
وَبَارَكَ فِيهَا “Orada bolluk - bereket meydana getirdi.”
Orada çeşit çeşit bitki ve hayvanlar yaratmak suretiyle, arzın hayrını ziyade kıldı.
وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا “Ve orada rızıklar takdir etti.”
Her nev için ona uygun ve kendisiyle yaşayabileceği yiyecekler takdir etti.
Veya arzın her bir bölgesi için oraya uygun yiyecekler tahsis etti.
فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ “Dört gün içinde.”
Burada dört gün, önceki iki günle beraber dört gündür. Bu, şöyle demene benzer: “Basra’dan Bağdad’a on gün yürüdüm. Kûfe’ye de onbeş gün yürüdüm.”
Bu merhaleyi anlatırken “iki günde” demek yerine, “dört günde” denilmesi önceki iki günle bitişik olduğunu hissettirmek içindir, ikisinin toplamını açık olarak ifade etmektir.
سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ “(Rızık) arayanlar için yeter bir şekilde.”
Yani, bu dört gün, arzın ve onun içinde olanların yaratılış müddetini soranlar içindir.
Veya mana şöyle de takdir edilebilir: “Allah, arzda bu rızıkları, bunlara talip olanlar için takdir etti.’’[1>
11- ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi.”
Sonra da tam bir teveccühle semaya yöneldi. Zâhir olan o ki, ayetteki “sonra” ifadesi zaman itibarıyla olmayıp, iki yaratılış arasındaki farklılığı bildirmek içindir. Çünkü başka bir ayette “Arzı da bundan sonra düzenleyip döşedi.” (Naziat, 20) denilmektedir. Ayette anlatılan arzın bu tanzimi, üzerinde dağlar yaratılmasından öncedir.
Duhan hâli, onun zulmanî durumunu ifade eder. Belki de bundan murat, semanın maddesidir veya semanın terkibinde yer alan küçücük cüzlerdir.
فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا “Ona ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi.”
Sizde yarattığım etkileme ve etkilenme ile vücuda gelin, size verdiğim çeşit çeşit vaziyetler ve farklı farklı varlıklarla ortaya çıkın.
Veya daha önce dokuzuncu ayette geçen “yaratmak” ifadesi “takdir etmek” anlamında olabilir. Böyle olunca ayetin bu kısmı “vücut sahasına gelin” manası taşır.
Veya şöyle mana verilebilir: “Sizden her biriniz, sizden meydana gelmesini istediğim şeylerde diğerine vereceğini versin.”
Bundan murat, Cenab-ı Hakkın kudretinin kemâlini ve irade ettiği şeyin vücuda gelmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktır. Yoksa sema ve arzın isteyip istememelerini nazara vermek değildir.
قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ “Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler.”
Bundan murat, Allahın kudretinin bunlarda tesirini ve onların da bu kudretten bizzat etkilenmelerini tasvîr etmektir. “Ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca “ol!” der, o da hemen oluverir.” (Bakara, 117) de olduğu gibi, sema ve arzı komutana itaat eden iki nefer şeklinde temsil yoluyla anlatmaktır.
“Allah onlara hitap etti ve onları cevap vermeye muktedir kıldı” şeklinde bir yorum, ancak ilk ve son vecih üzere tasavvur edilebilir.
12- فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ “Böylece onları, iki günde yedi sema olarak yarattı.”
Böylece Allah onları yoktan yarattı ve durumlarını mükemmel kıldı.
وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا “Ve her semaya kendi işini vahyetti.”
Allah her semaya irade verdi veya fıtrî bir sevk ile onları yapacakları şeylere sevketti.
Denildi ki: Bundan murat “emirleri ve yasaklarıyla her sema ehline direktifler verdi” manasıdır.
وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا “En yakın semayı kandillerle süsledik ve onu koruduk.”
Öyle ki, sen semaya baktığın zaman oradaki yıldızları dünya üzerinde parlar bir vaziyette görürsün.
Semanın korunması,
-“Onu afetlerden koruduk”
-Veya “cinlerin kulak hırsızlığı yapmalarından koruduk” manasını ifade eder.
ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ “İşte bu, Azîz – Alîm’in takdiridir.”Onun kudret ve ilmi, kemâl mertebesindedir.
13- فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِّثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ “Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan saika gibi bir saikaya karşı uyardım.”
Bu beyandan sonra imandan yüz çevirirlerse, onları yıldırım gibi kendilerine isabet edecek şiddetli bir azap ile uyar.
14- إِذْ جَاءتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ “Hani peygamberler onlara önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişlerdi.”
Peygamberler her taraftan onlara gelmiş ve her cihetle kendilerine anlatmışlardı.
Veya mana şöyle olabilir: Gelen elçiler hem geçmiş, hem de gelecek zamanla alakalı uyarılarda bulundular. Geçmiş zamanla alakalı olarak kâfirlerin başlarına gelen felâketleri anlattılar. Gelecekle ilgili olarak ise, ahirette onlara hazırlanan azabı hatırlattılar.
Veya şöyle de düşünülebilir: Onlardan önce ve sonra peygamberler gelmişti. Çünkü bunlara önceki peygamberlerin haberi ulaşmıştı. Peygamberleri olan Hz. Hûd ve Hz. Salih, sonraki peygamberleri de haber vermişlerdi. Bunların hepsi de onları imana davet etmekte idi.
Veya ayetin ibaresinden murat, “Rızkı her yerden bol bol geliyordu.” (Nahl, 112) ayetinde olduğu gibi çokluğu ifade etmek de olabilir.
قَالُوا لَوْ شَاء رَبُّنَا لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً “Onlar dediler: Şayet Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi.”
Onlar dediler ki: Şayet Rabbimiz peygamber göndermek istese, melekleri indirirdi.
فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ “Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz.”
Dolayısıyla, her ne kadar siz kendinizi Allahın elçileri sayıyorsanız da, biz bunu inkâr ediyoruz. Çünkü siz de bizim gibi insansınız, bize bir üstünlüğünüz yok.
15- فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Âd kavmine gelince, onlar yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar.”
Haksız bir şekilde, yeryüzündeki insanlara karşı büyüklendiler.
وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً “Bizden daha güçlü kim var?” dediler.”
Kuvvet ve saltanatlarıyla mağrur olup “var mı bizden daha kuvvetlisi?” dediler.
Denildi ki: Onlardan biri kayayı yerinden söküp eliyle kaldırabiliyordu.
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً “Onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi?”
Çünkü Allahın kudreti zâtındandır ve sınırsızdır. Başka hiç kimsenin güç yetiremeyeceği şeyleri yapar.
وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ “Ve onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.”
Ayetlerimizin hak olduğunu bilmekle beraber, onları inkâr ediyorlardı.
16- فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَّحِسَاتٍ لِّنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik.”
Onların üzerine şiddetli soğuğuyla helâk eden bir rüzgâr gönderdik.
Veya ayetteki “sarsar” ifadesi “şiddetli ses” anlamına da gelebilir. Yani, “üzerlerine şiddetli uğultuyla esen bir rüzgâr gönderdik.”
وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَى “Ahiret azâbı elbette daha zillet vericidir.”
وَهُمْ لَا يُنصَرُونَ “Ve onlara yardım da edilmez.”
Azap kendilerinden kaldırılarak bir yardım görmezler.
17- وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ “Semûd kavmine gelince, onlara doğru yolu göstermiştik.”
Deliller göstererek ve peygamberler göndererek onları hakka yönlendirdik.
فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَى عَلَى الْهُدَى “Ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.”
Ama onlar, dalaleti hidayete tercih ettiler.
فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ “Derken, yaptıklarına karşılık olarak zillet verici azap saikası onları çarptı.”
Semadan gelen bir saika, onları helâk etti.
Bunun azap saikası olması ve zillet verici özelliği, başlarına gelen azabı daha etkin bir şekilde anlatmak içindir.
Bu azabın başlarına gelmesi, dalâleti seçmelerindendi.
18- وَنَجَّيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ “İman edenleri ve kötülükten sakınanları ise kurtardık.”
İman eden ve günahlardan sakınanları ise, bu saikadan kurtardık.
[1> Ayetin dört mevsime baktığına da dikkat çekilir. Yeryüzündeki bütün canlıların rızıkları, dört mevsim içinde hazırlanmakta ve hepsine yetmektedir.
19- وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاء اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ “O gün Allah düşmanları cehennem ateşine sürülmek üzere yığın yığın bir araya getirilirler.”
Dağılıp gitmemeleri için hepsi tutuklu hâlde tutulurlar.
Ayet, cehennem ehlinin sayıca çok olmasını anlatmaktadır.
2ّ0- حَتَّى إِذَا مَا جَاؤُوهَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Nihayet oraya vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ettiler.”
Bu, Allahın o azaları konuşturmasıyla olur veya bu azaların üzerinde neler işlediklerine delâlet eden alâmetler bulunur, böylece azalar hâl diliyle konuşmuş olur.
21- وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدتُّمْ عَلَيْنَا “Derilerine, “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler.”
Bu, kınama ve şaşkınlık sorusudur.
قَالُوا أَنطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ “Derileri dedi: Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu.”Yani, biz kendi irademizle konuşmuyoruz, her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturuyor.Veya, “Her canlıyı konuşturan Allahın kudreti açısından, bizim konuşmamız hayret edilecek bir şey değildir.”
Şayet onların cevabı ve konuşması “hâl diliyledir” şeklinde te’vîl edilse, o zaman ayetteki “şey” ifadesi imkân dairesindeki herşeyi içine alır.
وَهُوَ خَلَقَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ “Sizi ilk defa yaratan da O’dur.”
وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve O’na döndürüleceksiniz.”
Ayetin bu kısmı, onların derilerinin sözü olabileceği gibi, müstakil yeni bir cümle de olabilir.
22- وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ “Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz.”
وَلَكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِّمَّا تَعْمَلُونَ “Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”Siz, çirkin işleri yaparken rezil olma korkusuyla insanlardan gizleniyordunuz. Ama gün gelip azalarınızın bu gizli hâllerinize şahitlik yapacağını hiç zannetmiyordunuz?!
Ayette, mü’min olan kimsenin daima gözetleme altında olduğunu hatırdan çıkarmaması gerektiğine bir tenbih vardır.
23- وَذَلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ “İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti.”
فَأَصْبَحْتُم مِّنْ الْخَاسِرِينَ “Böylece zarara uğrayanlardan oldunuz.”
Bu zannınız sebebiyle, böyle cürümler işlemeye cesaret ettiniz. Çünkü, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmanız için size verilenleri, hem dünyayı hem de ahireti kaybetmeye vesile yaptınız.
24- فَإِن يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ “Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir!”
وَإِن يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُم مِّنَ الْمُعْتَبِينَ “Eğer Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmeyecektir.”
Onlara, o cehennemden bir kurtuluş yoktur. Bunun bir benzeri şu ayettir:
“Feryat da etsek, sabır da göstersek artık bizim için bir şey değişmez.” (İbrahim, 21)
25- وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَاء “Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik.”
O kâfirlere şeytanlardan dostlar takdir ettik. Kabuğun yumurtayı sarması gibi, bu şeytanlar da onları her taraftan istila ederler.
فَزَيَّنُوا لَهُم مَّا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ “Bunlar kendilerine önlerinde ve arkalarında ne varsa güzel gösterdiler.”
Önlerinden olan, dünya işleri ve şehvete uymak gibi durumlardır.
Arkalarından olan ise, ahiret işleri ve ahireti inkâr tarzındaki hâllerdir.
وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ “Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları hakkındaki azab sözü onlar için de hak oldu.”
Böylece bunlar da, daha önce azabı hak etmiş cin ve ins gibi kötü ameller yaptılar, böylece azap kelimesi bunlar hakkında da tahakkuk etti.
إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ “Çünkü onlar kendilerine yazık etmişlerdi.”
Azabı hak etmelerinin gerekçesini bildirir. Zamir, hem onlara, hem de önceki milletlere racidir.
26- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ “İnkâr edenler dediler: Bu Kur’ân-ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın.”
Ve hurafe şeylerle de olsa ona karşı çıkın.
Veya hurafe şeylerle sesinizi yükseltin, ta ki Kur’anı okuyanın aklını karıştırın.
لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ “Ola ki üstün gelirsiniz.”
Böylece, onun okunmasına engel olursunuz.
27- فَلَنُذِيقَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا عَذَابًا شَدِيدًا “İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız.”İnkâr edenlerden murat, üstteki sözü söyleyenler olabileceği gibi, genel anlamda kâfirler de olabilir.
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ “Ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.”
Amellerinin seyyieleriyle, elbette onları cezalandıracağız. Bunun benzeri daha önce geçmişti.[1>
28- ذَلِكَ جَزَاء أَعْدَاء اللَّهِ النَّارُ “İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir.”
لَهُمْ فِيهَا دَارُ الْخُلْدِ جَزَاء بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ “Ayetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak onlar için o ateşte ebedîlik yurdu vardır.”
Çünkü orası, onların ikâmet yeridir. Bu, hakkı inkâr etmelerine veya gürültü çıkararak ona engel olmaya çalışmalarına bir cezadır.
29- وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا رَبَّنَا أَرِنَا الَّذَيْنِ أَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ أَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْأَسْفَلِينَ “(Ateşe giren) inkârcılar şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
Bununla dalalet ve isyana sevkeden cin ve ins şeytanlarını kastetmektedirler.
Denildi ki: Bundan murat İblis ve Kâbil’dir. Çünkü küfür ve katli başlatanlar, bu ikisidir.
Denildi ki: “Onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar” kısmından murat “Onları cehennemin en alt derekesine atalım. Ta ki mekân veya zillet yönüyle en aşağıda yer alsınlar” manası olabilir.
30- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا “Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya…”Rububiyetini itiraf ve vahdaniyetini ikrâr olarak “Rabbimiz Allah” diyenler, sonra amelde istikamet üzere olanlar…
Ayette önce imanın sonra istikametin gelmesi, istikametin imana terettüp etmesindendir.
Veya zor olduğundan böyle gelmiştir. Çünkü, iman edip de tam bir istikamet üzere olan kimse, çok çok azdır.
Hulefa-i Raşidinden istikametin yorumu olarak imanda sebat etmek, ameli ihlaslı yapmak ve farzları eda etmek” gibi nakledilen rivayetler, istikametin cüziyatındandır.
تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا “Onların üzerine melekler iner ve derler ki: Korkmayın ve üzülmeyin.”
Melekler onlara,
-Sadırlarına genişlik verecek,
-Kendilerinden korku ve hüznü giderecek şekilde nüzul ederler.
Bu nüzul, ölüm anındadır veya kabirden çıkıştadır.
Önden gönderdiklerinize korkmayın, geride bıraktıklarınıza da üzülmeyin.
وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ “Ve size va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
Peygamberlerin diliyle dünyada iken size vaat edilen cennetle sevinin.
31- نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ “Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız.”
Şeytanların kâfirlere yaptıklarına bedel, biz de dünya hayatında sizin dostlarınız olduk, size hakkı ilham ettik, hayra sevkettik. Ahirette ise, kâfirler şeytanlarıyla birbirine düşman olurken, biz şefaat ve ikram ile sizlerle beraber olacağız.
وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ “Sizin için orada canınızın çektiği her şey var.”
Size, ahirette nefsinizin hoşlanacağı her türlü lezzetler var.
وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ “Sizin için orada istediğiniz her şey var.”
Ayetin bu kısmı, birinci kısmından daha geneldir.[2>
32- نُزُلًا مِّنْ غَفُورٍ رَّحِيمٍ “Bunlar çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Allah tarafından bir ikramdır.” Ayet metnindeki “nüzül” ifadesi, “misafire geldiğinde ilk ikram edilen şey” manasını ifade ettiği cihetle, ayet onlara hatırlarına bile gelmeyen daha nice şeylerin verileceğini hissettirir.
[1> Mesela bkz. Nahl 96-97, Ankebut 7, Zümer 35.
[2> Birinci kısmı, insana fıtrî olarak iştah duyduğu her şeyin cennette olduğunu anlatırken, bu kısmı ise talep ettiği her şeyin cennette olacağını nazara verir. Bunun alanı, diğerine göre daha geniştir.
33- وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “ben gerçekten müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
-Allaha ibadete çağıran,
-Kendisiyle Rabbi arasında olan şahsi ibadetlerini düzgün bir şekilde yapan,
-Ve iftiharla ve İslâmı bir din ve hayat tarzı olarak benimseyerek “ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?
Ayet, bu özellikleri kendinde taşıyan herkesi içine alır.
Denildi ki: Ayet, Hz. Peygamber hakkında indi.
Denildi ki: Müezzinler hakkında indi.
34- وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ “İyilikle kötülük bir olmaz.”
Karşılık verilmesi ve akıbetin güzelliği noktasında ne iyilik ne de kötülük aynı değildir.
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ “Kötülüğü en güzel bir şekilde sav.”
Yapılan bir kötülüğe, mümkün olan en güzel iyilikle mukabelede bulun.
Ayet, “kötü bir muameleye maruz kalırsam ne yapayım?” şeklinde mukadder bir soruya cevaptır. “en güzel bir şekilde” ifadesinin gelmesi, manayı ziyadesiyle takviye içindir. Bundan dolayı “güzel” kelimesi yerine “en güzel” ifadesi kullanıldı.
فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”
35- وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا “Bu davranışa ancak sabredenler kavuşturulur.”
Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak, ancak sabredenlerin yapabileceği bir harekettir. Çünkü bu harekette, nefsi intikamdan alıkoymak vardır.
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ “Buna ancak (hayırdan) büyük bir payı olanlar kavuşturulur.”
Böyle yapabilenler, hayırdan ve nefsin kemâlinden büyük bir pay sahibi olanlardır.
36- وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.”
Çünkü insan kötü bir muameleye maruz kaldığında, şeytan o kötülüğe daha kötü bir muameleyle cevap vermek tarzında, aslında hiç de uygun olmayan şeyleri telkin eder.
O zaman şeytanın şerrinden Allaha sığın ve ona itaat etme.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Çünkü O, Semi’-Alim’dir.”
Çünkü O, senin kendisine sığınmanı işitir ve niyetini, salahını bilir.
37- وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ “Gece ile gündüz ve güneş ile ay O’nun ayetlerindendir.”
لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ “Güneşe ve aya secde etmeyin.”
Çünkü ay da, güneş de sizin gibi emir altında birer mahlûktur.
Ayette, güneş ve ayın ilim ve irade sahibi olmadığını hissettirmek vardır.
وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ “Eğer sadece Allah’a ibadet yapıyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”
Çünkü secde, ibadetlerin en has olanıdır.[1>
Şafii mezhebinde, emir burada yer aldığından ayetin bu kısmı okunduğunda secde yapılır. Hanefi mezhebinde ise, mana diğer ayetin sonunda bitmesi esas alınarak, diğer ayetin sonunda secde yapılır.
38- فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ “Eğer büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin nezdinde olanlar, gece gündüz hiç usanmadan O’nu tesbih ederler.”
“Rabbinin nezdinde olanlar”dan murat, meleklerdir.
“Gece ve gündüz tesbih etmeleri” ise, “daima tesbih ederler” anlamını taşır.
39- وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً “Onun ayetlerinden biri de şudur: Sen arzı huşu içinde (boynu bükük) görürsün.”
“Arzın huşu içinde olması”, onun tezellülünü istiare yoluyla ifade eder.
فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ “Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar ve kabarır.”
إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى “Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir.”
إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz O, her şeye kadirdir.”
O, ihya ve imateden her şeye kâdirdir.
40- إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا “Âyetlerimiz konusunda doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz.”
Bu,
-Ayetleri tenkit etmek,
-Allahın kelâmında tahrifte bulunmak,
-Batıl te’viller yapmak,
-Okunurken gürültü çıkarmaya çalışmak gibi durumlardır.
Dolayısıyla, bu taşkınlıklarına mukabil onları cezalandırırız.
أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ “O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?”Ayette, kâfirlerin ateşe atılmalarına mukabil, mü’minlerin emin bir şekilde gelmelerinin nazara verilmesinde, onların hâlinin güzelliğini etkili bir şekilde anlatmak vardır.
اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ “Dilediğinizi yapın.”
Ayet, kâfirlere karşı şiddetli bir tehdit manası taşır.
إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
Allahın, onların her hâlini gördüğünün nazara verilmesi, onlara ceza verilmesini bildirir.[2>
41- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ “Zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler var ya…”Bu ayet, bir önceki ayette vasfedilenlerden bedel olabilir.
Veya yeni bir cümle olarak şöyle takdir edilir: “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar inatçı kimselerdir.”
Veya “Zikir (Kur’an) kendilerine geldiğinde Onu inkâr edenler var ya, işte onlar helâk olacaklardır” şeklinde de değerlendirilebilir.
وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ “Şüphesiz o, azîz bir kitaptır.”
“O, azîz bir kitaptır.”
-Faydası pek çoktur, nazîri ise yoktur.
-Veya O ibtal edilmekten, tahrif edilmekten korunmuştur.
42- لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ “Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez.”Hiçbir cihetten ona bâtıl bir şey arız olamaz.Veya bundan murat, onda yer alan geçmişle ve gelecekle ilgili haberlerde batıl bir şey olmadığını anlatmaktır.
تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ “O, Hakîm - Hamîd tarafından indirilmiştir.”
Her varlık kendisinde görülen hallerle O’nun hikmetine şehadet eder, nimetlerine ise hamdeder.
43- مَا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَ “Sana söylenenler, ancak senden önceki peygamberlere söylenmiş olanlardır.”Senden önceki peygamberlere kâfir olan kavimleri tarafından neler denilmişse, Sana da kendi kavminin kâfirleri benzeri şeyleri diyorlar.
إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ “Hiç şüphesiz Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem verici bir ceza sahibidir.”
Senin Rabbin, peygamberlerine mağfiret sahibidir. Onların düşmanlarına ise, elem verici bir azap sahibidir.Şöyle de mana verilebilir: Hem Sana, hem de Senden önceki peygamberlere vahiyle söylenen, mü’minlerin mağfiret edileceğini ve kâfirlerin de cezalandırılacağını vaat etmek olmuştur.
44- وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ “Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık şöyle derlerdi: Keşke âyetleri genişçe açıklansaydı.”
Ayet, “Ona Arabça dışında bir dille Kur’an indirilse ya!” demelerine cevaptır. O zaman “anlayacağımız bir dille beyan edilse ya” derler.
أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ “Başka dilde bir kitap ve Arab bir peygamber, öylemi?”
Muhatap Arab iken, Arabça olmayan bir kelâm mı?
Ayetten maksat, mahzuruna dikkat çekerek, taleplerinin ibtalidir.
Veya ayetler nasıl gelirse gelsin işi yokuşa süreceklerini ortaya koymaktır.
قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاء “De ki: O, iman edenler için bir hidayet ve şifâdır.”
O Kur’an, ehl-i imanı hakka sevkeden bir rehber ve onların sadırlarında olan şek ve şüphelere bir şifadır.
وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ “İman etmeyenlerin kulaklarında bir ağırlık vardır.”
وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى “Ve o (Kur’an) kendilerine kapalı gelir.”
Bu, onların Kur’anı duymazdan gelmeleri ve O’nun gösterdiği ayetler karşısında görmez bir tavır sergilemelerindendir.
أُوْلَئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ “(Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”
Ayet, onların hakkı kabul etmemelerini anlatan bir temsildir. Uzaktan çağrılan bir kimse nasıl bir şey duymaz ve anlamazsa, bunlar da Kur’andan bir şey duymamakta ve anlamamaktadır.
[1>Hadiste “kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir” buyrulur.
[2>Yani, ayetin lazımı murattır. Her ne yaparsanız gördüğü için, bütün yaptıklarınızın cezasını verecektir.
45- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ “Andolsun ki biz Musa’ya Kitabı vermiştik de onda ihtilaf edilmişti.”Kur’anda ihtilaf edildiği gibi, Musaya Kitabı (Tevratı) verdiğimizde de tasdik ve tekzip yönünden ihtilaf edildi.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ “Şayet Rabbin tarafından bir söz geçmeseydi mutlaka aralarında hüküm verilirdi.”Bundan murat, kıyametin vaat edilmesi ve husumetin o zaman halledilmesidir.Veya bundan murat, ecellerin takdiri de olabilir. Şayet böyle bir söz olmasa, Kitabı yalanlayanların hepsi toptan helâk edilirlerdi.
وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ “Gerçekten onlar bunda derin bir şüphe içindedir.”
O Yahudiler veya genel anlamda o iman etmeyenler, Tevrattan, Kur’andan şek içindedirler.
46- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ “Kim salih bir iş yaparsa kendi lehinedir.”
وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا “Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.”
وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ “Rabbin, kullara asla zulmedici değildir.”
Dolayısıyla, onlara yapması uygun olmayan bir şeyi yapması söz konusu olamaz.
47- إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ “Kıyametin ilmi O’na havale edilir.”Kıyametten sorulduğunda, bunun bilgisi O’na havale edilir. Çünkü, Ondan başkası bunu bilmez.
وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَاتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ “Meyvelerin tomurcuklarından çıkması, dişinin hamile kalması ve doğurması ancak O’nun ilmiyledir.”Bütün bunlar O’nun ilmi dairesinde meydana gelir. İlminin taalluku olmadan bir şey olması düşünülemez.
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي “Allah o gün onlara “Nerede şeriklerim?” diye seslenir.”
Bana şerik olduğunu iddia ettikleriniz nerede!?
Onlara “nerede şeriklerim?” denilmesi, kınamak içindir.
قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ “Şöyle derler: Sana arz ederiz ki, bizden bir şahit yok.”
Ya Rabbi, bizden artık onların şerik olduğuna şehadet eden kimse yok. Çünkü, durumu gördüğümüzde, onlardan teberri ettik.Veya mana şöyle de olabilir: “Bizden onları gören kimse yok, çünkü hepsi kayboldular.”Denildi ki: “Bizden bir şahit yok” ifadesi, şeriklerin sözü de olabilir. Yani, “bizden, o müşriklerin haklı olduğuna şehadet eden kimse yok.”
48- وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَدْعُونَ مِن قَبْلُ “Daha önce yalvardıkları batıl mabutlar onları bırakıp kayboldu.”
وَظَنُّوا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ “Ve kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anladılar.”
49- لَا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاء الْخَيْرِ “İnsan hayır istemekten usanmaz.”
İnsan, genişlik ve nimet talebinde bulunmaktan hiç usanmaz.
وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ “Fakat kendisine kötülük dokununca, ümitsizliğe düşer, yıkılır.”
Ama darlık kendisine dokunduğunda Allahın lütuf ve rahmetinden bütün bütün ümidini keser. Bu ise, “Çünkü Allah’ın rahmetinden kâfirlerden başkası ümit kesmez.” (Yusuf, 87) ayetinin hükmünce kâfire ait bir özelliktir.
50- وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِن بَعْدِ ضَرَّاء مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَذَا لِي “Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka şöyle der: Bu benim hakkımdır.”
O zaman, “bu benim hakkımdır, üstünlüğüm ve çalışmam sayesinde bunu kazandım” der.
Veya “bu hâl, benim daimî hâlimdir” der.
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum.”
وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَى رَبِّي إِنَّ لِي عِندَهُ لَلْحُسْنَى “Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için en güzeli vardır.”Böyle demesi, kendisine isabet eden dünya nimetlerinin kendisinden kaynaklanan bir liyakat sebebiyle olduğuna inanmasındandır. Bu hâlin kendisinden hiç ayrılmayacağını zannetmektedir.
فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُوا “Andolsun, biz inkâr edenlere işlediklerini mutlaka haber vereceğiz.”Biz, hiç şüphe yok ki, onların amellerinin hakikatini kendilerine haber vereceğiz ve bu konudaki inançlarının tam aksini onlara göstereceğiz.
وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ “Ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptantattıracağız.”
Bu azaptan hiçbir şekilde kurtulamayacaklar.
51- وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأى بِجَانِبِهِ “İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir, yan çizer.”
وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَاء عَرِيضٍ “Ona şer dokunduğu zaman ise, uzun uzun yalvarır.”
52- قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ ثُمَّ كَفَرْتُم بِهِ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ فِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ “De ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?”
Eğer Kur’an Allah katından ise ve siz de hiç düşünmeden ve bir delile uymadan onu inkâr etmişseniz, durumunuz ne olur?
Ayette “sizden daha sapmış olanı var mı?” demek yerine “çok uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?” denilmesi, hem onların hâlini açıklar, hem de haktan ziyadesiyle sapmalarının illetini bildirir.
53- سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ “Onlara ayetlerimizi âfakta ve enfüste (kendi nefislerinde) göstereceğiz.”Âfakta ayetlerin gösterilmesi,
-Hz. Peygamberin onlara haber verdiği istikbale matuf hadiseleri ve helâk olan milletlerin kalıntılarını,
-Allahın Hz. Peygambere ve halifelerine harikulâde bir şekilde nasip ettiği fetihleri, doğu ve batı hükümdarlarına galebesini onlara göstereceğiz.
Kendi nefislerinde ayetlerin gösterilmesi,
-Mekke ehli arasında zuhur eden ilâhî ayetleri ve onların başına neler geldiğini göstermek,
-Veya, insan bedenindeki Allahın kudretinin kemâline delâlet eden sanat harikalarını onlara göstermek olabilir.
حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ “Ta ki, onun hak olduğu kendilerine iyice belli olsun.”
Buradaki “o” zamiri
-Kur’an,
-Peygamber,
-Tevhid,
-Veya Allah’a raci olabilir.
أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ “Rabbinin, her şeye şehîd (şâhit) olması yetmez mi?”
Allah her şeyi tahakkuk ettirendir. Vaad edilen diğer şeyleri tahakkuk ettirdiği gibi, Senin dinini de vaat edilen ayetleri göstermek suretiyle diğer dinlere galip kılar.
Veya Allahın “Şehîd” olması, muttali olması anlamındadır.
Dolayısıyla Senin de, onların da hâlini bilir.
İnsanı günahlardan sakındırmada Allahu Teâlânın her şeye muttali olması, hiçbir gizli hâlin O’na gizli olmaması yetmez mi?
54- أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاء رَبِّهِمْ “İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedir.”
Onlar, öldükten sonra diriltililerek ve hesap vererek Rab’lerine mülaki olacaklarından bir şüphe içindeler.
أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ “İyi bilin ki O, her şeyi kuşatmıştır.”
O, bütün her şeyi, bütün ayrıntılarıyla bilir, her şeye gücü yeter. Hiçbir şey O’ndan kaçamaz.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim Fussılet sûresini okursa Allah her harfine on hasene verir.”
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren