Admin
Yönetici
- Katılım
- 19 Şub 2025
- Mesajlar
- 180
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
1- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ “Ey iman edenler!Allah’ın ve rasûlünün önüne geçmeyin.”Yani, Allah ve Rasûlünün herhangi bir meselede hükmünü bilmeden “hükmü şudur” diye öne atılmayın.
Ayette hangi konuda öne geçmenin yasak olduğunun ifade edilmemesi, insan vehminin mümkün olan her meselede bu inceliği nazara alması içindir.[1>
Denildi ki: Ayetten murat, “Rasûlullahın önüne geçmeyin” manasıdır. Allahu Teâlânın zikri, peygamberinin tazimi içindir. Ayrıca, peygamberin Allah nezdinde saygıyı gerektiren bir konumda olduğunu hissettirmektir.
وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”
Öne geçmek veya hükme muhalefet etmekten sakının.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Şüphesiz Allah Semi’dir - Alîm’dir.”
Allah sözlerinizi işitir, fiillerinizi bilir.
2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin.”
O’nunla konuştuğunuzda sesinizi O’nun sesinden fazla yükseltmeyin.
وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ “Birbirinize seslendiğiniz gibi, Ona yüksek perdeden seslenmeyin.”
Kendi aranızda yaptığınız şekilde peygambere yüksek sesle nida etmeyin. Edebe müraatla, sesinizi O’nun sesinden daha aşağıda tutun.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Birbirinize isminiz ve lakabınızla hitap etmeniz gibi O’na hitap etmeyin. O’na “ey Allahın nebisi”, “ey Allahın Rasûlü” şeklinde hitap edin.
Bir önceki ayette “ey iman edenler” denildiği hâlde bu ayette de aynı ibarenin tekrar edilmesi,
-Ziyadesiyle basiretli olunmasını istemek,
-Öğüt alınmasında manayı kuvvetlendirmek,
-Nida edilen şeylerin her birinin müstakil olduğuna delâlette bulunmak,
-Ve ziyadesiyle önem verildiğini göstermek içindir.
أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ “Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”Çünkü peygambere karşı istihfaf yoluyla sesi yükseltmek ve bağırmakta, amelleri boşa çıkaran küfre yol açan bir durum vardır.
Bu ise, tahkir etmek ve O’na önem vermemekle meydana gelir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Sabit Bin Kaysın kulağı ağır işitiyordu ve bundan dolayı bağırarak konuşan biriydi. Ayet indiğinde Hz. Peygamberin yanına gelmez oldu. Hz. Peygamber onun ortalıkta görünmediğini fark etti ve yanına çağırdı, niçin görünmediğini sordu. Dedi ki: “Ya Rasûlallah Sana bu ayet nâzil oldu. Ben ise bağırarak konuşan bir adamım, amelimin boşa gitmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ayette anlatılan senin gibilerin durumu değildir. Sen hayır üzere yaşıyorsun ve hayır üzere öleceksin. Ve sen cennet ehlindensin.”
3- إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى “Allah rasûlünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir.”
Edebe müraatla veya yasağa muhalefet korkusuyla Rasûlullahın yanında sesini kısanlar var ya, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiş, takvaya ehil olduklarını ortaya koymuştur. Çünkü imtihan, bilme sebebidir.
Veya şöyle de denilebilir: Allahın çeşit çeşit zorluklar ve çetin mükellefiyetlere tâbi tutması, takvanın ortaya çıkması içindir. Çünkü takva, böyle zorluklara sabretmekle ortaya çıkar.
Altının ateşe atılmasıyla ona karışan şeylerden ayıklanması gibi, Allah da böyle mükellefiyetle insanları daha seçkin hâle getirmektedir.
لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ “Onlara büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir vardır.”
Onlar için günahlarından bir bağışlanma ve seslerini kısmaları ve diğer tâatleri için çok büyük bir mükâfat vardır.
“Mağfiret ve ecir” kelimelerinin elif-lâmsız gelişi tazim içindir. Yani, onlar için çok büyük bir bağışlanma ve çok büyük bir mükâfat vardır.
Ayette Hz. Peygambere karşı sesini kısan kimselerin, bu hususta ve O’nu râzı etmede kemâl mertebesinde olduklarına dikkat çekilmiştir. Ayrıca, bunların medhedilmesiyle, tersini yapıp da sesini yükselten ve bağıran kimselerin de çok çirkin bir iş yaptıklarına tarizde bulunulmuştur.
4- إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ “Sana odaların arkasından bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.”
Sebeb-i Nüzûl
Hucurat, hücre’nin çoğuludur. Ayette bahsi geçen hucurat (odalar) Hz. Peygamberin hanımlarının odalarıdır. Denildi ki: Ayette nazara verildiği şekilde Hz. Peygambere seslenenler, Uyeyne Bin Hısn ve Akra’ Bin Hâbis idi. Yetmiş kişilik bir heyetle Beni Temim kabilesinden gelmişlerdi. Vakit öğle vaktiydi ve Hz. Peygamber istirahat etmekteydi. Bu ikisi “Ya Muhammed! Biz geldik, dışarı çık” diye seslenmişlerdi.
Nida etmenin hepsine isnat edilmesi,
-Ya diğerlerinin de böyle seslenilmesine rıza göstermelerinden,
-Veya diğerlerinin böyle nida etmeyi emretmelerinden,
-Veya olayın onlar içinde vuku’ bulmasındandır.
Bunlar hakkında “aklı ermez kimselerdir” denilmesi şundandır: Çünkü akıl, hüsn-ü edebi ve hayaya riayet etmeyi gerektirir. Özellikle de peygamberlik makamında olan zata.
5- وَلَوْ أَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتَّى تَخْرُجَ إِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ “Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.”
Sen onlara çıkıncaya kadar sabretmeleri, acele etmelerinden çok daha hayırlı olurdu. Çünkü böyle yapmalarında,
-Edebe riayet,
-Peygambere saygı vardır. Bu iki özellik ise, medhe şayan ve sevabı gerektiren durumlardır.
-Ayrıca, talep ettiklerine ulaşmak vardır. Çünkü rivayete göre Benî Temim heyeti, Beni Anber esirlerine şefaatçi olmak üzere gelmişlerdi.
Esirlerin yarısı serbest bırakıldı, yarısından da fidye alındı.
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve Allah Ğafur – Rahîm’dir (çok bağışlayan, çok merhamet edendir).”
Çünkü edebin gereğini yerine getirmeyen, peygambere tazimi terk eden bu kimselere sadece nasihatle ve kınamakla yetindi.
6- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Velîd Bin Ukbe’yi Beni Mustalık kabilesine zekât memuru olarak göndermişti. Velid ile onların arasında ise bir problem vardı. Onun geldiğini işittiklerinde kendisini karşıladılar. O ise kendisiyle dövüşmek üzere geldiklerini zannetti. Bunun üzerine onlarla konuşmadan geri döndü. Rasûlullaha onların dinden döndüklerini, zekât vermeyi reddettiklerini söyledi. Hz. Peygamber bunun üzerine onlarla savaşmaya niyetlendi, ayet nâzil oldu.
Denildi ki: Hz. Peygamber sonra Halid Bin Velidi gönderdi. Halid Bin Velid onları ezan okuyan ve namaz kılan bir topluluk olarak buldu. Zekâtlarını O’na teslim ettiler, Medineye döndü.
Ayette “fasık” ve “nebe” (haber) kelimelerinin elif-lâmsız gelmesi, tamim içindir. Yani “herhangi bir fasık, herhangi bir haberle gelirse iyice araştırın.”
Araştırma emrinin, haber verenin fıskına bağlanması, âdil olan kimsenin haber getirmesi durumunda araştırmadan kabulünün cevazını gösterir.
أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ “Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
7- وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ “Hem bilin ki, içinizde Allah’ın rasûlü vardır.”
لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ “Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.”
Yani, sizler Allah Rasûlünün, meydana gelen olaylarda sizin görüşünüze tâbi olmasını istiyorsunuz. Bu tavrınızın değişmesi gerekir. Şayet sizin isteğinizi yapsa, sıkıntıya düşersiniz.
Ayette, bir kısım sahabilerin Velidin sözü üzerine “Beni Mustalık’a savaş ilan edelim” şeklinde Hz. Peygambere görüş beyan ettiklerini hissettirmek vardır.
وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ “Fakat Allah size imanı sevdirdi.”
وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ “Ve onu kalplerinize zînet yaptı.”
وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ “Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi.”
Ayet, onların bunda özürlerine dikkat çekiyor. Yani imana ileri derecede muhabbetleri ve küfürden hoşlanmamaları, Velidi duyduklarında böyle bir görüş beyanına sevk etmiştir.
Veya ayet, onlardan böyle yapmayanları medhetmekte, bu şekilde hareket edenlere ise tarizde bulunmaktadır. Ayetin devamı da bunu te’yid eder:
أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ “İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”
Yani, bu müstesna tutulanlar, dosdoğru bir yolda gitme hususunda isabet etmişlerdir.
Küfür: İnkâr ile Allahın nimetlerini görmemektir.
Fısk: Tâatten çıkmak, Allaha boyun eğmekten kaçınmaktır.
8- فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً “Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir.”
Ayetin bu kısmı, Allahın imanı sevdirmesi ve küfrü çirkin göstermesinin bir illetidir. Yani, “kendisinden bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı.”
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah Alîm’dir – Hakîm’dir.”
Allah Alîm’dir, mü’minlerin hâllerini ve aralarındaki fazilet farklarını bilir. Hakîm’dir, onlara muvaffakiyet vererek lutfetmekle ve nimette bulunmakla hikmetli iş yapar.
9- وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarında sulh yapın.”
Onlara nasihat ederek, Allahın hükmüne çağırarak aralarında sulh yapın.
فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ “Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın emrine gelinceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.”
فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا “Eğer dönerse aralarında adaletle sulh yapın ve (her işte) adaletli davranın.”
Ayetin evvelinde sadece “sulh yapın” denilirken burada “adaletle sulh yapın” denilmesi, haddi aşan topluluğa haddini bildiren kimselerin, sulhu yaparken haksızlıktan sakınmaları içindir. Çünkü böyle hallerde çok haksızlıklar da yapılabilmektedir.
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”
Onların fiiline güzel mükâfatla karşılık verir.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Hz. Peygamber devrinde Evs ve Hazreç kabileleri arasında meydana gelen bir savaş hakkında nazil oldu.
Ayet, bâğî’nin mü’min olduğuna delâlet eder.[2> Bâğî kimse, hadiste geldiği üzere, harpten alıkonduğunda bırakılır. Çünkü bu, Allahın emrine gelmektir.
Ayrıca, ayetten anlaşıldığına göre, saldırgan olanlara önce nasihat etmek ve iki taraf arasında sulhu gerçekleştirmeye çalışmak gerekir. Ama bu gayretler netice vermezse, saldırılan tarafa yardım edilmelidir.
10- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Mü’minler ancak kardeştirler.”
Çünkü hepsi bir asla müntesiptirler. Bu asıl da ebedi hayatı kazandıran imandır.
Ayet, mü’minler arasında sulhu emreden üstteki ayetin hem illetini bildirir, hem de hükmü pekiştirir. Bunun için kardeş olmaları hasebiyle Cenab-ı Hak sulh emrini tekrarlayıp şöyle buyurdu:
فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ “Öyleyse kardeşleriniz arasında sulh yapın.”
“Onların arasında sulh yapın” denilebileceği hâlde “kardeşleriniz arasında” denilmesi, bu gerçeği daha ziyadesiyle bildirmek ve pekiştirmek içindir.
“Kardeşleriniz arasında” denilirken erkekler için kullanılan sığa ile ifade edilmesi, dövüşmenin daha çok erkekler arasında olmasındandır.
وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Ve Allah’tan korkun, ola ki merhamet olunursunuz.”
Allahın hükmüne muhalefetten ve ihmalde bulunmaktan sakının. Ta ki takvanıza mukabil merhamete nail olasınız.
[1>“Mef’ulün terki tamim ifade eder” denilir. Burada da bu kurala göre açıklama yapılmıştır. Mesela, “Allahın emirlerine uyun” denildiğinde hangi emirler olduğunun söylenmemesi “bütün emirlerine uyun” manasına gelir.
[2> Baği, “meşru devlet idaresine karşı çıkan, isyan eden” demektir. Siyasî olaylar sebebiyle, İslâm tarihinde zaman zaman “bağiler” zuhur etmiştir.
11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ “Ey iman edenler! Bir toplu
luk diğer bir toplulukla alay etmesin.”
عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ “Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.”
وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء “Kadınlar da kadınlarla alay etmesin.”
عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ “Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.”
Erkekler ve kadınların başkalarını alaya almasını yasaklayan ayetin çoğul sığasıyla gelmesi, alaya almanın genelde topluluk içinde meydana gelmesindendir.
وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ “Kendinizi (birbirinizi) ayıplamayın.”
وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”
بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ “İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir!”
Bundan murat, mü’minlere “kâfir” ve “fasık” gibi kötü lakaplar takmanın ne kadar çirkin olduğunu göstermektir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, ayet Safiye Binti Huyey hakkında indi. Safiye Hz. Peygambere “Kadınlar bana “Yahudi kızı Yahudi” diyorlar diyerek şikâyette bulundu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Onlara şöyle deseydin ya: Babam Harun, amcam Musa, eşim de Muhammed.”
Ayette, kötü lakap takmanın fısk olduğuna, bununla imanın yan yana olmasının çirkin kaçtığına delâlet vardır.
وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim de tevbe etmezse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.”
Yasaklanan bu hâllerden tevbe etmeyenler,
-Tâat yerine isyanı koymakla,
-Ve kendilerini azaba maruz bırakmakla zâlim olan kimselerdir.
12- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.”
Ayette “zannın çoğundan” denilerek hangi zanlardan kaçınılacağının mübhem bırakılması, insanın her zanda ihtiyatlı davranıp, o zannın hangi türden olduğuna dikkat çekmesi içindir.
Zannın çeşitleri vardır:
1-Tâbi olunması gereken zanlar. Katî bilmediği amelî meseleler ve Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmak gibi.
2-Haram olan zanlar. İlâhiyat ve nübüvvet konularında zan ile hüküm vermek, katî meselelere muhalif zanda bulunmak, mü’minlere su-i zan beslemek gibi.
3-Mubah olan zanlar. Dünyevî işlerde zanda bulunmak gibi.
إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ “Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”
وَلَا تَجَسَّسُوا “Birbirinizin kusurunu araştırmayın.”
Hadiste şöyle buyrulur: “Müslümanların gizli hâllerini araştırmayın. Her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâllerini ortaya koyar, velev evinin içinde de olsa rezil rüsvay eder.”
وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا “Birbirinizin gıybetini yapmayın.”
Birbirinizin ardından kötü konuşmayın.
Hz. Peygambere gıybetten soruldu. Şöyle cevap verdi: “Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Söylediğin şey onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa iftira etmiş olursun.”
أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”
Ayet, gayet belağatli ve etkili bir şekilde gıybet eden kişinin bu yaptığının ne kadar çirkin bir şey olduğunu gözler önüne sermektedir.
Şöyle ki:
-Baştaki istifham, ikrar ettirmek içindir.[1>
-“Sizden biri” denilmesi, tamim içindir.
-En çirkin bir şeyi sevmeyi nazara vermek, gıybetten nefret ettirmek içindir.
-Gıybet etmeyi insan eti yemek ile temsil etmek,
-Eti yenilenin kardeşi olduğunu söylemek,
-Hem de ölü eti şeklinde anlatmak gibi hususlar gıybetin ne kadar çirkin bir şey olduğunu anlatmaktadır.
فَكَرِهْتُمُوهُ “İşte bundan tiksindiniz.”
Bu ifade, önceki manayı takrîr ve tahkik eder.
Yani, böyle bir şey olsa ve ölü kardeşinizin eti önünüze konulsa elbette hoşlanmaz, nefret edersiniz. Bunun çirkinliğini inkâr etmeniz mümkün olmaz.
وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”
إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, Tevvab – Rahîm’dir.”
Allah, yasaklarından sakınan ve yaptığı taşkınlıklardan tevbe edenler için Tevvâb’tır, Rahîm’dir. Onların tevbesini kabul eder, merhametiyle muamelede bulunur.
Tevvâb, mübalağalı ism-i fâildir. Bu sığa ile gelmesi, son derece tevbeleri kabul eden olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü Allah tevbe eden kimseyi, günahı olmayan kimse gibi kılmaktadır.
Veya tevbesi kabul edilenlerin çokluğunu veya onların günahlarının ziyade oluşunu ifade etmek içindir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre sahabeden iki kişi, kendilerine yiyecek bir şeyler talep etsin diye Selman-ı Farisiyi Hz. Peygambere gönderdiler. Hz. Peygamber “verebileceğim bir şey yok” dedi.
Selman dönüp bunu kendilerine haber verince, Onun ardından şöyle dediler: “Şayet su dolu kuyuya göndersek, kuyunun suyu çekilir!”
Bu iki kişi daha sonra Hz. Peygamberin yanına geldiler.
O, kendilerine şöyle dedi: “Bu ne hal! Ağızlarınızda et bulaşıkları görüyorum!”
Onlar dediler: “Et yemiş değiliz.”
Hz. Peygamber, “siz hiç şüphe yok gıybet ettiniz” buyurdu.
13- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.”
Bundan murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dır. Veya “her birinizi bir baba ve bir anneden yarattık” manasıdır. Böyle olunca herkes yaratılışta eşittir, neseb ile iftihara kimsenin hakkı yoktur.
Ayetin, bir önceki ayette yasaklanan gıybeti engelleyen hâllerden olan kardeşliği ifade etmesi de caizdir.[2>
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا “Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.”
Ayet metnindeki “şuub” aynı asla mensup büyük topluluktur. Kabileler bunun altında yer alır. Kabilenin de boy ve benzeri şekilde alt birimleri vardır.
Sizi bu şekilde milletlere ve kabilelere bölmemiz birbirinizi tanımanız içindir, yoksa ecdadınızla ve kabilelerinizle iftihar etmeniz için değildir.
إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ “Şüphesiz Allah katında en değerliniz, en takva sahibi olanınızdır.”
Çünkü nefislerin kemâle ermesi ve şahısların birbirine üstün olmaları ancak takva iledir. Dolayısıyla kim bir şeref arıyorsa takva yoluyla elde etmeye çalışsın. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim insanların en şereflisi olmak istiyorsa, Allahtan korksun.”
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ey insanlar! İnsanlar iki kısımdır.
-Ya mü’min, müttakîdir, Allah nezdinde değerli olur.
-Veya facir, şakidir. Allah nezdinde değersiz olur.”
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ “Şüphesiz Allah Alîm’dir – Habîr’dir.”
Allah sizi bilir, iç dünyanızda neler olduğundan haberdardır.
14- قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا “Bedevîler “iman ettik” dediler.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Beni Esed’den bir topluluk hakkında nazil oldu. Bir kuraklık yılında Medine’ye geldiler, kelime-i şehadeti söyleyip İslâm’a girdiler. Hz. Peygambere: “Biz Sana ağırlıklarla ve ailelerle geldik. Falanlar Seninle savaştıkları gibi biz Seninle savaşmadık” deyip minnette bulunuyor, yardım talep ediyorlardı.
قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا “De ki: Siz iman etmediniz.”
Çünkü iman, güvenle ve kalp itminanıyla tasdiktir. Siz bunu gerçekleştirebilmiş değilsiniz. Yaptığınız şey -sûrenin son kısmının delâlet ettiği üzere – ancak peygambere minnette bulunmak ve savaşı terk etmekten ibarettir.
وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا “Ama “İslâma girdik” deyin.
Çünkü İslâm,
-Boyun eğmektir.
-Barışa girmektir.
-Kelime-i şehadeti izhar etmektir.
-Ve savaşa girmemektir.
Onların “İman ettik” demelerine mukabil “İman ettik” demeyin, İslâma girdik” deyin” veya “İman etmediniz, lakin İslâma girdiniz” denilmesi beklenirken “De ki: Siz iman etmediniz. Ama “İslâma girdik” deyin” denilmesi,
-“İman ettik demeyin” ifadesinde imandan yasaklama gibi bir mana çıkmasından
-Diğerinde de Müslüman olduklarının katî ifade edilmesinden sakınmak içindir.[3>
وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ “İman henüz kalplerinize girmedi.”
Çünkü henüz kalpleriniz dillerinize tam uyum sağlamadı.
وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا “Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.”
إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”
Allah, itâat edenlerden sâdır olan günahları bağışlar, onlara lütufta bulunarak merhamet eder.
15- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا “Mü’minler ancak şunlardır: Onlar Allah ve Rasûlüne iman ettiler, sonra asla şüpheye düşmediler.”
Ayette, imanın onlardan nefyini icab ettiren duruma bir işaret vardır.[4>
Ayette geçen “sonra” ifadesi, imanın muteber sayılmasında “şüpheye düşmeme” şartının sadece iman ederken değil, hâlde ve istikbalde de şart olduğunu hissettirmek içindir. Buradaki “sonra” ifadesi, “Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Ahkâf, 13) ayetinde olduğu gibidir.
وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ “Ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler.”
“Mal ve can ile cihad” ifadesi her türlü mâlî ve bedenî ibadetleri içine alır.
أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ “İşte sadık olanlar ancak onlardır.”
İşte böyle olanlar, iman iddiasında sadık olan kimselerdir.
16- قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ “De ki: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?”
“İman ettik” sözünüzle dininizi Allaha haber mi veriyorsunuz?
وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Oysa Allah, göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini bilir.”
وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Allah herşeyi hakkıyla bilendir.”Hiçbir şey O’na gizli değildir.
Ayet, onların cehâletini ortaya koyar ve kendilerini kınar.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, önceki ayet nâzil olduğunda gelip yemin ederek mu’tekid mü’minler olduklarına yemin ettiler. O zaman bu ayet nâzil oldu.
17- يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا “İslâm’a girdiler diye sana minnet ediyorlar.”
قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم “De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.”
بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ “Bilakis sizi imana hidayet ettiği için Allah size minnette bulunur.”Allahın onlara hidayeti, onların hidayet üzere olmalarını gerektirmemekle beraber mana şöyle olabilir: İddianıza göre Allahın size hidayet verdiğini söylüyorsunuz. Bu durumda sizin minnette bulunmaya hakkınız yoktur, minnet etmeye layık olan ancak Allahtır.
إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer sadıklardan iseniz…”
İman iddianızda sadık iseniz… Cümlenin devamına, daha öncesi delâlet eder. Yani, “iman iddianızda sadık iseniz, Allahın size minnette bulunma hakkı vardır.”
Ayetin bu şekilde bir üslûbla sevkinde şöyle bir incelik söz konusudur:
Onlar kendilerinden sadır olana “iman” adını verdiler ve bununla da minnette bulundular. Allahu Teâlâ bunun iman olduğunu nefyetti, onu “İslâm” olarak isimlendirdi. Ve şöyle bildirdi:
Gerçekte İslâma girmek olan bir durumla sana minnette bulunuyorlar. Hâlbuki bu kendisiyle minnette bulunulacak bir şey değildir. Doğrusu, şayet onların iman iddiaları sahih olsa, minnet etmek onların hakkı değil, hidayet ettiği için Allahın onlar üzerinde bir hakkıdır.
18- إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir.”
وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”
Allah gizli ve aşikâr bütün amellerinizi bilir. Böyle olunca kalplerinizde olanlar O’na nasıl gizli kalır? Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Hucurat sûresini okusa, Allaha itaat ve isyan eden kimseler sayısınca kendisine mükâfat verilir.”
[1>Yani, buradaki soru, öğrenmek için olmayıp, “evet, seversiniz” anlamındadır.
[2>Yani, “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” denildiğinde “nerden kardeş oluyoruz?” demeyin. Hepiniz Âdem ve Havvanın çocuklarısınız.
[3> Beydâvî’nin nazara verdiği bu incelik, gerçekten Kur’anın belağatine çok güzel bir misaldir. Kur’anda kelimelerin seçimi, cümlelerin başka şekilde ifade edilebileceği hâlde bu şekliyle kullanılması nice incelikleri ve belağat nüktelerini ihtiva etmektedir.
[4> Yani, bu kimseler henüz şüphelerden uzak bir iman elde edememişlerdir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Ayette hangi konuda öne geçmenin yasak olduğunun ifade edilmemesi, insan vehminin mümkün olan her meselede bu inceliği nazara alması içindir.[1>
Denildi ki: Ayetten murat, “Rasûlullahın önüne geçmeyin” manasıdır. Allahu Teâlânın zikri, peygamberinin tazimi içindir. Ayrıca, peygamberin Allah nezdinde saygıyı gerektiren bir konumda olduğunu hissettirmektir.
وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”
Öne geçmek veya hükme muhalefet etmekten sakının.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Şüphesiz Allah Semi’dir - Alîm’dir.”
Allah sözlerinizi işitir, fiillerinizi bilir.
2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin.”
O’nunla konuştuğunuzda sesinizi O’nun sesinden fazla yükseltmeyin.
وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ “Birbirinize seslendiğiniz gibi, Ona yüksek perdeden seslenmeyin.”
Kendi aranızda yaptığınız şekilde peygambere yüksek sesle nida etmeyin. Edebe müraatla, sesinizi O’nun sesinden daha aşağıda tutun.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Birbirinize isminiz ve lakabınızla hitap etmeniz gibi O’na hitap etmeyin. O’na “ey Allahın nebisi”, “ey Allahın Rasûlü” şeklinde hitap edin.
Bir önceki ayette “ey iman edenler” denildiği hâlde bu ayette de aynı ibarenin tekrar edilmesi,
-Ziyadesiyle basiretli olunmasını istemek,
-Öğüt alınmasında manayı kuvvetlendirmek,
-Nida edilen şeylerin her birinin müstakil olduğuna delâlette bulunmak,
-Ve ziyadesiyle önem verildiğini göstermek içindir.
أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ “Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”Çünkü peygambere karşı istihfaf yoluyla sesi yükseltmek ve bağırmakta, amelleri boşa çıkaran küfre yol açan bir durum vardır.
Bu ise, tahkir etmek ve O’na önem vermemekle meydana gelir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Sabit Bin Kaysın kulağı ağır işitiyordu ve bundan dolayı bağırarak konuşan biriydi. Ayet indiğinde Hz. Peygamberin yanına gelmez oldu. Hz. Peygamber onun ortalıkta görünmediğini fark etti ve yanına çağırdı, niçin görünmediğini sordu. Dedi ki: “Ya Rasûlallah Sana bu ayet nâzil oldu. Ben ise bağırarak konuşan bir adamım, amelimin boşa gitmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ayette anlatılan senin gibilerin durumu değildir. Sen hayır üzere yaşıyorsun ve hayır üzere öleceksin. Ve sen cennet ehlindensin.”
3- إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى “Allah rasûlünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir.”
Edebe müraatla veya yasağa muhalefet korkusuyla Rasûlullahın yanında sesini kısanlar var ya, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiş, takvaya ehil olduklarını ortaya koymuştur. Çünkü imtihan, bilme sebebidir.
Veya şöyle de denilebilir: Allahın çeşit çeşit zorluklar ve çetin mükellefiyetlere tâbi tutması, takvanın ortaya çıkması içindir. Çünkü takva, böyle zorluklara sabretmekle ortaya çıkar.
Altının ateşe atılmasıyla ona karışan şeylerden ayıklanması gibi, Allah da böyle mükellefiyetle insanları daha seçkin hâle getirmektedir.
لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ “Onlara büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir vardır.”
Onlar için günahlarından bir bağışlanma ve seslerini kısmaları ve diğer tâatleri için çok büyük bir mükâfat vardır.
“Mağfiret ve ecir” kelimelerinin elif-lâmsız gelişi tazim içindir. Yani, onlar için çok büyük bir bağışlanma ve çok büyük bir mükâfat vardır.
Ayette Hz. Peygambere karşı sesini kısan kimselerin, bu hususta ve O’nu râzı etmede kemâl mertebesinde olduklarına dikkat çekilmiştir. Ayrıca, bunların medhedilmesiyle, tersini yapıp da sesini yükselten ve bağıran kimselerin de çok çirkin bir iş yaptıklarına tarizde bulunulmuştur.
4- إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ “Sana odaların arkasından bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.”
Sebeb-i Nüzûl
Hucurat, hücre’nin çoğuludur. Ayette bahsi geçen hucurat (odalar) Hz. Peygamberin hanımlarının odalarıdır. Denildi ki: Ayette nazara verildiği şekilde Hz. Peygambere seslenenler, Uyeyne Bin Hısn ve Akra’ Bin Hâbis idi. Yetmiş kişilik bir heyetle Beni Temim kabilesinden gelmişlerdi. Vakit öğle vaktiydi ve Hz. Peygamber istirahat etmekteydi. Bu ikisi “Ya Muhammed! Biz geldik, dışarı çık” diye seslenmişlerdi.
Nida etmenin hepsine isnat edilmesi,
-Ya diğerlerinin de böyle seslenilmesine rıza göstermelerinden,
-Veya diğerlerinin böyle nida etmeyi emretmelerinden,
-Veya olayın onlar içinde vuku’ bulmasındandır.
Bunlar hakkında “aklı ermez kimselerdir” denilmesi şundandır: Çünkü akıl, hüsn-ü edebi ve hayaya riayet etmeyi gerektirir. Özellikle de peygamberlik makamında olan zata.
5- وَلَوْ أَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتَّى تَخْرُجَ إِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ “Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.”
Sen onlara çıkıncaya kadar sabretmeleri, acele etmelerinden çok daha hayırlı olurdu. Çünkü böyle yapmalarında,
-Edebe riayet,
-Peygambere saygı vardır. Bu iki özellik ise, medhe şayan ve sevabı gerektiren durumlardır.
-Ayrıca, talep ettiklerine ulaşmak vardır. Çünkü rivayete göre Benî Temim heyeti, Beni Anber esirlerine şefaatçi olmak üzere gelmişlerdi.
Esirlerin yarısı serbest bırakıldı, yarısından da fidye alındı.
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve Allah Ğafur – Rahîm’dir (çok bağışlayan, çok merhamet edendir).”
Çünkü edebin gereğini yerine getirmeyen, peygambere tazimi terk eden bu kimselere sadece nasihatle ve kınamakla yetindi.
6- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Velîd Bin Ukbe’yi Beni Mustalık kabilesine zekât memuru olarak göndermişti. Velid ile onların arasında ise bir problem vardı. Onun geldiğini işittiklerinde kendisini karşıladılar. O ise kendisiyle dövüşmek üzere geldiklerini zannetti. Bunun üzerine onlarla konuşmadan geri döndü. Rasûlullaha onların dinden döndüklerini, zekât vermeyi reddettiklerini söyledi. Hz. Peygamber bunun üzerine onlarla savaşmaya niyetlendi, ayet nâzil oldu.
Denildi ki: Hz. Peygamber sonra Halid Bin Velidi gönderdi. Halid Bin Velid onları ezan okuyan ve namaz kılan bir topluluk olarak buldu. Zekâtlarını O’na teslim ettiler, Medineye döndü.
Ayette “fasık” ve “nebe” (haber) kelimelerinin elif-lâmsız gelmesi, tamim içindir. Yani “herhangi bir fasık, herhangi bir haberle gelirse iyice araştırın.”
Araştırma emrinin, haber verenin fıskına bağlanması, âdil olan kimsenin haber getirmesi durumunda araştırmadan kabulünün cevazını gösterir.
أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ “Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
7- وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ “Hem bilin ki, içinizde Allah’ın rasûlü vardır.”
لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ “Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.”
Yani, sizler Allah Rasûlünün, meydana gelen olaylarda sizin görüşünüze tâbi olmasını istiyorsunuz. Bu tavrınızın değişmesi gerekir. Şayet sizin isteğinizi yapsa, sıkıntıya düşersiniz.
Ayette, bir kısım sahabilerin Velidin sözü üzerine “Beni Mustalık’a savaş ilan edelim” şeklinde Hz. Peygambere görüş beyan ettiklerini hissettirmek vardır.
وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ “Fakat Allah size imanı sevdirdi.”
وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ “Ve onu kalplerinize zînet yaptı.”
وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ “Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi.”
Ayet, onların bunda özürlerine dikkat çekiyor. Yani imana ileri derecede muhabbetleri ve küfürden hoşlanmamaları, Velidi duyduklarında böyle bir görüş beyanına sevk etmiştir.
Veya ayet, onlardan böyle yapmayanları medhetmekte, bu şekilde hareket edenlere ise tarizde bulunmaktadır. Ayetin devamı da bunu te’yid eder:
أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ “İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”
Yani, bu müstesna tutulanlar, dosdoğru bir yolda gitme hususunda isabet etmişlerdir.
Küfür: İnkâr ile Allahın nimetlerini görmemektir.
Fısk: Tâatten çıkmak, Allaha boyun eğmekten kaçınmaktır.
8- فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً “Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir.”
Ayetin bu kısmı, Allahın imanı sevdirmesi ve küfrü çirkin göstermesinin bir illetidir. Yani, “kendisinden bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı.”
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah Alîm’dir – Hakîm’dir.”
Allah Alîm’dir, mü’minlerin hâllerini ve aralarındaki fazilet farklarını bilir. Hakîm’dir, onlara muvaffakiyet vererek lutfetmekle ve nimette bulunmakla hikmetli iş yapar.
9- وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarında sulh yapın.”
Onlara nasihat ederek, Allahın hükmüne çağırarak aralarında sulh yapın.
فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ “Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın emrine gelinceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.”
فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا “Eğer dönerse aralarında adaletle sulh yapın ve (her işte) adaletli davranın.”
Ayetin evvelinde sadece “sulh yapın” denilirken burada “adaletle sulh yapın” denilmesi, haddi aşan topluluğa haddini bildiren kimselerin, sulhu yaparken haksızlıktan sakınmaları içindir. Çünkü böyle hallerde çok haksızlıklar da yapılabilmektedir.
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”
Onların fiiline güzel mükâfatla karşılık verir.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Hz. Peygamber devrinde Evs ve Hazreç kabileleri arasında meydana gelen bir savaş hakkında nazil oldu.
Ayet, bâğî’nin mü’min olduğuna delâlet eder.[2> Bâğî kimse, hadiste geldiği üzere, harpten alıkonduğunda bırakılır. Çünkü bu, Allahın emrine gelmektir.
Ayrıca, ayetten anlaşıldığına göre, saldırgan olanlara önce nasihat etmek ve iki taraf arasında sulhu gerçekleştirmeye çalışmak gerekir. Ama bu gayretler netice vermezse, saldırılan tarafa yardım edilmelidir.
10- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Mü’minler ancak kardeştirler.”
Çünkü hepsi bir asla müntesiptirler. Bu asıl da ebedi hayatı kazandıran imandır.
Ayet, mü’minler arasında sulhu emreden üstteki ayetin hem illetini bildirir, hem de hükmü pekiştirir. Bunun için kardeş olmaları hasebiyle Cenab-ı Hak sulh emrini tekrarlayıp şöyle buyurdu:
فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ “Öyleyse kardeşleriniz arasında sulh yapın.”
“Onların arasında sulh yapın” denilebileceği hâlde “kardeşleriniz arasında” denilmesi, bu gerçeği daha ziyadesiyle bildirmek ve pekiştirmek içindir.
“Kardeşleriniz arasında” denilirken erkekler için kullanılan sığa ile ifade edilmesi, dövüşmenin daha çok erkekler arasında olmasındandır.
وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Ve Allah’tan korkun, ola ki merhamet olunursunuz.”
Allahın hükmüne muhalefetten ve ihmalde bulunmaktan sakının. Ta ki takvanıza mukabil merhamete nail olasınız.
[1>“Mef’ulün terki tamim ifade eder” denilir. Burada da bu kurala göre açıklama yapılmıştır. Mesela, “Allahın emirlerine uyun” denildiğinde hangi emirler olduğunun söylenmemesi “bütün emirlerine uyun” manasına gelir.
[2> Baği, “meşru devlet idaresine karşı çıkan, isyan eden” demektir. Siyasî olaylar sebebiyle, İslâm tarihinde zaman zaman “bağiler” zuhur etmiştir.
11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ “Ey iman edenler! Bir toplu
luk diğer bir toplulukla alay etmesin.”
عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ “Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.”
وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء “Kadınlar da kadınlarla alay etmesin.”
عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ “Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.”
Erkekler ve kadınların başkalarını alaya almasını yasaklayan ayetin çoğul sığasıyla gelmesi, alaya almanın genelde topluluk içinde meydana gelmesindendir.
وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ “Kendinizi (birbirinizi) ayıplamayın.”
وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”
بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ “İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir!”
Bundan murat, mü’minlere “kâfir” ve “fasık” gibi kötü lakaplar takmanın ne kadar çirkin olduğunu göstermektir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, ayet Safiye Binti Huyey hakkında indi. Safiye Hz. Peygambere “Kadınlar bana “Yahudi kızı Yahudi” diyorlar diyerek şikâyette bulundu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Onlara şöyle deseydin ya: Babam Harun, amcam Musa, eşim de Muhammed.”
Ayette, kötü lakap takmanın fısk olduğuna, bununla imanın yan yana olmasının çirkin kaçtığına delâlet vardır.
وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim de tevbe etmezse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.”
Yasaklanan bu hâllerden tevbe etmeyenler,
-Tâat yerine isyanı koymakla,
-Ve kendilerini azaba maruz bırakmakla zâlim olan kimselerdir.
12- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.”
Ayette “zannın çoğundan” denilerek hangi zanlardan kaçınılacağının mübhem bırakılması, insanın her zanda ihtiyatlı davranıp, o zannın hangi türden olduğuna dikkat çekmesi içindir.
Zannın çeşitleri vardır:
1-Tâbi olunması gereken zanlar. Katî bilmediği amelî meseleler ve Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmak gibi.
2-Haram olan zanlar. İlâhiyat ve nübüvvet konularında zan ile hüküm vermek, katî meselelere muhalif zanda bulunmak, mü’minlere su-i zan beslemek gibi.
3-Mubah olan zanlar. Dünyevî işlerde zanda bulunmak gibi.
إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ “Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”
وَلَا تَجَسَّسُوا “Birbirinizin kusurunu araştırmayın.”
Hadiste şöyle buyrulur: “Müslümanların gizli hâllerini araştırmayın. Her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâllerini ortaya koyar, velev evinin içinde de olsa rezil rüsvay eder.”
وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا “Birbirinizin gıybetini yapmayın.”
Birbirinizin ardından kötü konuşmayın.
Hz. Peygambere gıybetten soruldu. Şöyle cevap verdi: “Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Söylediğin şey onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa iftira etmiş olursun.”
أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”
Ayet, gayet belağatli ve etkili bir şekilde gıybet eden kişinin bu yaptığının ne kadar çirkin bir şey olduğunu gözler önüne sermektedir.
Şöyle ki:
-Baştaki istifham, ikrar ettirmek içindir.[1>
-“Sizden biri” denilmesi, tamim içindir.
-En çirkin bir şeyi sevmeyi nazara vermek, gıybetten nefret ettirmek içindir.
-Gıybet etmeyi insan eti yemek ile temsil etmek,
-Eti yenilenin kardeşi olduğunu söylemek,
-Hem de ölü eti şeklinde anlatmak gibi hususlar gıybetin ne kadar çirkin bir şey olduğunu anlatmaktadır.
فَكَرِهْتُمُوهُ “İşte bundan tiksindiniz.”
Bu ifade, önceki manayı takrîr ve tahkik eder.
Yani, böyle bir şey olsa ve ölü kardeşinizin eti önünüze konulsa elbette hoşlanmaz, nefret edersiniz. Bunun çirkinliğini inkâr etmeniz mümkün olmaz.
وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”
إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, Tevvab – Rahîm’dir.”
Allah, yasaklarından sakınan ve yaptığı taşkınlıklardan tevbe edenler için Tevvâb’tır, Rahîm’dir. Onların tevbesini kabul eder, merhametiyle muamelede bulunur.
Tevvâb, mübalağalı ism-i fâildir. Bu sığa ile gelmesi, son derece tevbeleri kabul eden olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü Allah tevbe eden kimseyi, günahı olmayan kimse gibi kılmaktadır.
Veya tevbesi kabul edilenlerin çokluğunu veya onların günahlarının ziyade oluşunu ifade etmek içindir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre sahabeden iki kişi, kendilerine yiyecek bir şeyler talep etsin diye Selman-ı Farisiyi Hz. Peygambere gönderdiler. Hz. Peygamber “verebileceğim bir şey yok” dedi.
Selman dönüp bunu kendilerine haber verince, Onun ardından şöyle dediler: “Şayet su dolu kuyuya göndersek, kuyunun suyu çekilir!”
Bu iki kişi daha sonra Hz. Peygamberin yanına geldiler.
O, kendilerine şöyle dedi: “Bu ne hal! Ağızlarınızda et bulaşıkları görüyorum!”
Onlar dediler: “Et yemiş değiliz.”
Hz. Peygamber, “siz hiç şüphe yok gıybet ettiniz” buyurdu.
13- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.”
Bundan murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dır. Veya “her birinizi bir baba ve bir anneden yarattık” manasıdır. Böyle olunca herkes yaratılışta eşittir, neseb ile iftihara kimsenin hakkı yoktur.
Ayetin, bir önceki ayette yasaklanan gıybeti engelleyen hâllerden olan kardeşliği ifade etmesi de caizdir.[2>
وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا “Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.”
Ayet metnindeki “şuub” aynı asla mensup büyük topluluktur. Kabileler bunun altında yer alır. Kabilenin de boy ve benzeri şekilde alt birimleri vardır.
Sizi bu şekilde milletlere ve kabilelere bölmemiz birbirinizi tanımanız içindir, yoksa ecdadınızla ve kabilelerinizle iftihar etmeniz için değildir.
إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ “Şüphesiz Allah katında en değerliniz, en takva sahibi olanınızdır.”
Çünkü nefislerin kemâle ermesi ve şahısların birbirine üstün olmaları ancak takva iledir. Dolayısıyla kim bir şeref arıyorsa takva yoluyla elde etmeye çalışsın. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim insanların en şereflisi olmak istiyorsa, Allahtan korksun.”
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ey insanlar! İnsanlar iki kısımdır.
-Ya mü’min, müttakîdir, Allah nezdinde değerli olur.
-Veya facir, şakidir. Allah nezdinde değersiz olur.”
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ “Şüphesiz Allah Alîm’dir – Habîr’dir.”
Allah sizi bilir, iç dünyanızda neler olduğundan haberdardır.
14- قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا “Bedevîler “iman ettik” dediler.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Beni Esed’den bir topluluk hakkında nazil oldu. Bir kuraklık yılında Medine’ye geldiler, kelime-i şehadeti söyleyip İslâm’a girdiler. Hz. Peygambere: “Biz Sana ağırlıklarla ve ailelerle geldik. Falanlar Seninle savaştıkları gibi biz Seninle savaşmadık” deyip minnette bulunuyor, yardım talep ediyorlardı.
قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا “De ki: Siz iman etmediniz.”
Çünkü iman, güvenle ve kalp itminanıyla tasdiktir. Siz bunu gerçekleştirebilmiş değilsiniz. Yaptığınız şey -sûrenin son kısmının delâlet ettiği üzere – ancak peygambere minnette bulunmak ve savaşı terk etmekten ibarettir.
وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا “Ama “İslâma girdik” deyin.
Çünkü İslâm,
-Boyun eğmektir.
-Barışa girmektir.
-Kelime-i şehadeti izhar etmektir.
-Ve savaşa girmemektir.
Onların “İman ettik” demelerine mukabil “İman ettik” demeyin, İslâma girdik” deyin” veya “İman etmediniz, lakin İslâma girdiniz” denilmesi beklenirken “De ki: Siz iman etmediniz. Ama “İslâma girdik” deyin” denilmesi,
-“İman ettik demeyin” ifadesinde imandan yasaklama gibi bir mana çıkmasından
-Diğerinde de Müslüman olduklarının katî ifade edilmesinden sakınmak içindir.[3>
وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ “İman henüz kalplerinize girmedi.”
Çünkü henüz kalpleriniz dillerinize tam uyum sağlamadı.
وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا “Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.”
إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”
Allah, itâat edenlerden sâdır olan günahları bağışlar, onlara lütufta bulunarak merhamet eder.
15- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا “Mü’minler ancak şunlardır: Onlar Allah ve Rasûlüne iman ettiler, sonra asla şüpheye düşmediler.”
Ayette, imanın onlardan nefyini icab ettiren duruma bir işaret vardır.[4>
Ayette geçen “sonra” ifadesi, imanın muteber sayılmasında “şüpheye düşmeme” şartının sadece iman ederken değil, hâlde ve istikbalde de şart olduğunu hissettirmek içindir. Buradaki “sonra” ifadesi, “Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Ahkâf, 13) ayetinde olduğu gibidir.
وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ “Ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler.”
“Mal ve can ile cihad” ifadesi her türlü mâlî ve bedenî ibadetleri içine alır.
أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ “İşte sadık olanlar ancak onlardır.”
İşte böyle olanlar, iman iddiasında sadık olan kimselerdir.
16- قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ “De ki: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?”
“İman ettik” sözünüzle dininizi Allaha haber mi veriyorsunuz?
وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Oysa Allah, göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini bilir.”
وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Allah herşeyi hakkıyla bilendir.”Hiçbir şey O’na gizli değildir.
Ayet, onların cehâletini ortaya koyar ve kendilerini kınar.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, önceki ayet nâzil olduğunda gelip yemin ederek mu’tekid mü’minler olduklarına yemin ettiler. O zaman bu ayet nâzil oldu.
17- يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا “İslâm’a girdiler diye sana minnet ediyorlar.”
قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم “De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.”
بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ “Bilakis sizi imana hidayet ettiği için Allah size minnette bulunur.”Allahın onlara hidayeti, onların hidayet üzere olmalarını gerektirmemekle beraber mana şöyle olabilir: İddianıza göre Allahın size hidayet verdiğini söylüyorsunuz. Bu durumda sizin minnette bulunmaya hakkınız yoktur, minnet etmeye layık olan ancak Allahtır.
إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer sadıklardan iseniz…”
İman iddianızda sadık iseniz… Cümlenin devamına, daha öncesi delâlet eder. Yani, “iman iddianızda sadık iseniz, Allahın size minnette bulunma hakkı vardır.”
Ayetin bu şekilde bir üslûbla sevkinde şöyle bir incelik söz konusudur:
Onlar kendilerinden sadır olana “iman” adını verdiler ve bununla da minnette bulundular. Allahu Teâlâ bunun iman olduğunu nefyetti, onu “İslâm” olarak isimlendirdi. Ve şöyle bildirdi:
Gerçekte İslâma girmek olan bir durumla sana minnette bulunuyorlar. Hâlbuki bu kendisiyle minnette bulunulacak bir şey değildir. Doğrusu, şayet onların iman iddiaları sahih olsa, minnet etmek onların hakkı değil, hidayet ettiği için Allahın onlar üzerinde bir hakkıdır.
18- إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir.”
وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”
Allah gizli ve aşikâr bütün amellerinizi bilir. Böyle olunca kalplerinizde olanlar O’na nasıl gizli kalır? Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Hucurat sûresini okusa, Allaha itaat ve isyan eden kimseler sayısınca kendisine mükâfat verilir.”
[1>Yani, buradaki soru, öğrenmek için olmayıp, “evet, seversiniz” anlamındadır.
[2>Yani, “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” denildiğinde “nerden kardeş oluyoruz?” demeyin. Hepiniz Âdem ve Havvanın çocuklarısınız.
[3> Beydâvî’nin nazara verdiği bu incelik, gerçekten Kur’anın belağatine çok güzel bir misaldir. Kur’anda kelimelerin seçimi, cümlelerin başka şekilde ifade edilebileceği hâlde bu şekliyle kullanılması nice incelikleri ve belağat nüktelerini ihtiva etmektedir.
[4> Yani, bu kimseler henüz şüphelerden uzak bir iman elde edememişlerdir.
Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren